Ana SayfaManşetKocatepe’deki o fotoğrafı Sovyet ajanı mı çekti?

Kocatepe’deki o fotoğrafı Sovyet ajanı mı çekti?

30 Ağustos yıldönümlerinde, Atatürk’ün Kocatepe’de çektirdiği meşhur ve etkileyici fotoğraf yine her yerdeydi.Peki, bu fotoğrafı 26 Ağustos 1922 günü Kocatepe’de kim çekmişti?

30 Ağustos yıldönümlerinde, Atatürk’ün Kocatepe’de çektirdiği meşhur ve etkileyici fotoğraf yine her yerdeydi.

ayakkabı, giyim, kişi, şahıs, adam, insan içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Savaşı yönettiği tepedeki düşünceli ve yalnız bir komutanın bu etkileyici pozundan heykeller yapıldı, paralar basıldı.

En ünlüsü Taksim anıtındaki heykel.

heykel, dış mekan, anıt, abide, bina içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Peki, bu fotoğrafı 26 Ağustos 1922 günü Kocatepe’de kim çekmişti?

Herkesin bildiği isim Etem Hamdi (Tem).

giyim, adam, insan, kişi, şahıs, dış mekan içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Kendi anlatımına göre 1892 Halep doğumlu.

Fotoğrafçılığı Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde asker olarak bulunduğu Bakü’de öğrenmiş. Bakü düşünce önce Batum’a sonra vapurla İstanbul’a geçmiş.

Bir 10×15 cam çeken Refleks ICA fotoğraf makinesi edinip İzmir’e gitmiş, Yunan işgalinin ve Türk köylerine saldırılarının fotoğraflarını çekmekle görevlendirilmiş, çektiği fotoğraflar Halide Edip, Yusuf Akçura ve Yakup Kadri’nin hazırladığı “Orta Anadolu’da Yunan Mezalimi” adlı Batı dünyasına yönelik propaganda kitabında kullanılmış.

Sonra da Batı cephesinde elinde fotoğraf makinesi olan bir yedek subay olarak Mustafa Kemal’in yanında yer almış.

Kocatepe’deki fotoğrafı çektiği bilgisinin kaynağı da bizzat Tem’in 1972 yılına kadar verdiği röportajlar.

1928’de Milliyet gazetesinde Falih Rıfkı Atay’a, 1942’de Radyo Mecmuası’nda Hikmet Münir Ebcioğlu’na, 1960’da Ulus’ta Fikret Otyam’a, anlatırken zaman zaman ağlayarak verdiği röportajda Kocatepe fotoğrafının hikayesini anlatmıştı.

Fikret Otyam’a verdiği röportaj en ayrıntılısıydı:

“O sabah Kocatepe’de bulunuyorduk. Taarruz, şafak vakti saat beşte başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, günler ve geceler süren yorgunluğuna rağmen ayakta, vaziyeti adım adım takip ediyor, direktifler veriyordu. Bir ara kumandanlardan ayrıldı. Tek başına, kayalıklar arasında dalgın ve düşünceli dolaşmaya başladı. Zaman zaman sahra dürbünleriyle düşman cephesine bakıyordu… Bir aralık o kayalık tepenin ucuna geldi. Hafifçe eğilmişti. Başparmağı dudaklarının arasındaydı… Hemen objektifimi çevirdim, adeta nefes almayacak kadar bir sessizlik içinde deklanşöre bastım, resmini çektim. Saat 11’di..”

1971 yılında ölen Tem ile ilgili çıkan haberlerde “bütün arşivinin ölümünden sonra yakılmasını” vasiyet ettiği yazılmış.

Kırgınlığının sebebinin yaşarken fotoğraf arşivine hak ettiği değerin verilmemesi, istediği teliflerin ödenmemesi olduğu anlaşılıyor.

Çocuğu olmayan Tem’in ölümünün ardından Gaziler Cemiyeti, arşivinin Genelkurmay Başkanlığı tarafından satın alınması istemiş, ama devrin süper Kemalist generalleri bunu yapmamış.

Böylece geçimini sağlamak zorunda kalan eşi arşivinin bazı parçalarını satmış, bazılarını elden çıkarmış.

2010 yılında Sabah gazetesinde çıkan habere göre, cam fotoğrafları kırılmaktan kurtaran, Banker Kastelli’nin verdiği para olmuş:

Kastelli’nin şirketinin “kültür direktörü” olan eski Milli Saraylar Müdürü Arkeolog İlhan Akşit, 1979’da fotoğrafları nasıl kurtardığını şöyle anlatmış:

“O tarihte Milli Saraylar Müdürü olarak görev yaparken bir gün protokol icabı dönemin İstanbul Valisi Nevzat Ayaz’la bir heyet karşılamaya havaalanına gittiklerini belirten Akşit, olayı şöyle anlattı: “Vali Bey’in yüzü asıktı. ‘Sayın Valim canınız sıkkın, hayırdır’ dedim. O da ‘Ya kaymakam başımın etini yiyor’ dedi. Atatürk’ün fotoğrafçısı vardı Ethem Tem. O fotoğrafçı ölmüş. Karısı gelip Silivri Selimpaşa’ya yerleşmiş. Kadının hafızasında da sorunlar varmış. Tem’in çektiği Atatürk’ün cam fotoğraflarını da sokaktaki çocuklar kırıyormuş. O zamanlar film yoktu tabii. Vali Ayaz bu durumu Ankara’ya yazdığını, Ankara’dan ‘Vilayetinizce çare bulunsun. Bizim yapacağımız bir şey yok’ yanıtı aldığını söyledi. Ben de Vali’ye ‘Merak etmeyin ben hallederim. Atatürk’ün camları kırılır mı. Üzülmeyin’ dedim.

Bir iki gün sonra şarkıcı Neco geldi yanıma. Bana ‘Kastelli’nin müzik direktörüyüm. Haldun Dormen de tiyatro direktörü. Sen de kültür direktörü olur musun?’ dedi. Ben de ‘Olurum’ dedim ve o anda aklıma geldi. Vali Bey’le bir kaç gün önce yaşadığımız şeyi anlattım. Atatürk’ün fotoğraflarının kırıldığını söyledim. ‘O fotoğrafları satın almak için para ayırabilir misin?’ dedim. Yılmaz Karakoyunlu da o dönem Kastelli’nin koordinatörü. Neco, Karakoyunlu’ya telefon etti o da para çıkaracağını söyledi. Parayı alıp, Ethem Tem’in karısının yanına gittim. Fotoğraflar harikaydı. Bazıları da kırılmıştı. Bir bavul dolusu cam fotoğraf vardı.

Ethem Tem’in karısı bana, ‘Evlat seni sevdim. Hürriyet gazetesi şu kadar verdi sen 50 milyon daha fazla ver sana vereyim bunları’ dedi. ‘Tamam’ dedim. Topladım bavulu çıkıyordum. ‘Bir bavul daha gözüme çarptı. ‘Bunda ne var’ dedim. Açtı yanımda orada da yine hiç bilinmeyen Atatürk’ün filmleri vardı. Para olmadığı için ‘Bunları sonra alayım’ dedim ve çıktım oradan. Üç gün sonra kadınla beraber ev de yandı. O filmler öylece yandı gitti. O cam fotoğrafları bir arkadaşa verdim o düzenledi. O da basıp basıp sattı. Hâlâ orijinalleri bende. Bir sandık dolusu cam fotoğraf var. Atatürk’ün Kocatepe’deki ünlü fotoğrafının da kartona basılı orijinali de bu fotoğraflar arasındaydı. Bu fotoğraflarla Kastelli’nin bir kültür kitabı yayımlandı.”

Yangın hikayesinin doğru olup olmadığı belirsiz.

Çünkü arşivin, en ünlü Atatürk resimlerinin de içinde olduğu bir kısmını Etem Tem’i eşi 1982’de gazeteci Kazım Dinç’e satmıştı.

Milyonlarca kopyası üretilmiş bu Atatürk fotoğrafı gibi kült resimlerden oluşan bir arşivden bahsediyoruz.

Başka bazı fotoğrafları ve Etem Tem’in anıları ise 90’lı yıllarda gazeteci Suzan Kapsız’ın eline geçmiş.

O da uzun yıllar elinde tuttuktan sonra bunları 2017’de Yeditepe Üniversitesi’ne bağışlamış.

Etem Tem’in İstiklal Savaşı’nda Gördüklerim ve İşittiklerim ve Resimli Anılar adlı iki başlık altında yazılmış anıları, Yeditepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Tülay Alim Baran tarafından 2020’de Tarihe Tanıklık Eden Bir Objektiften Kurtuluş Savaşı: Etem Tem’in Hatıraları adıyla basıldı.

Kendi hatıralarında Kocatepe fotoğrafının hikayesini Tem şöyle anlatıyor:

“Şafakla beraber fırladım makinelerimi aldım. Atıma binerek dörtnal Kocatepe’ye. Vardığım zaman taarruzumuz başlamıştı. Orada Başkumandanlık, Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti (Zeki Paşa), cephe ve ordu kumandanları ile harp kademesine mensup subaylar vardı.

“Herkes tepenin üstünde gözle görünen kanlı çarpışmayı takip ediyor. Muhabere şubelerinin kurdukları sahra telefonlarıyla gelen raporlar yazılıyor, dakikası dakikasına kumanda heyetine veriliyordu. Çok defa Başkumandan bu gelen raporları toplu bir halde kumandanlarla beraber okuduktan sonra onlardan ayrılıyor, kayalıklar arasında tek başına dolaşıyordu.

“Raporlar tevali ediyor ve bir raporu okuduktan sonra gruptan ayrılarak kayalıklar arasında çok hareketli ve heyecanlı bir şekilde dolaşırken Kocatepe’deki o resmini çekmiştim.

“Başkumandan’ın buradaki bu vaziyetini tarihe gösterebilmek şerefi benim objektifime düştüğü için ne kadar övünsem haklıyım zannederim. Bugün o tarihten 25 seneye yakın bir zaman geçtiği halde o resme ve o manzaraya bakmaktan ben hala doyamadım.

“İstanbul’da Taksim’de abide yapılacağı zaman Canonica (İtalyan heykeltraş) İstanbul’a gelmişti. O zaman (1926) Abide Komisyonu Reisi Doktor Hakkı Şinasi Paşa beni çağırdı ve bu resmin büyük kıtada bir agrandisman (büyültme) ile Anadolu harbine ait bazı motifler ve tip resimleri istemişti. … Muayyen günde fotoğrafları teslim ettim. Abide yapıldı. Sonuç malum.

İlginç bir şekilde, Etem Tem’in Kocatepe’de çektiği başka bir fotoğraf olmaması dikkat çekici.

Onun sebebini de 1960 yılında Fikret Otyam’a bir başka yangınla açıklamıştı:

“O gün 7×11 boyunda sekiz on rulo film çektim. Bir kaç tane 10×15 cam… Mustafa Kemal Paşa, bütün gün ağzına bir lokma koymamıştı… Gece ric’ate (geri çekilme) başladılar. 2 Eylül’de Uşak’a girdik. Vakit yoktu. Ahır bozması bir yerde bir kaç film yıkadım. Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah götürdüm. İçeri aldılar. Berberi traş ediyordu. Odada portatif bir masa, bir portatif karyola, iki iskemle vardı. Bir aralık odayı işaret etti: “A be…. Bu bir başkumandan odasına yakışmaz” dedi. Salih (Bozok) odayı halılarla süsleyeceğini söyledi. Zira o gün Trikopis getirilecekti. Gazi, fotoğrafları aldı, baktı. Parmaklarını fotoğrafların üzerinde gezdirdi ve çekti: “Çok güzel, ” dedi.

” 9 Eylül’dü… Kadifekale’ye çıkmıştık. Zaman güneş batımına yakındı. Deniz pırıl pırıldı… Şehir ayaklar altındaydı… Körfezde bazı vapurlar vardı… Dumanlıydı vapurlar… Bir rapor geldi. Süvarilerimiz İzmir’e girmişti….”Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri..” emri yerine getirilmişti. İzmir bizimdi yine…

Sonra mı?.. Ha, evet… Sonra otomobillerle şehre girdik. İlk işim bir fotoğrafçı bulmak oldu. Kocatepe’de çektiğim sekiz on rulo filmi bir Rum fotoğrafçıya verdim. Zaman geçirmek için etrafta biraz döndük, dolaştık… Sonra yeniden geldik. Fotoğrafçı geldiğimizi, içeri girdiğimizi görünce “fotoğraflarınız bir harika!” diye bağırdı. Baktım fotoğraflar daha yaş yaştı… Doya doya baktım…Hakikaten birer harikaydı…Taa Uşak’tan İzmir’e kadar bu anı bekliyordum. Fotoğrafların kuruyup, hazır olması için bir gün daha lazımdı. Ertesi günü gelip almak üzere karargaha, Bornova’ya döndük. Ertesi sabah otomobille indik İzmir’e… Millet yollara dökülmüştü… Bayram vardı… “Biraz sonra Mustafa Kemal gelecek” dedik… Görmeliydiniz o anı… İzmir yanıyordu… Ne dost ne düşman belliydi… Cayır cayır yanıyordu İzmir… Fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildik. Fakat ne görelim?.. dükkan yanmıştı… Uşak’ta o ahır bozması yerde yıkaya bildiğim birkaç film kalmıştı elimde… Ötekilerin hepsi fotoğrafçı dükkanıyla birlikte yandı kül oldu…”

Hatıralara göre Eylül 1922 yılında çektiği fotoğrafları basması için verdiği İzmir’deki Rum fotoğrafçının dükkanı ünlü İzmir Yangını’nda yakılmasa Mustafa Kemal’in Kocatepe’den şöyle bir fotoğraf daha olacaktı:

“26 Ağustos, saat 14.00. Salih Bey (Bozok) elinde bir karpuz dilimi yalvararak Mustafa Kemal’e uzattı, yemesini rica etti. Mustafa Kemal yere çömelmiş, sırtını sipere dayamış vaziyette dilimi ısırarak yiyordu. Manzara harikulade… Makinemi açtım. Gülerek yüzüme baktı: ‘Çek’ dedi, ‘Fena değil böyle.’ Görecektiniz… Bu hazine İzmir’de yandı, kül oldu.”

Atatürk’ün ünlü Kocatepe fotoğrafının Etem Tem tarafından çekildiğiyle ilgili anlatının özeti böyle.

Ama Atatürk’ün kullandığı ve şimdi müze olan orijinal Çankaya Köşkü’nün girişindeki yeşil salonun duvarındaki Kocatepe fotoğrafının altındaki imza ise bütün bu anlatımları doğrulamıyor.

Duvarda üç fotoğraf yan yana asılmış.

Biri Kocatepe’deki meşhur kare, diğerlerinden birinde Mustafa Kemal cephede yalnız, diğerinde İsmet Paşa ile beraber.

Köşkün online sunumunda fotoğraflar için şöyle deniyor:

“Yeşil boyalı duvarlarda Jean Weinberger tarafından çekilmiş Atatürk’ün 1920 tarihli fotoğrafları asılıdır.”

Kocatepe fotoğrafının izinde 2022 yılında Oksijen gazetesinde çok ayrıntılı bir makale yazmış olan Devrim Devecioğlu’nun müzeden sorumlu Mustafa Avcı’dan elde ettiği müze sunumunda ise şöyle deniyor:

“Bu mekânda Jean Weinberger tarafından çekilmiş fotoğraflar yer almaktadır. Batı duvarında; birinde Atatürk’ü, birinde Atatürk ve İnönü’yü, Güney duvarında ise Atatürk’ü Kocatepe’de gösterir, 1920 tarihli üç adet fotoğraf bulunmaktadır. Burada yer alan üç adet fotoğraf çalışması ise; 1929 yılında Jean Weinberger’dan satın alınmıştır.”

1920 yılı ve Weinberger soyadı, müzeyi hazırlayan ekibin hataları.

Çünkü fotoğrafların tarihi 1922 ve fotoğrafçının soyadı ise Weinberger değil, Weinberg.

İpek Çalışlar “Atatürk” adlı biyografisinde Müze Köşk Müdürü Dilek Kalındemir’den fotoğrafla ilgili aldığı bilgileri yazmıştı:

“Mustafa Kemal, Büyük Taarruz’a giderken beğendiği bir fotoğrafçıyı, Jean Weinberg’i de yanında götürmüştü. Kocatepe’deki unutulmaz Atatürk fotoğrafını deneyimli bir stüdyo fotoğrafçısı olan Weinberg çekti. Weinberg, çektiği fotoğrafı Mustafa Kemal’e de imzalatmıştı. Latin harfleriyle M. Qemal imzası, Weinberg için hazırlanmış internet sitesinden paylaşılan Kocatepe fotoğrafında rahatlıkla okunuyor. Ünlü fotoğrafçının Kocatepe’den çektiği üç fotoğraf da Müze Köşk’ün birinci katında, yeşil salonun duvarında asılı duruyor. Üçü de J. Weinberg imzasını taşıyor. Kocatepe’deki tek fotoğrafçı Weinberg değildi. Edhem Tem de oradaydı. Üstelik 1960 yılında, Fikret Otyam’a, Kocatepe fotoğrafını nasıl çektiğini anlatmıştı! Ancak Kocatepe fotoğrafının üzerindeki Weinberg imzası fotoğrafın sahibi konusunda kuşku bırakmıyor.”

resim çerçevesi, sanat, çizim, resim içeren bir resim Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Yeşil duvardaki diğer Atatürk ve İnönü resminde de Weinberg’in imzası var.

Peki, Jean Weinberg kimdi ve neden Kocatepe’de Atatürk’ün yanındaydı?

1887’de Avusturya Macaristan İmparatorluğu’na bağlı Romanya’nın Krayova kentinde fotoğrafçı bir Yahudi babanın oğlu olarak doğan Weinberg’in, Birinci Dünya Savaşı’nda casusluk filmlerini aratmayan hikayesini, onun hikayesi üzerine en önemli çalışmaları yapmış Prof. Dr. Savaş Arslan’dan okuyalım:

“Jean Weinberg, 1 Mayıs 1887’de Krayova’da fotoğraf dükkanları olan Avusturyalı bir ailenin çocuğu olarak doğmuş. 1910’larda Avusturya Macaristan İmparatorluğu ile Romanya arasında bir mücadele var. Bu mücadele sırasında Jean Weinberg, Avusturya Macaristan İmparatorluğu hesabına casusluk yapıyor. Romanya istihbaratı da onun peşine düşüyor. Kimliği ortaya çıkınca 1916’da, doğduğu Krayova’ya dönüyor. 1918’de yakalanıp tutuklanıyor. 1919’da mahkum ediliyor ve Moldova taraflarında bir çalışma kampına götürülürken kaçıyor. Sahte bir Sırp pasaportu ile Türkiye’ye geliyor. Bu pasaportta Lugoşlu olduğu yazıldığı için biz onu Lugoşlu sanıyor ve Macar olarak biliyorduk. Oysa ki Krayovalı. Zaten bizdeki kaynaklarda da 1920’den itibaren adı geçmeye başlıyor. Babası fotoğrafçı olduğu için çekirdekten fotoğrafçı. Türkiye’ye gelmeden önce Krayova’ya gidip bütün mal varlığını satıyor. İstanbul’a cebinde iyi bir parayla geliyor. O dönem için gözde bir meslek sahibi. İstiklal Caddesi 150 numarada Foto Franse adlı fotoğrafçı dükkanını açıyor.”

Pera’daki Foto Franse ya da Photo Français, kısa sürede devrin en meşhur fotoğraf stüdyosu haline gelmiştir.

Weinberg’in bir de Avusturyalı asistanı vardır: Othmar Pferschy.

Dönemin bildiğimiz pek çok İstanbul ve Türkiye fotoğrafında Weinberg’in imzasını görmek mümkün.

İşgal sırasında İstanbul’un fotoğraflarını çektikten sonra İstiklal Harbi’ni çekmek için Anadolu’ya geçer.

1922 Ağustos’unda Dumlupınar’da Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa’nın fotoğraflarını çekmiştir, Mustafa Kemal’in başka cephelerde de fotoğraflarını çekmiştir.

Cumhuriyet’in ilanından sonra da Atatürk’ün bugün artık her köşede olan ünlü fotoğrafların pek çoğunu o çekmişti.

Karşısına geçip ona poz verenler arasında İsmet İnönü de vardı.

1927’de daha sonra İzmir Fuarı’na dönüşecek İzmir Sergisi’nin fotoğraflarının altında da onun imzası vardı, sergiden bu yüzden bir altın madalya kazanmıştı.

1928’de Latin Alfabesi’ndeki ilk İstanbul gezi rehberi olan “İstanbul Rehberi”ni (Conducteur de Constantinople) dört dilde hazırlayıp dönemin valisine hediye etmişti.

1929 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği ilk güzellik yarışmasının fotoğrafçısı da Weinberg’di.

1930 yılında Stalin’in İstanbul’a sürgüne gönderdiği Troçki’nin, Büyükada’daki köşkünde Troçkistlerin İngilizce çıkardığı The Militant gazetesini okurken gösteren meşhur fotoğrafını çeken de Weinberg’den başkası değildi.

Türkiye’de siyasi tartışmaların da içindeydi. 1930 yılında Menemen Hadisesi sonrası Kubilay’ın ailesine bağış yapmış, ayrıca “Gazi’nin fotoğraflarından 500 tanesini Harbiye Mektebi’ne ve 500 tanesini de Talebe Birliği’ne” gönderdiğini duyurmuştu.

Fotoğraf stüdyosu Cumhuriyet Bayramları’nda, Donanma Günleri’nde gazetelere haber olacak kadar süsleniyordu.

Verdiği ilanlarda kendisini Atatürk ve bakanların fotoğraflarının tek yetkili acentası olarak tanıtmaktaydı. Atatürk’ün pek çok fotoğrafının telif hakkı ondaydı.

1933’te “Gazi’nin Eseri” adlı başta Atatürk olmak üzere, İnönü, bakanlar, Ankara fotoğraflarından oluşan bir fotoğraf albümü yayınladı.

Albümde cephelerde ve Ankara’da çektiği fotoğraflar vardı.

Zübeyde Hanım’ın bile fotoğrafını çekmişti.

O fotoğraflardan biri de Kocatepe’deki Atatürk’ün ünlü fotoğrafıydı.

Ama şöhretinin zirvesindeyken 1935’de varını yoğunu satılığa çıkararak İstanbul’dan kaçar gibi ayrılıp Kahire’ye gitti. Bütün ev eşyalarıyla birlikte, “müsaid fiatlerle” fotoğraf negatiflerini de satmıştı.

Peki ne olmuştu da 15 yıl sonra Türkiye’yi böyle apar topar terketmişti?

Bilinen sebeplerden biri, 1929 yılında Ankara’daki Cumhuriyet Bayramı kutlamasında Ankara Hipodrumu’nda Atatürk’ün bir başka fotoğrafçısı olan Cemal Bey’in (Işıksel) tripodunu tekmeleyince Atatürk’ü kızdırdığı ve resmi fotoğrafçı sıfatını böylece kaybettiği.

İkinci sebep ise 1932 yılında Meclis’te kabul edilen Türk Vatandaşlarına Tahsis Edilen Sanat ve Hizmetler Kanunu’na fotoğrafçılığın da eklenmesiyle işsiz kalması.

Kanunun uygulanması bir yıl geciktirilmişti.

Ama bunlar yine de 1935’de Weinberg gibi tanınan bir ismin herşeyini satarak apar topar ülkeyi terk etmesini açıklamıyor.

Weinberg, Kahire’de de büyük bir fotoğraf stüdyosu açmış, Kral Faruk ve ailesinin fotoğrafçısı olmuştu. 1942 yılında da Kahire’de hayatını kaybetti.

Atatürk’ün fotoğrafçısı Jean Weinberg’ın büyük sırrı ise ancak 75 yıl sonra ortaya çıktı.

2017 yılında iki prestijli Romen tarihçi Prof. Dr. Valeriu Avram ve Prof. Dr. Viorel Gheorghe, “İki Savaş Arası Dönemde Sovyet Sahasında Romanya’nın Enformasyon Eylemleri” adlı bir makale yayınladılar.

Makaleden, Türkiye’nin üç yıl sonra Prof. Dr. Savaş Arslan’ın 2020 yılında yayınlandığı makale ile haberi oldu.

Makalede, Romen istihbarat örgütü SSI ile Türk ve Yunan istihbaratlarının, Sovyet istihbarat teşkilatı GPU’nun Balkanlardaki faaliyetleri ve ajanları hakkında 1934 yürüttükleri ortak bir operasyondan bahsedilmektedir:

“1934 başlarında Türkiye ve Yunanistan’daki benzer servislerle işbirliğine geçerek bir araştırma gerçekleştiren SSI, Balkanlardaki Sovyet ajanlarının kullandığı bazı yöntemlerin İstanbul’da bir evden koordine edildiğini açığa çıkarır.”

Ortaya çıkan belgelere göre GPU’nun İstanbul’daki en etkili adamı Jean Weinberg’dir:

1934’te SSI (İstihbarat Gizli Servisi İstanbul’daki en önemli GPU ajaninın da kimliğine ulaşır, bu isim Jean Weinberg’tir. Bu kişi aslında Romen karşı-enformasyon servisinin eskiden beri bildiği birisidir. Jean ya da Iacob Weinberg 1 Mayıs 1887’de (Güneydoğu Romanya’nın Oltenya yahut Aşağı Eflak bölgesinin büyük şehri olan) Krayova’da fotoğraf dükkanları olan Avusturyalı bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Ardından Avusturya vatandaşlığı devam etse de 1916’da Romanya Ordusu’nun Krayova’daki 1. İstihkak Bölüğünde görevlendirilmiştir. 7 Kasım 1916’da (Krayova yakınlarında küçük bir kasaba olan) Balş’ta bölükten kaçar ve ardından Krayova’nın düşman kontrolüne geçmesinin iki hafta sonrasında şehirde Avusturya-Macaristan askeri üniformasıyla ortaya çıkar. İşgal sırasında defaeten Viyana’ya gider ve buradan aldığı ürünleri Krayova’da satar. Ailesinin başka bazı üyeleriyle birlikte işgal ordusuyla işbirliği yaparak birçok Oltenyalıyı (Batı Eflak) soymuşlardır. 1918 Kasım’ında Romanya Ordusu tarafından tutuklanarak Krayova Askeri Mahkemesine çıkarılmış ve 1919’da ise 10 yıl ağır çalışma cezasına mahkum edilmiştir. Weinberg mahkemesi sırasında kendi birimindeki diğerleri gibi muhafız eşliğinde Moldova’ya gönderilmek istemiştir. Ancak seyahat sırasında kaçarak kendisini bekleyen karısının olduğu Krayova’ya ulaşmıştır. Ardından ailenin bütün mal varlığını satarak, o dönemde Sırp Ordusunun kontrolündeki Lugoş’ta (1918’e dek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun bir parçası olan Banat ya da Güney Doğu Transilvanya’dadır) iki Sırp pasaportu edinmişlerdir.”

Makalede bu ajanlığın başlangıcı Kurtuluş Savaşı sonrasına tarihlendiriliyor:

“İşgal güçleri Boğaz’dan ayrıldıktan sonra ise GPU (1922-23’te Devlet Siyasi Müdürlüğü altındaki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin gizli polis örgütü) ajanı Schuroff kendisiyle bağlantı kurmuştur. Teklifi kabul eden Weinberg Sovyet istihbaratına da çalışmaya başlamıştır. İkili oynadığından şüphelenen Türk istihbaratı kendisini tutuklamak istemiş ancak Türk yönetim kadrosunun üst düzeylerine nüfuz etmis GPU ajanları kendisini korumayı başarmış ancak Weinberg sonrasında Pera’da kalmak zorunda kalmıştır. Öte yandan Romanya gizli servisi ise onu gözlemeye ve hareketlerini izlemeye devam etmiştir.”

Arşiv belgelerine göre, ajanlığı deşifre olunca Weinberg’i koruyan “Türk yönetim kadrosunun üst düzeylerine nüfuz etmiş GPU ajanları”nın kim olduğu belirsiz.

Ama 1920’lerden 1935’e kadar İstiklal Harbi cephelerinde, Ankara’daki devlet kurumlarında ve İstanbul’daki elit çevrelerde bulunmuş, doğrudan Atatürk, İnönü ile tanışıp yüzlerce fotoğraflarını çekmiş, üstelik Troçki’nin bile oturma odasına kadar girmiş bir fotoğrafçının Sovyet ajanı olduğunu artık biliyoruz.

1920-35 arası Türkiye’de ne görüp Sovyetlere bildirdiğini ise bilmiyoruz.

Kaynaklar:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1043041

https://www.academia.edu/100401203/Din_ac%C8%9Biunile_informative_%C8%99i_contrainformative_rom%C3%A2ne%C8%99ti_%C3%AEn_perioada_interbelic%C4%83_pe_spa%C8%9Biul_sovietic

https://gazeteoksijen.com/yazarlar/devrim-devecioglu/kocatepe-fotografinin-izinde-kurtulusun-sembol-fotografini-gazi-etem-tem-mi-yoksa-ajan-jean-weinberg-mi-cekti-160517

- Advertisment -