Ana SayfaYazarlarİçbükey ayna

İçbükey ayna

 

Kurucu üyelerinden olduğu Avrupa Konseyi’nin (AK) Parlamenterler Meclisi (AKPM) başta olmak üzere çeşitli organlarınca düzenlenen raporlar, Türkiye için, özellikle Avrupa Birliği’ne (AB) adaylığının resmiyet kazandığı Helsinki zirvesine kadar, demokrasi düzeyini yansıtan bir ayna işlevi görüyordu. Bu işlevi daha sonra her aday ülke için düzenlediği yıllık ilerleme raporlarıyla AB üstlendi, AK arka planda kaldı.

 

İkinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’da kalıcı barışı sağlamak için yürütülen çalışmalar bağlamında “uluslarüstü yerine “hükümetlerarası” örgütlenmeyi savunagelen Churchill’in adeta kurucu babalığını yaptığı Avrupa Konseyi zaman içinde demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına dayalı Avrupa değerlerini savunan ve geliştiren uzman bir kuruluşa dönüştü. Bu konularda bugün her vesileyle atıfta bulunulan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve ek protokolleri ile sözleşmenin uygulanmasını denetlemek ve yorumlamakla yetkili bir mahkeme olarak kurulmuş olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve içtihatları Avrupa Konseyi’nin bu niteliğini açıkça ortaya koyuyor.

 

Aslında AB üyeliği için karşılanması öncelikle şart koşulan Kopenhag siyasi ölçütleri AK’nin demokrasi kriterleriyle birebir örtüşüyor. AB’ne aday ülkelerin” istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasiye sahip olmaları, hukukun üstünlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini azınlıklara ayrımcılık yapılmaksızın benimsemeleri” bir yerde AK’ne üyelik koşullarını yerine getirmeleri anlamına geliyor. Nitekim bugüne kadar hiçbir ülke AK üyesi olmadan AB üyeliğine kabul edilmiş değil. O bakımdan AK üyesi bir ülke, “izleme prosedürü” altında değilse, ilke olarak Kopenhag siyasi ölçütlerini karşılıyor demektir.

 

Bu hususları hatırlatmamın nedeni, AKPM’nin Türkiye’nin 1996-2004 döneminden sonra yeniden izleme prosedürüne tabi tutulmasını öneren Godskesen/ Mikko raporunu ve eki karar (résolution) tasarısını benimsemiş olması. Bu, AB müzakere süreci açısından da oldukça ciddi sonuçları olabilecek bir karar. Nitekim Aralık 2004’de Brüksel’de yapılan AB Zirvesi’nde Türkiye’nin Kopenhag siyasi ölçütlerini yeterli ölçüde karşıladığına ilişkin olarak alınan karar AKPM’nin izleme sürecinden çıkarılmasını temel almıştı. Aradan geçen 13 yıl içinde siyasi kriterleri karşılıyor olduğu halde Türkiye’nin müzakere süreci siyasi gerekçelerle tıkandı.

 

Türkiye’nin Parlamenterler Meclisi’nde 18 parlamenterle en çok üye bulunduran üyelerinden olduğu Avrupa Konseyi’nde bu karar alınıyorsa, benzeri bir kararın üyesinin bulunmadığı Avrupa Parlamentosu’ndan (AP) çıkması kaçınılmaz görünüyor. Bu takdirde Türkiye-AB ilişkileri bundan 13 yıl öncesine dönmüş olmakla kalmayacak, ayrıca süresi belirsiz yeni bir bekleme dönemi başlayacak. AKPM’nin tam izleme prosedürü, kısaca “İzleme Komisyonu” olarak adlandırılan üye ülkelerin yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini denetlemekle görevli komisyonuna mensup iki raportörün ilgili ülkeye düzenli aralıklarla ziyaretlerde bulunarak yetkili makamlarla sorunları çözmek için diyalog kurmasını öngörüyor.

 

Godskesen/ Mikko raporu ve eki karara bakıldığında dile getirilen sorunların çözülmesinin pek de kolay olmadığı görülüyor. Çünkü söz konusu kararda, maruz kaldığı darbe girişiminin üzerinden sadece 10 ay geçtiği halde Türkiye’den AİHS’nin 15. maddesi uyarınca ilan edilen Olağanüstü Hal’in kaldırılması, zorunluluk hali dışında KHK uygulanmalarına son verilmesi ve tutuklu “gazetecilerin” salıverilmesi gibi ivedi önlemler alması talep olunuyor. Raporda ayrıca 16 Nisan referandumunda “hayır” cephesinin başını çeken CHP tarafından dillendirilen kampanyanın eşit koşullarda yapılmadığı ve mühürsüz oy pusulalarının geçerli sayılmaması gerektiği iddialarına hak veriliyor. Tüm bu hususlar demokratik ölçütlere aykırı uygulamalar olarak değerlendirilerek Türkiye’de demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları bakımından kaygı verici bir gerileme olarak ortaya konuluyor.

 

AKPM’nin bu yaklaşımı Türkiye’ye tutulan bir aynanın görüntüsünü yansıtıyorsa bu aynanın normal değil “ıraksak (divergent) bir merceği olan iç bükey bir ayna” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü normal bir ayna olsaydı, aynı zamanda, hatta daha önce Fransa’nın 13 Kasım 2015’de 130 sivilin yaşamını yitirmesine yol açan Paris’teki terör saldırılarından bu yana ve Temmuz ortalarına kadar defalarca uzatılmış olan olağanüstü hal uygulamasından duyulan kaygı da dile getirilir ve bir an önce kaldırılması gerektiğinin altı çizilirdi. Unutmayalım ki Fransa bu dönemde iki turlu Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri yapıyor. Maruz kaldığı saldırılar ne kadar ciddi olursa olsun, Türkiye’nin asker sivil bürokrasisi içine sızmış ajanlar tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan darbe bir yana, toprak bütünlüğüne yönelik çoklu terör saldırılarıyla hiçbir şekilde karşılaştırılabilecek boyutlarda değil.

 

Kaldı ki demokratik standartlardan uzaklaşma söz konusu edilecekse, AK üyelerinin büyük çoğunluğunun 15 Temmuz’da AİHS’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesini açıkça ihlal etmiş ve darbe girişimi başarısızlığa uğrayınca kaçarak ülkelerine sığınmış olan darbecilerin Türkiye’ye iadesinden kaçınmaları öncelikle dile getirilerek kınanmalıydı. Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik saldırılarda bulunan PKK’nın militan ve sempatizanlarını ülkelerinde barındıran AK üyelerine de ciddi eleştiriler yöneltilmeliydi.

 

Söz konusu üyelere yukarıdaki gerekçelerle yöneltilmesi gereken eleştirilerin yapılmaması ve tam aksine Türkiye’nin hedef tahtasına oturtulması, Dışişleri’nin AKPM’nin bu kararını “maksatlı çevrelerin ayak oyunu” olarak niteleyen açıklamasına haklılık kazandırıyor. Türkiye için önemli olan, bu açıklamada altının çizildiği gibi “AKPM'nin bu haksız, siyasi ve yanlı kararına rağmen, demokratik standartlara, insan haklarına ve bu alandaki uluslararası yükümlülüklerimize bağlılığımızdan ödün verilmemesi” kuşkusuz.

 

Bu bağlamda, AKPM kararında “idamın geri getirilmesinin AK üyeliği ile bağdaşmadığı” hatırlatmasının Türkiye’den alması istenen yukarıda eleştirdiğim “acil” önlemlerden farklı olduğunu belirtmekte yarar var. Bu, Dışişleri’nin açıklamasında sözü edilen uluslararası yükümlülüklerimizden biri ve Türkiye’de yanlış bilindiği gibi sadece üyesi olmadığımız AB’nin değil, asıl kurucu üyesi sayıldığımız AK’nin üyelik koşullarından biri. Dolayısıyla üye olmadığımız ve belki de hiçbir zaman olmayacağımız AB’ye bugünkü konjonktürde rest çekmek ne kadar haklı bir tepkiyse idama geri dönülerek AK ile köprülerin atılması da o kadar yanlış olur. Çünkü AİHS’in 6 ve 13 sayılı ek protokollerinden imzamızın geri çekilmesi Türkiye’nin demokrasiden uzaklaştığı temeline dayanan tüm iddialara haklılık kazandırır. Bu önemli hususun altını özellikle çizmekte yarar var.        

- Advertisment -