Biraz ara verdiğim için, bunları kendi kendime de tekrarlamak ve hatırlatmak ihtiyacını duyuyorum. 1960’lar ve 70’lerde doruğuna çıkan, bugün ise çözülen ve unutulmaya yüz tutan bir sol kültürün geçmişini, tarihsel gelişme sürecini incelemeye koyuldum. Çünkü bir, geniş ve genel anlamda solun (ister eski ve yaşlı Marksistlerin, ister CHP kadroları ve tabanının) zihinsel yapılarını, siyasî düşünüş tarzlarını içten içe bu kültür serüveni belirledi, belirliyor.
Fakat iki, dünya değişti; 19. ve 20. yüzyılların bu sol kültüre hayat veren büyük dâvâları geride kaldı. Fransız Devrimi yok. Marksizm yok. Ekim Devrimi ve Sovyetler yok. Kemalizm yok. Faşizm ve Nazizm yok. Dekolonizasyon yok. Vietnam ve Cezayir yok. Örgütsel devamlılıklar kalmadı. Tarihsel partilerin sadece karikatürleri kaldı. Eski sloganlar ve mücadele biçimleri de yitirdi çekiciliğini. Şimdi yeni meseleleriyle yeni bir dünya var. Yeni kitleler, yeni nesiller var. Yeni dâvâlar için, yeni tarz çabalar gösterilmeli.
Bunun için de yeni bir sol gerekli. Şu anda, ancak eskisinin, Marksist ve Marksizan solun negatifleriyle tarif edebiliyorum: Tek bir mutlak ve nihâi hedefi değil, hep göreli hedefleri olan bir sol. Devrimci (ihtilâlci) olmayan, ayaklanmacı olmayan, maksimalist (azamîci) ve dolayısıyla sürekli çatışmacı, boyölçüşmeci olmayan bir sol. Şiddeti ve “haklı şiddet” teorilerini reddeden bir sol. Ezelî ve ebedî nefretlerden beslenmeyen, “dost dost ille kavga” demeyen, yerine göre barışan ve uzlaşan bir sol. Çok daha geniş ve derin demokrat bir sol. Ahlâklı bir sol. Evet, reformcu bir sol. Tümüyle ve bütün felsefesiyle, hayat ve realite karşısında olanca duruşuyla “yetmez ama evet”çi bir sol. Ütopyacı da, bilimci (bilimperest) de olmayan bir sol. Sırf programatik vaatleriyle siyasî iktidarı değil, üslûbu ve davranışlarıyla varlığının her ânında toplumu değiştirmeye çalışan bir sol. Namuslu, içsel vicdanı güçlü, hakkaniyet duygusu yüksek bir sol. “Tencere dibin kara, seninki benden kara”cı olmayan bir sol. Türkiye somutunda, mahalleleşmeyi aşabilen, aşabilecek bir sol. Bir zamanlar Marx, eski sokak fotoğrafçısı deyimiyle “kapitalizmin arabı”ndan ibaret bir sosyalizm sunmuştu. Biz de aşağı yukarı aynı noktadayız. Henüz “Marksist sosyalizmin arabı”ndayız; içini dolduramıyor, yanlışları sıralamakla kalıyoruz.
İyi de, nasıl varılacak oraya? Bırakalım varmayı; bu değişim yoluna nasıl girilecek? Mevcut pozisyon ve kutuplaşmaları düşünürsek, kendiliğinden olamayacağı kanısındayım. Burada sol aydınlara büyük sorumluluk düşüyor. Entellektüel tembellikle, kibirle, kendinden hoşnutlukla olmaz. Solun kültürü değişecekse, kendi kendine bilinçli bir eleştirellikle bakabildiği ölçüde değişecek. Tek tek bütün yapıtaşlarına bakıp, yoklayıp, bu niye burada var diye sorabildiğimiz, bugününü geçmişten başlayarak sorgulayabildiğimiz ölçüde değişecek. Tabii asıl, birkaç yazarla sınırlı kalmayıp popülerleşebildiği, kitleselleşebildiği ölçüde değişecek.
Olsa bile ben göremeyeceğim, 1960’lar kuşağı olarak bizler göremeyeceğiz kuşkusuz. Ne yapalım; yaşıyoruz şunun şurasında. Ben de belki böyle bir dönüşüme katkım olur diye bu konuyu açtım; yazmaya devam ediyorum. Aydınlanma’yı, Fransız Devrimini, 19. Yüzyıl Marksizmini geçtim. Leninist emperyalizm ve anti-emperyalizm teorisini eleştirmeyi sürdürüyorum.