Ana SayfaAli Bayramoğlu'yla BugünlerAli Bayramoğlu: “Paris Olimpiyatları açılışı, LGBT'leri erkek ve kadınlarla eşitleyen bir hamleydi"

Ali Bayramoğlu: “Paris Olimpiyatları açılışı, LGBT’leri erkek ve kadınlarla eşitleyen bir hamleydi”

Ali Bayramoğlu ile Bugünler’de bu hafta: "Paris Olimpiyatları’nın açılış törenine olumsuz bakanlar, açılışı hedonizm yerleşik değer veya din karşıtlığı, cinsiyetsizlik ya da bir tür eşcinselliğin ve mağduriyetin merkezde olduğu yeni kimlikçilik olarak gördü ve itiraz etti. Bu kanaatte değilim. Bir kere Paris Olimpiyatları'nın açılışı avangard bir açılıştı. Paris adeta bir sanat sahnesine dönüşmüştü. Bu sahnedeki parçalar ve onlardan oluşan bütün, zaman zaman irkilten ama aynı zamanda düşünmeye sevk eden, tavır almaya iten ve meselesi olan bir dil olarak karşımıza çıktı. Farklı tekniklerden oluşan büyük bir enstalasyon adeta bir Paris Bienali gibiydi."

İZLEMEK İÇİN

Ali Bey, Paris Olimpiyatları’nın açılış töreni oldukça kapsamlı ve uzun çalışılmış bir etkinlikti. Ancak bu tören, özellikle Türkiye’de LGBT propagandası ve Hz. İsa’nın son akşam yemeği tasvirleri gibi bölümleri nedeniyle eleştirildi. Erdoğan, bu yüzden törene katılmadığını belirtti ve Papa Fransuva ile bu konuyu görüştü. Erdoğan, olimpiyatlarda din liderlerine meydan okunmasının ve ahlaki çöküntünün alarm zili olduğunu ifade etti. Siz bu töreni izlediniz mi? Erdoğan’ın açıklamaları ve Olimpiyatların açılış töreni hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hangisinden başlayalım? Paris Olimpiyatları’nı tabii izledim. Herkes gibi ben de tarihi bir ana tanıklık ettim. Kimisi için bu son derece olumsuz, kimisi için son derece pozitifti. Her yerde tartışıldı. Le Monde, Liberation gibi gazeteler, Fransa’nın sağ ve sol olarak bu konuda ikiye bölündüğünü; dindar muhafazakar sağ kesim tepki gösterirken, daha sol ve demokrat kesimin özgürlükler bakımından bu işten memnun olduğunu belirtiyordu.

Türkiye’den başlayalım istersen: Erdoğan’ın “Ben gidecektim, torunum uyardı” sözleri aslında bir siyasetçi değil, bir padişah konuşması. Torunuyla yaptığı diyalog çok şahsileşmiş, artık şahsiliği kendi ailesine kadar indirmiş, kararları torununun uyarıları üzerinden de alabilen, kurumsallığın sıfır olduğu, hepimizi tebessümle karşılatan bir durum. Bunu geçelim. Erdoğan’ın  buna bir reaksiyon vermesine gelelim. Erdoğan’ın açılış sonrası, meseleye dünya ahlakı açısından ağırlığını koymaya çalışması biraz teatraldı. Papa’yı aradı, Papa’dan gelen cevap ve reaksiyon kuvvetli olmadı. Evet, kilise konseyleri ve Papalık açılıştaki bazı anları telin ettiler ama bu konuda çok yüksek polemikler yaratacak bir siyasi tavır içine, bir meydan okuma içine girmediler. Bunu yapmaya kalkan Erdoğan, Hristiyan değerleri ve muhafazakarlık konusunda ahlak biçen, ahlak düzenleyen bir görüntü vermek istedi ama olamadı. Ne dünya basınında ne Türk basınında bu görüşmenin bir yeri, bir anlamı ,bir karşılığı oldu. 

Esasa gelelim. LGBT meselesi tüm dünyanın son dönemde özgürlüklerle, özgürlük alanlarının genişletilmesiyle ilgili en kritik, önemli meselelerinden biri. Bireysel davranışlarda, bireysel tercihler ve varoluştaki özgürlük alanını tanımlama bakımından özellikle son derece önemli bir tema. Malum Türkiye dahil, dünyanın birçok yerinde şu veya bu biçimde gündemde. Eşcinsel evliliklere müsaade etmekten birlikte yaşamayı desteklemeye ya da bunlara kuvvetli itirazlara, yasak ve yaptırımlara kadar giden bir skalada karşımıza çıkıyor. 

Bu, bence esasen, insana dair bir özgürlük alanının genişletilmesi mücadelesidir. 

Bu tür mücadeleler yerleşik değerleri karşısına aldığı oranda elbette farklı tutumları tahrik eder. Nitekim Paris olimpiyat açılışı bunun kanıtı. Açılışta öne çıkan iki temel husus vardı: Biri İsa’nın son yemeğinin üçüncü cinsel kimlik etrafında hicvedilmesiydi. Diğeri birçok gösteride LGBT’nin, trans bireylerin ya da gaylerin ön planda sahne almalarıydı. Bu tür meydan okuyucu radikal çıkışlar, az önce söylediğim gibi, tartışmaları doğal olarak tahrik ederler.  Tartışmalar ve taraflara tepki vermenin benim açımdan bir anlamı yok. İnsanlar bu tür avangard gösterilere ve sunumlara farklı tepkiler gösterirler. Bu, çoğulluğun gereğidir. Hepimiz her şeyi iyi bulmak ya da hepimiz her şeyi aynı anda eleştirmek durumunda değiliz.

Ben ne düşünüyorum? 

Açılışa, sefahatçılık, yerleşik değer karşıtlığı, cinsiyetsizlik ya da bir tür eşcinselliğin ve mağduriyetin merkezde olduğu yeni kimlikçilik olarak bakanlarla aynı kanıda olmadığımı zaten ima ettim.  Bir kere Paris Olimpiyatları’nın açılışı avangard bir açılıştı. Paris adeta bir sanat sahnesine dönüşmüştü. Bu sahnedeki parçalar ve onlardan oluşan bütün ,zaman zaman irkilten ama aynı zamanda düşünmeye sevk eden, tavır almaya iten ve meselesi olan bir dil olarak karşımıza çıktı. Farklı tekniklerden oluşan büyük bir enstalasyon  adeta bir Paris Bienali gibiydi.

Açılışı estetik olarak mükemmel buldum. Onu bir kere söyleyeyim. Benim seyrettiğim en estetik,  dekoruyla, şehri kullanmasıyla en mükemmel gösterilerden bir tanesiydi. Artistik ve zarafet olarak burada tartışılacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Kendi açımdan en azından. Yine bu sahnede üç tane şey iç içe girdi. Biri tanesi tarihti. Fransızların tarihe bakışları onaylanır onaylanmaz, ama bir  hatırlatma  ve tavırdı. Fransız devriminin şiarlarına başka unsurlar da ekleyerek tarih üzerinden bir gösteri sundular. İkincisi teknoloji inanılmaz kuvvetli devredeydi. Üçüncüsü artistik boyut, yaratıcılık çok güçlüydü. 

İçeriğine geldiğimiz zaman; insanlık tarihi, bir yönüyle, kendisiyle ilişkisinin tarihidir. Bu yön, insanın varoluş, yaşam ve özgürlük mücadelesinin kazınılmış ve kodlanmış girdilerinden oluşur. İnsanın türlü kimlikleriyle, bazen saf olarak gerek toplum, gerek inanç, gerek devlet karşısında alan kazandığı bir öyküdür bu. Buna, insan hakları, evrensel değerler adını veriyoruz. Farklı dönemlerde ve farklı toplumlarda insanların çeşitli konumlardaki özgürlük mücadelelerinin bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlanarak bugün bütün dünyanın, bütün insanlığın hizmetinde, haklar düzenini oluşturması, insani medeniyenin kendi iç öyküsünün en kuvvetli katmanıdır.

Köleliğin kalkması, ırk ayrımların sona ermesi, çalışma saatlerinin 18 saatten 8 saate düşürülmesi, sendikaların kurulması, çocuk işçiliğinin yasaklanması, kadın hakları büyük  mücadelelerin sonunda elde edildi. İngiltere’de 100 yıl önce süfrajetlerin verdiği büyük kadın hakları mücadelesi, bugün medeni hukukların tüm ülkelerde değişmesini ve kadınlara erkekle eşit özgürlük alanları tanınmasını sağlayan bir gelişmenin başlangıç adımıydı.

Demek ki her dönemde çeşitli temalar ve durumlar, özgürlüğün kısıtlandığı konular olarak ortaya çıkar. Bu, ülkeler arasında ve kültürler arasında da böyledir. Müslüman, laik, kadın, erkek, işçi, patron gibi gruplar arasındaki eşitlik, özgürlüklerin ve evrensel değerlerin temelini oluşturur.

Peki, LGBT’ler? Bugün itibariyle, ünlü felsefeciler Foucault ve Barthes gibi homoseksüel büyük düşünürlerin homoseksüelliklerini açıklayamadıkları ve ilişkilerini gizli kapaklı yaşamak zorunda kaldıkları 1960’lı yıllar geride kaldı. LGBT, birçok bilimsel görüş tarafından bir doğum hali ve bazen tercih olarak kabul ediliyor. Bu durumda, LGBT’lerin yaşam alanının dar veya geniş tutulması, özgürlüğün temel temalarından birini oluşturur. İstanbul Sözleşmesi veya Türkiye’de yapılan LGBT toplantıları, bu topluluklara verilen destekler ya da verilen reaksiyonlar, aslında bir cinsel yönelim tartışmasından ziyade, bireyin özgürlüğünün, cinsel haklarının önündeki engellerin kaldırılması anlamına gelir.

Paris acılışı, LGBT’leri erkeklerle ve kadınlarla eşitleyen bir hamle yaptı.  Bunu mükemmel bir hamle olarak görüyorum, özgürlükler açısından. Politik olarak doğru bir adım atılmıştır. 

- Advertisment -