Sezonun ilk maçı, iyi ya da kötü her şeyi her hareketi, ilk olmanın anlam dünyası içinde hoş görmek, toleransla değerlendirmek mümkün; hatta bir dereceye kadar gereklidir de. İlk ciddi tüm sınavlar, heyecan fırtınasının dipten esen kuvvetine bağlı olarak, oyuncuları kısmen aptallaştırabilir. Önce ki sezonlarda ciddi performanslarını izlediğimiz kimi oyuncular, çok acemice davranışlar sergileyebilir ve sanki, kahir ömründe, ilk kez yeşil çimlere ayak basmış gibi, şaşkın davranışlar sergileyebilir. Bütün bunlar birer olumsuzluk olmakla birlikte, o oyuncu ya da o oyuncuları bundan ibaretmiş gibi yorumlayıp, kimi sonuçlar çıkarmak çok yanıltıcı olabiliyor.
Amedspor, diğer bir deyimle Ersun Yanal takımı, ilk kırk beş dakika itibariyle hazır ve formda görünmedi. Paslar ve topla buluşmalar sert ve bir tenis topunun rakete değip sekme kıvamımdaydı sanki. Hiçbir oyuncu, sahanın hiçbir bölgesinde topu tek hamlede yumuşak biçimde kontrol altına alamadı. Bu kas gerginliği, haliyle bilek esnekliğini etkisizleştirdi. Top kontrolu olmayınca doğal olarak hiçbir taktik, hayata geçme imkânı bulamadı. Topu kontrol etmeden topa istikamet tayin etmek mümkün olmaz. Burada teknik bakımında, çok ciddi bir sorun çıkıyor ortaya. Yılların oyuncuları bile, topu yanlış ayakla kontrol etmeye çalıştı. Hatta bir adım daha ileriye giderek, bütün oyuncuların, kontrol ayağıyla hamle ayağını birbirine karıştırdıklarını söylemek hakikati ifade etmek olur. Topun geliş yönüne göre uygun ayak ile topu kontrol etmek ve göndereceğiniz yere göre de hamle ayağını kullanmak futbol oyunun ABC’sidir.
Ama itiraf etmek gerekirse en çok yadırgadığım hadise, kalecinin, hedef gözetmeden, hep uzun vurması oldu. Tamam, Ersun Yanal, toplu çıkışları riskli bulmuş olabilir ve büyük ihtimalle de öyle de oldu. Maçın başlarında takım kaleciden başlayarak açılış paslarıyla alan kat etmek istedi, doğrusu çok başarılı oldukları söylenemez ama Ersun Yanal’ın bu kadar çabuk vazgeçmesi, kendi oyununa ve karizmasına gölge düşürdü. Sen oyununu oyna, sırf bu yüzden mağlup olman yadırganır bir şey olmazdı. Anlaşılan Yanal, ilk maçta oynamak yerine yenilmemeyi tercih etti.
Uzun ve isabetsiz vuruşların yanına bir olumsuzluk olarak, yine defanstan çıkan serseri topları eklemek, tablonun, negatif ruhuna ayrkırı olmaz. Öyle çok serseri vuruş yapıldı ki, sonuçta hepsi rakipte eridi, ruhumu afakanlar bastı. Yenilmemenin faturası bu kadar abartılmamalıydı. Yenilmemek için bu kadar olumsuz tavırlara yeşil ışık yakılmamalıydı.
Takım kaya gibi sert, bir o kadar da esneklikten yoksun. Ağır antrenman programı oyuncularda bu etkiyi yol açabiliyor maalesef. Umuyor ve diliyorum ki öyle olsun.
Futbol oyunun temel besini pastır. Pas kalitesi bu kadar düşük olunca, hocanın tasarladığı oyunu okumak da mümkün olmaz. Maç başlamadan önce ekrana yazılan dizilim 4-2-3-1 şeklindeydi. Reel oyunda bunu görmek mümkün olmadı. Dolayısıyla alan kat etmek için topun nasıl dolaşacağına tanık olamadık. Defansın direnç merkezini, rakip ceza sahası çevresine inmeden ateşli meşalesini göremedik. Defans topu kazanmak yerine topu uzaklaştırmak için aktif rol aldı.
Hiç kimse kusura bakmasın bu defans filan değil. Bu defansif oyun hiç değil. Çünkü uzaklaştırma vuruşları oyun kurucu olamaz. Orta saha ve hücum vasatın altında kaldı. İlk maçı diyelim ve ikinci maça daha umutla bakalım.