Son günlerde sokak hayvanları tekrar gündemde. Sokak köpeklerinin toplatılacağı, 30 gün içinde sahiplendirilemeyen köpeklerin iğne ile itlaf edileceği yönünde çalışmalar yapıldığı haberleri yayıldı. Bu haber sosyal medyada büyük tartışmalara neden oldu. Bir grup, çocukların sokaklarda öldüğünü ve sokak köpeklerinin uyutulması gerektiğini şiddetle savunurken, hayvanseverler ise kısırlaştırma ve rehabilitasyonla köpek popülasyonun kontrol altına alınması gerektiği, öldürmenin kabul edilemez olduğunu savunuyor. Konunun iki önemli entelektüel boyutu var. Biri bilimsel boyutu; köpek popülasyonunu kontrol altına almak için en iyi yöntem nedir? Bu, özellikle veterinerlerin ve ekoloji ile ilgilenenlerin tartışması gereken kritik bir boyut. İkincisi de işin etik boyutu. Köpeklere hangi koşullarda ve ne derece müdahale etmemiz, ahlaki olarak kabul edilebilir? Bu da felsefecilerin tartışması gereken, işin diğer önemli bir boyutu. Bu yazıda felsefeci olarak bu ikinci boyuta değinmek istiyorum.
Anlamlı bir felsefi inceleme yapacaksak, önce tartışmayı duygusal manipülasyonlardan arındırmak önemli. Sokak köpekleri ile ilgili sosyal medyada yapılan tartışmalar, büyük oranda duygulara hitap etme safsatasını işliyor. Sokak köpeklerinin öldürülmesi gerektiğini savunanlar, köpekler tarafından yaralanmış çocuk resimlerini paylaşıyor. Resimlerden çoğu, esasında geçmişte ve yurt dışında yaşanan olaylardan çekilmiş resimler. Üstelik, yine resimlerdeki yaralı çocuklara saldıran köpekler çoğu durumda Pitbull cinsi sahipli köpekler oluyor. Hayvan severler de sevimli ya da acınası köpek resimleri paylaşarak ters yönde duyguları etkilemeye çalışıyor.
Yine tartışmalarda kişilere saldırma safsatası olan ad hominem safsatası sık sık işleniyor. Ad hominem bir kişiye hakaret ederek ya da ona lakap takarak o kişiyi itibarsızlaştırmaya çalışan bir safsatadır. Sokak köpeklerinin öldürülmesini savunanlar mesela karşı tarafa itperest şeklinde seslenebiliyor. Bu tarz kişilere saldırılar, tartışmanın makul bir zeminde yürütülmesine engel olan, entelektüel açıdan yanlış adımlardır. Tartışmada ad hominem safsatası işlememeye özen göstermek önemli.
Yine tartışmada siyah-beyaz safsatası da sık sık işleniyor. Yanlış ikilem olarak da bilinen siyah-beyaz safsatası, aslında daha fazla alternatif mevcutken, tek olası seçenek olarak sadece iki seçenek sunulduğunda ortaya çıkan mantıksal bir yanılgıdır. Bu safsata, bir konunun karmaşıklığını sadece iki karşıt bakış açısıyla sınırlandırarak diğer olasılıkları ve nüansları göz ardı eder. Sokak köpekleri tartışmasında bize bazen iki seçenek varmış gibi sunuluyor: ya mevcut durum devam edecek ve sokak köpeklerinin mağdurları olacak, ya da tüm köpekler itlaf edilecek. Oysa konu ile ilgili biraz kafa yoran herkes bu iki uç durum dışında başka alternatifler olduğunu görecektir.
Sokak köpekleri sorunu itlaf ile çözülebilir mi?
Ana konumuza geçmeden önce itlafın etkisi üstünde biraz değinmek istiyorum. İtlafı savunanlar bunun çözüm olacağını düşünüyorlar. Peki, durum gerçekten böyle mi? Böyle olmadığını düşünen ciddi sayıda bilim insanı var. Bunun ana sebebi, vakum etkisi olarak bilinen olgu. Ekolojide vakum etkisi, hayvanların belirli bir alandan uzaklaştırılmasının diğer hayvanların kısa sürede dolduracağı bir “boşluk” yaratması olgusunu ifade eder. Köpekler bir bölgeden uzaklaştırıldığında, yeni köpekler genellikle mevcut kaynaklardan (yiyecek, barınak vb) yararlanmak için bölgeye taşınır. Bu da, köpekleri toplayarak sayıyı geçici bir şekilde azaltsak da uzun vadede tekrar sayının artacağı anlamına geliyor. Üstelik köpeklerin üreme oranları yüksektir. Bazı köpekler öldürülürse, kalan nüfus üreme yoluyla hızlı bir şekilde toparlanabilir ve genellikle eskisi kadar büyük veya hattâ daha büyük bir nüfusla sonuçlanabilir. Milyonlarca köpeği yakalayıp itlaf etmek ise çok zordur. Dolayısıyla uzun vadede bu bir kısır döngüye dönecektir. Vakum etkisinin geçerliliği özellikle kedilerde defalarca pratikte gözlemlenerek doğrulanmıştır. Tabii sokak köpeklerinin öldürülmesi, oradan çıkan kanlı görüntüler hayvan hakları savunucularının tepkisine yol açacaktır. Bu da sürecin zaman içerisinde zorlaşmasına neden olacaktır.
Hayvanlarla ilgili etik tutumlar
İnsanların hangi ya da ne tarz varlıklara karşı ahlaki sorumluluğu var? Bu soruya vereceğimiz cevap, bizim sokak hayvanları ile ilgili ahlaki duruşumuzu belirleyecektir.
Birinci felsefi pozisyon antroposentrizmdir. Antroposentrizm insan çıkarlarını her şeyin üstünde tutar. En radikal formda antroposentrizm, sadece insanlara karşı ahlaki sorumluluğumuz olduğunu iddia eder. Antroposentrik etik, çevreyi ve insan olmayan hayvanları öncelikle insana verdikleri değer açısından ele alır. Her şey insana etkisine göre ahlaki değer alır. Antroposentrizmi savunan birine göre, bir köpeği öldürmede tek başına ahlaki bir yanlış yoktur. Bir köpeği sevenler varsa, o sevenlere acı yaşattığımız için köpekleri öldürmek yanlış olabilir ancak. Diğer taraftan bir köpeği öldürmek, insan sağlığı ve güvenliğini korumak gibi önemli bir insan çıkarına veya ihtiyacına hizmet ediyorsa haklı görülebilir. Nihayetinde karar, insanlar üzerindeki etkiye dayanacaktır. İnsanların acılarını hangi eylem azaltacaksa doğru eylem budur. Tab,i burada psikolojik ve fiziki acılar tartmak da gerekecektir. Bu görüş, spektrumun bir ucudur.
Spektrumun diğer ucu biyosentrizmdir. Biyosentrizm, tüm canlı varlıkların içsel bir değere sahip olduğu ve ahlaki değerlendirmeyi hak ettiği yönündeki etik bakış açısıdır. Bu görüş ahlaki değerlendirmeyi sadece insanları değil, tüm yaşam biçimlerini kapsayacak şekilde genişletir. Bu görüşü savunanlar genelde her türlü hayvan kıyımına karşıdır ve vejeteryen olarak beslenmeyi tercih ederler. Bir köpeği öldürmek, içsel değeri olan bir yaşamı almayı içereceğinden, biyosentrizm altında haklı gösterilmesi zor olacaktır. Ancak diğer canlıların daha fazla zarar görmesini engelliyorsa, öldürülmesi düşünülebilir. Örneğin, bir köpek dayanılmaz derecede acı çekiyorsa ve yardım edilemiyorsa, ötanazi onun acısını dindirmek için merhametli bir seçim olarak görülebilir. Biyosentrizmi savunanlar antroposentrizmi cinsiyetçilik ya da ırkçılığa benzettikleri türcülükle suçlarlar. İnsanı kayırmak onlara göre temelsiz bir ayrımcılıktır. Böylesi bir pozisyonda milyonlarca köpeği itlaf etmek soykırım gibidir.
Bu iki keskin uç arasında elbette başka felsefi tercihler vardır. Bunlardan biri Sentientizmdir. Sentientizm, duyarlılığın (haz ve acıyı deneyimleme kapasitesinin) ahlaki değerlendirmenin temeli olduğuna inanan etik görüştür. Bu görüşü benimseyenler insan olan ve olmayan tüm duyarlı varlıklara ahlaki bir önem atfeder. Elbette böcekler gibi duyarlılığı olmayan canlılara karşı, bu görüşte doğrudan bir ahlaki yükümlüğümüz yoktur. Sentientizm, acı ve haz deneyimleme kapasitesinin ahlaki değerlendirme için en önemli kriter olduğunu savunur. Eğer bir varlık acı çekebiliyorsa, ahlaki kaygıyı hak ediyor demektir. Klasik sentientizm, tüm hissedebilen varlıkların çıkarlarının eşit şekilde dikkate alınmasını savunur; bu da acı çekme veya haz alma yeteneğinin etik karar alma sürecine rehberlik etmesi gerektiği anlamına gelir. Klasik Sentientist köpeklere insanlarla eşit değer atfedeceğinden, insan hayatı kurtarmak için köpek öldürmeyi haklı görmeyecektir. Tabii yine milyonlarca köpeği itlaf etmeyi kabul edilemez bulacaktır.
Bir başka ara pozisyon hiyerarşik sentientizmdir. Hiyerarşik sentientizm, hem insanları hem de duyarlı hayvanları ahlaki açıdan önemli olarak kabul eden, ancak daha yüksek bilişsel yetenekler ve ahlaki eylemlilik gibi ek kapasiteleri nedeniyle insanlara daha fazla ahlaki ağırlık veren nüanslı bir sentientizm biçimidir. Bu görüş, insan hayatını duyarlı hayvanlara tercih etmekle birlikte, duyarlı hayvanların içsel değeri olduğunu ve onlara karşı sorumluluklarımız olduğunu da kabul eder. Dolayısıyla sokak köpekleri, hissedebilen varlıklar olarak, içsel bir değere ve acı çekme kapasitesine sahiptir. Bu kapasite ahlaki açıdan dikkate alınmayı ve insancıl muamele görmeyi gerektirir. Bu görüşte, sokak köpeklerinin öldürülmesine yönelik her türlü karar, insanların zarar görmesini azaltmanın ahlaki önemi ile hayvanlara insanca muamele etmenin etik yükümlülüğü arasında bir denge kurmalıdır. Öldürmeye başvurmadan önce, ölümcül olmayan tüm alternatifler araştırılmalı ve önceliklendirilmelidir. Toplu öldürme, masum köpekleri de içereceği için bu görüşte de doğru kabul edilemez; ancak tehlikeli köpeklerle ilgili önlemlere başvurmak gerekir.
Burada seçeceğimiz pozisyon bizim bu konuda kanaatimizi belirleyecektir. Elbette çoğu insan rasyonel bir seçim yerine duygusal davranıyor. Köpekten korkanlar itlafı savunurken, hayvan sahipleri şiddetle karşı çıkabiliyor. Köpeklerin koşulsuz itlaf edilmesini savunanlar antroposentrik yaklaşımı benimser. Ben hiyerarşik sentientizmin doğru pozisyon olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla, insan hayatının öncelenmesine inanmakla birlikte, köpeklere karşı da sorumluğumuz olduğunu ve öldürmenin ancak belli durumlarda son çare olarak yapılabileceğini düşünüyorum.
Neden hiyerarşik sentientizm?
Sentientizm, tür üyeliğinden ziyade duyarlılığa odaklanarak türcülüğe, yani kişinin kendi türü lehine haksız önyargısına karşı çıkar. Hiyerarşik sentientizm insanların aklî ve ahlaki fail olmasını ve bilişsel üstünlüğünü de dikkate alır. Dolayısı ile biosentrizm ve antroposentrizmin güçlü yönlerini alırken, zayıflıklarını eler.
Biyoloji insanların diğer canlılarla fizyolojik olarak benzediğine dikkat çeker. Bu noktada insanı tek başına değerli görüp diğer canlıları dışlamak çok makul gözükmemektedir. Dahası, çoğu ahlaken yanlış eylem, cinayet, yaralama, hırsızlık, tecavüz… kişiye fiziksel ya da psikolojik acı yaşatmayı içerir. Dolayısıyla bu acı çekme kapasitesinin ahlaki açıdan önemli olduğuna işaret eder. Bu da, acı çekme kapasitesine sahip tüm varlıkların bir şekilde ahlaki değere sahip olduğu anlamına gelir.
Ayrıca insanlar, diğer türlere ve çevreye özen göstererek dünyanın bekçileri/halifeleri olarak hareket etme sorumluluğuna sahiptir. Antroposentrizm bu görevi ihmal ederek sömürü ve zarara yol açmaktadır. Üstelik köpekleri evcilleştiren, şehirlere getiren, çoğaltan ve sokağa salan, biz insanlarız. Onlara karşı etik sorumluluğumuz olduğunu görmezden gelemeyiz. Bu sorumluğu görmeli ve ona göre hareket etmeliyiz. Bu, sağlıklı bir çevre oluşturmak için de önemlidir.
İslam etiği hangi görüşü destekler?
Okuyucularımızın bir kısmı Müslüman olduğu için bu noktada İslami etik perspektifini de merak edebilirler. Ben de Müslümanım; dolayısıyla bu perspektif benim için de önemli. Bazı Müslüman dostlar Eşrefi Mahlukat olduğu gerekçesi ile insanın en üstün varlık olduğunu söyleyecektir. Bu terim insanın yaratılmışların en şereflisi olduğu iddiasını ifade eder. Bu ifade yaygın olarak kullanılsa da, Kuran aslında insanın yaratıkların “çoğundan” daha üstün olduğunu ifade eder:
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ 70)
Buna rağmen insanın dünyaya halife olarak atandığı ayeti, insanın yine de en azından dünya açısından çok özel bir konumda olduğuna işaret olarak alınabilir:
“Hani rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” demişti.” (Bakara 30)
Dolayısıyla İslami etik insana özel bir statü veriyor gibi gözükmektedir. Ancak elbette burada önümüzde iki alternatif var: Antroposentrizm ve Hiyerarşik Sentientizm.
Kuran’a ve Peygamberimizin hadislerine baktığımız zaman, hayvanlara karşı da ahlaki sorumluluklara işaret edildiğini görürüz. Kuran hayvanları bir ümmet/topluluk olarak tanır:
“Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan/ümmetten başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler.” (Enam 38)
Peygamber efendimiz de hayvanlara karşı sorumluluğumuz olduğunu hatırlatan çok sayıda hadis rivayet etmiştir:
“Küçük bir serçeyi veya ondan büyük herhangi bir canlıyı haksız yere öldüren kimseden Allah Teâlâ bunun hesabını mutlaka soracaktır!” (Nesai, Sayd ve Zebaih, 34)
Peygamberimiz devesini yeterince beslemeyen bir sahabesini şöyle uyarmıştır: “Bu dilsiz hayvanlar hakkında Allah’tan korkunuz.”
Enes bin Malik Peygamber efendimizden aldığı terbiye sonucunda şu ilginç davranışlarından söz eder: “Yolculuk esnasında mola verdiğimizde hayvanlarımızın üzerindeki yükleri yere indirmeden, namazlarımızı bile kılmazdık.”
Ebu Hureyre’nin iki ayrı rivayetinde Peygamberimiz ashabına, bir köpeğe su verip susuzluğunu gidererek hayatını kurtarmanın faziletinden bahsetmiştir. Bir rivayette susuz bir köpeğe su verdiği için Allah tarafından kutsanan bir kişi, diğerinde ise ayakkabısına su doldurup susuzluktan dili dışarı fırlamış bir köpeğe su veren bir hayat kadını söz konusudur. Bu amelinden dolayı kadına cennet verilmiştir.
Peygamberimiz 630 yılında ordusuyla birlikte Mekke’ye giderken, yol üstündeki dişi bir köpeğin ve yeni doğan yavrularının rahatsız edilmemesi için nöbetçiler görevlendirmişti.
Peygamberimiz hayvanlarla ilgili şu meşhur uyarıda bulunmuştur: “Merhametlilere Rahman merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizi,”Birr ve Sila”, 16; Buhâri, “Edeb”, 13)
Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün, ama buradan kanaatimce rahatlıkla İslamın ortaya koyduğu etik resmin hiyerarşik sentientizm olduğu söylenebilir.
Sonuç ve birkaç öneri
Buraya kadar yazdıklarımdan kanaatimce çıkan resimde, insanların korkusunu ve yaşadıkları yaralanma/can kayıplarını ciddiye almamız gerektiği, ancak hayvanlara karşı da etik sorumluluklarımız olduğu sonucu çıkıyor. Dolayısıyla bir varlık sırf sokak köpeği olduğu için öldürülemez. Ancak ciddi saldırgan ve hastalık taşıyan köpeklerin insana zarar verme potansiyelleri olduğu için itlaf edilmeleri gündeme gelebilir. Bu durumlarda da öldürme içermeyen alternatif çözümler varsa bunlar önce gündeme getirilmelidir.
Yüksek nüfuslu sokak köpekleri sorununu (evet, kanaatimce sorun sokakta köpek olması değil, bunların çok olması) çözmek için izlenecek stratejiler uzmanlar tarafından belirlenmeli. Benim şu aşamada görüşüm Pervin Tuba DURGUT hanım ile aynı (https://x.com/pervintuba/status/1793359466722906396). Özetle, köpek nüfusunu büyüten faktörler kontrol altına alınmalı. Kontrolsüz hayvan üretiminin önüne geçilmeli, etkin kısırlaştırma yapılmalı, sivil toplum bu noktada daha etkili hale gelmeli. Köpek satışı yasaklanmalı, sadece sokak köpeklerinin sahiplenmesi sağlanmalı. Çeteleşen köpekler dağıtılmalı, köpekler güvenli alanlara taşınıp sosyalleştirilmeli. Köpek dövüşleri ve yasadışı çoğaltmaların önüne geçilmeli, ağır cezalar verilmeli. Köpekten korkan insanlara yardım edecek gönüllü gruplar kurulmalı. Ben ODTÜ’de okurken gece çeteleşen köpeklerden korkup da çarşıdan Demiray yurtlarına gelemeyen öğrenciler olurdu. Yurttan beni aradıkları zaman gidip bu dostları alır yurda götürürdüm.
Ancak ne olursa olsun bu sorun bölünerek değil, birbirimizi anlayarak insani bir şekilde empati ile çözülebilir. Nefret gibi negatif duygularla değil, akıl ve vicdan ile hareket etmek önemli. Bu yüzden bu konuda karşılıklı suçlamalar yerine oturup tartışmak ve özellikle uzman görüşüne başvurmak sağlıklı olacaktır.