Geçen hafta, AKP milletvekili, eski asker Mehmet Ali Çelebi ve diğer bazı AKP’li vekillerinin imzasıyla Meclise bir yasa teklifi sunuldu.
Teklif, özetle, eski askerlerin TV’lerde veya sosyal medyada konuşmasını suç sayıyor ve bu suçu altı aydan üç yıla kadar hapisle cezalandırıyor.
Teklif şu an Milli Savunma Komisyonunda. Bilindiği gibi, Komisyon Başkanı da Hulusi Akar. Dolayısıyla komisyondan hızlı bir geçiş bekleyebiliriz.
Emekli Amiral Atilla Kıyat, başlığını “Deli Saçması” koyduğu aynı konuyla ilgili yazısında, “zırva tevil götürmez” diyerek teklifin yasalaşmayacağına duyduğu inancı belirtmiş. Ama ben yine de tevil etmeye çalışacağım. Bu tevil yoluyla zırvanın gerçekten de zırva olduğunu anlatabilmeyi umuyorum.
Evvela: Neden böyle bir yasa değişikliğine gerek duyuldu? Bunun cevabını bulacağımız yer elbette teklifte yer alan gerekçe kısmı.
Sunulan yasa teklifinin gerekçesine bakıldığında, çoğu durumda olduğu üzere, gerekçenin lafzen belirtilir gibi yapılıp belirtilmediği görülüyor. Yasama üyelerimiz, gerekçeyi açıkça ortaya koymak yerine, yasa metnini aynen alıntılayıp sonuna bir “…sı amaçlanmıştır” ibaresi eklemeyi ve bunun adına “gerekçe” demeyi tercih etmiş.
Yasa teklifi, eski askerlerin, yani artık askerî hiyerarşiye bağlı olmayan, üniforma giymeyen, amir olmayan, amiri de olmayan sivil yurttaşların ifade özgürlüğünü, Askeri Ceza Kanununun 95’inci maddesinin bir fıkrasına yaptığı eklemeyle sakatlamayı amaçlıyor.
Şimdi bu maddeye yakından bakalım.
Askeri Ceza Kanununun 95’inci maddesinin başlığı “Hilafı salahiyet askerlik işleri için toplananlar ve müzakere yapanların cezaları” şeklinde. (Askeri Ceza Kanunu 1930 tarihli olduğu için yer yer ağdalı bir Osmanlıca esintisine sahip.)
Hilafı Salahiyet, “yetkisi olmadığı halde” demek. Yani bu madde, yetkisi olmadığı halde askerlik işleri için toplanan ve müzakere yapanlarla ilgili.
Maddenin birinci ve ikinci fıkraları 1972’de, yani 12 Mart Muhtırası’ndan yaklaşık bir yıl sonra değiştirilmiş. Bu fıkralar, dönemin siyasal konjonktürüne uygun olarak, ordu içinde örgütlenmek isteyen sol ve dinci gruplara karşı bir bariyer olarak düşünülmüş ve bu grupların sivil kanatlarının düzenlediği çeşitli gizli toplantılara ve buluşmalara askerlerin katılmasını ve askeri bilgilerin bu mecralarda paylaşılmasını engellemeyi amaçlamış olmalı.
Değiştirilmek istenen üçüncü fıkrası ise, aslında maddenin 1930 tarihli özgün hali. Bu fıkra aynen şöyle:
“Kendisine özel bir mezuniyet verilmediği halde, görevi ve sıfatı icabı muttali olduğu askeri muamelat, teşkilat, harekat, tesisat veya tertibata müteallik işler hakkında beyanat veren, yazı yazan veya sair surette açıklamada bulunanlar her kim olursa olsun, fiili daha ağır bir cezayı gerektirmediği takdirde altı aydan üç seneye kadar hapsolunur.”
Bu ibareler, yine anlaşılır şekilde, yetkilendirilmediği halde, örneğin Genelkurmay basın sözcüsü veya bir uluslararası askerî toplantının resmî katılımcısı olmadığı halde, görevi veya pozisyonu gereği sahip olduğu çeşitli askeri bilgileri açıklayanları cezalandırmayı amaçlıyor.
Salim bir akıl, bu madde ile yasa koyucunun amaçladığı şeyin, “Bizim taburda tam tamına 498 kişi var”, “Kışladaki cephaneliğin duvarları 28 cm’dir”, “Yarın nöbetçi amiri şu kişidir”, “Tugay tekerlekli araçları dün saat onda istasyondan hareket etti”, “Tümen komutanı öğle yemeklerini 12.15’te yer”, “Yedek çıkarma bölgesi Zırva Tevil plajıdır”, -haydi biraz daha abartalım- “konvansiyonel harp başlıkları Ş şehrindeki üstedir” “koruganların inşası iki ay sonra tamamlanacak” gibi, özü itibarıyla salt askerî, açıklanmasında kamusal yarar ve lüzum bulunmayan ve tam aksine, askerî işleyişe zarar verebilecek konu ve işler hakkındaki bilgilerin sakınılması olduğunu anlayacak ve pek tabiidir ki bu amacı makul bulacaktır.
Böylesi “çılgınca” ve aslında istihbarat gibi farklı bir başlıkta değerlendirilmesi gereken bilgileri TV’lerde, gazetelerde veya sosyal medyada paylaşan askerler olduğu bilgisine de sahip değiliz.
Mehmet Ali Çelebi ve AKP’li arkadaşlarının sunduğu yasa teklifi ise, suçun failini tanımlar şekilde, bu fıkranın içine şu ibarelerin eklenmesini istiyor:
“….. görevdeki personel ile kamu görevlisi sıfatı sona erenlerden, görevde oldukları süre içerisinde bulundukları makam ve görevlerine ilişkin unvanlarını kullanarak….”
Örneğin eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ, “eski genelkurmay başkanı” unvanıyla bir TV yayınına katılırsa, getirilmek istenen bu yeni suçun kapsamına girmiş olacak.
Bir defa burada hukuk tekniği açısından bir sorun, bir gereksizlik söz konusu.
Zira yasanın mevcut hali zaten “…açıklamada bulunanlar her kim olursa olsun” diyerek suçun failinin muvazzaf asker yahut sivil, herkes olabileceğini söylüyor. Bu bakımdan, teklifle getirilmek istenen “görevdeki personel ile kamu görevlisi sıfatı sona erenler” fazlalığına hiç gerek bulunmuyor.
Peki öyleyse, yasanın mevcut halinin onlar hakkında da uygulanmasına zaten imkân varken “kamu görevlisi sıfatı sona erenler” denilerek eski askerlerin Askeri Ceza Kanununun bu maddesinde ismen ve bilhassa zikredilmesiyle amaçlanan şey nedir?
Korkutma? Yıldırma? Sindirme?
Muhtemelen, evet.
Değişiklik teklifinin akla getirdiği bir diğer soru ise “kendisine özel bir mezuniyet verilmediği halde” ibaresiyle ilgili.
Bir izin alınması mı gerekecek? Öyle ise, bu izin nasıl alınacak? Kimden alınacak? Hangi konularda alınacak? Söz konusu eski askerlerin bir kısmına MSB veya Genelkurmay tarafından süreli veya süresiz izin mi verilecek?
Anlaşılan o ki hem siyasi iktidar hem de asker yöneticiler, güvenlik politikaları alanına uzmanlıklarına dayalı kamusal katkı yapmak ve demokratik eleştiri getirmek isteyen eski askerleri susturmak ve bu alanı ya “dokunulmaz” kılmak, ya da bu alanı sadece “makbul” eski askerlerin var olması için boşaltmak istiyorlar.
Böylelikle, TSK’nın Suriye ve Irak’ta kullanılmasından savunma sanayii ihalelerine, ordudaki ideolojik gruplaşmalardan göçmen kaçakçılığı yapan general haberlerine, askerin doğal afetlerde görevlendirilmesinden YAŞ kararlarına kadar birçok konu, ya MSB’nin “gereği yapılmıştır” türünden açıklamalarına, ya da “makbul” eski askerlerin olumlayıcı tevillerine kalmış olacak.
Emekli amiral Kıyat’ın dediği gibi, gerçekten de bir “deli saçması” olan bu teklifin yasalaşmayacağını umuyorum. Ancak yasalaşsa bile “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar” diyen Anayasa’nın güvencesiyle iptal edileceğini tahmin ediyorum.