Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMerkez sağı fazla küçümsemenin bedelini ödüyor olabilir miyiz?

Merkez sağı fazla küçümsemenin bedelini ödüyor olabilir miyiz?

Türkiye’de merkez sağ, demokrasiye muhalif olan ve aşırılığa kaçan her türlü dini, seküler, sol ya da sağ-milliyetçi ideolojiye karşı durarak kendini inşa etmiştir. Bu anlamda, bir karşı siyasi harekettir. Bürokratik, tekçi, vesayetçi ve yukarıdan aşağıya siyasete karşı durarak demokratik sistemin gerçek manada kurulabilmesini sağlayan en önemli çizgidir. Bu çizgide ilk kurulan parti adının Demokrat Parti olması, hiç de boşuna değildir. Aşırı dindarlığın, aşırı Batıcılığın, aşırı milliyetçiliğin, aşırı solculuğun ve aşırı sağcılığın, demokrasinin yeşerip güçlenmesine ne büyük zararlar verdiğini yaşayarak gören, memleketçi insanların inşa ettiği, kültürel direniş içeren bir politik hattır bu.

Bugün Türkiye’de merkez sağ, garip şekilde, eleştirinin çok ötesine geçilerek fazlaca küçümsenen, kısmen dalga geçilen, yaşadığımız pek çok eşitsizliğin ve neo-liberal politikalara sorgusuz-sualsiz teslim olmanın temel nedeniymiş gibi görülen bir siyasi akıma karşılık gelsin, isteniyor. Tam kavramsal karşılığı “demokratik sağ” olan bu akıma, başında demokratik yazan her siyasi akım, hareket, parti ya da ideolojiyle aynı soydan olmasına rağmen, biraz kibirli bir yerden, bir siyaset-dışılık atfediliyor.  

Hal böyleyken, entelektüel bir karşı cevap, derinlikli bir çürütme ya da hiç değilse düşünsel temeli olan güçlü bir savunmaya rastlanmıyor. Onu da geçtim, konu üzerine ayakları gerçek anlamda yere -sahaya- basan derinlikli bir kitap bulmak bile hayli zor. Bunda da yine merkez sağın kendisini daha ziyade eylemci, icraatçı ya da projeci bir yere konumlandırmış olmasının, anti-elitist ve kısmen anti-entelektüalist yapısının büyük payı olduğu söylenebilir. Zaman içerisinde kendi entelektüellerini ortaya çıkaramamış bir akım bu ve bunun bedelini pahalı ödüyor. Meydan, entelektüel olarak boş kalınca, bir zamanlar muhafazakâr-dindar çevrelerin başat siyaseti olarak, devletin resmi ideolojisiyle kavga etmek ve gerçek ilke ve değerlerini hayata geçirmeye çalışmak, kendi politikalarını üretmek yerine, güce boyun eğerek çıkarlarını öne koyan bir uzlaşmacılıkla orta-yolcu kişiliksizleşmenin sembolü gibi görülebiliyor. Ağızlarda ne kadar dolaşsa da artık geride kalmış, yeniden canlanması mümkün gözükmeyen dönemsel bir heyecan gibi algılanıyor. Merkez sağ partileri, vaktiyle devlet hizmetinde bulunmuş başarılı bürokratların partileriymiş ve bugünün siyasi sorunlarına cevap veremezlermiş gibi bir hava tutturuluyor. 

İlginç olan, merkez sağın dünyanın neredeyse bütün demokrasilerinde oldukça ciddiye alınan, kendi söylem ve ideolojik içeriği olan, köklü ve kalıcı siyasi hareketleri ve partileri olmasına rağmen, Türkiye gibi büyük çoğunluğu sağda yer alan seçmenlerden oluşan bir ülkede bu kadar hafifsenmesi. İşin daha garip yanı, merkez sağ partilerin demokrasilerin işleyişi açısından hayati önemi olan aşırılıkları bertaraf etme gibi kritik rollerinin ve kimlik siyasetine sıkışmayan yapılarının görülemiyor oluşu. Merkez sağın, etnik aidiyete dayalı bir siyaset anlayışı hiç olmamıştır, örneğin. Ya da, oy dağılımı bakımından sadece belli bölgelere sıkışması gibi bir durum yaşanmamıştır.  

Merkez sağın dünyadaki yerine dair sadece bir örnekle durumu açıklamak gerekirse, 6-9 Haziran 2024 tarihli son yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin galibi, 184 sandalyeyle merkez sağ partileri oldu; Almanya, İspanya, Yunanistan, Polonya, Slovenya gibi ülkelerde önemli zaferler elde ettiler. Bunun tek nedeni, bu partilerin siyasi içeriklerinin çok güçlü ya da cezbedici oluşu değildi, elbette. Aynı zamanda, gelişmiş demokrasilerin aşırılıklara teslim olamayacak oluşlarıydı. Çünkü, bilindiği gibi, bir yerde aşırılık ve fanatizm varsa, sağduyu son bulur, müzakere, danışma, paylaşma, dayanışma, serbestçe düşünüp ifade etme gibi demokrasi açısından vazgeçilmez değerler yok olur. Kamusallık yok olur! Karşılıklı hesaplaşma ve savaş başlar. Kamplaşma ve kutuplaşma, her türlü siyasal tartışmanın önüne geçer. Kimlikler, birer mevzi haline gelir. (Merkez sağı küçümsemenin altında her zaman böylesi bir yok edici hesaplaşma özlemi de yatıyor gibi gelmiştir bana.)  

Demokrat Parti’yle başlayıp Demirel’le devam eden, Özal’la zirve yapan dönemlerin politikalarına bakılarak, kalkınmacı söylemin içeriksizliğine, özelleştirme heyecanının zararlarına, dünyaya açılma hamleleriyle yaşanan borçlanmalara, sanayici ve sermaye sahiplerinin işçiler aleyhine korunup kollanmasının yarattığı eşitsizliklere vb. büyük eleştiriler getirilebilir tabii ki ama merkez sağla ilgili, liderler, partiler ve salt parti politikaları üzerinden yapılan analizler son derece sorunlu ve eksiktir. Gerçek anlamda merkez sağı anlamak için, Anadolu’nun küçük şehirlerine gitmek, dar sokaklarındaki tek katlı, iki katlı mütevazi evlerinde yaşayan küçük ailelerin, küçük esnafların gerçek siyasi yönelimlerinin temel dinamiklerini içerden bir gözle anlamak gerekir. Ne yazık ki böyle çalışmalar olamadığı için, keyifle Demirel şöyle dedi, Özal bunu yaptı, Mesut Yılmaz ne enteresan bir adamdı üzerinden yapılan analizler -dürüst olmak gerekirse- oldukça çocuksu ve komik kaçıyor. Bunu yapanlar fena halde yanılıyorlar.  

Bir kere şunu bilmek gerekir ki Türkiye’de merkez sağ, demokrasiye muhalif olan ve aşırılığa kaçan her türlü dini, seküler, sol ya da sağ-milliyetçi ideolojiye karşı durarak kendini inşa etmiştir. Bu anlamda, bir karşı siyasi harekettir. Bürokratik, tekçi, vesayetçi ve yukarıdan aşağıya siyasete karşı durarak demokratik sistemin gerçek manada kurulabilmesini sağlayan en önemli çizgidir. Bu çizgide ilk kurulan parti adının Demokrat Parti olması, hiç de boşuna değildir. Merkez sağ, kendisine her zaman için “demokrasinin koruyucusu” rolü biçmek zorunda kalmıştır çünkü bu ülke, hemen her zaman aşırılıklara yatkın politik çizgiler çıkarmıştır. Aşırı dindarlığın, aşırı Batıcılığın, aşırı milliyetçiliğin, aşırı solculuğun ve aşırı sağcılığın, demokrasinin yeşerip güçlenmesine ne büyük zararlar verdiğini yaşayarak gören, memleketçi insanların inşa ettiği, kültürel direniş içeren bir politik hattır bu. 

Karşı bir siyaset içermesi, dışarıdan bakanlara ne dediği belli değilmiş gibi ya da içi fazlaca boşmuş gibi bir görüntü verebilir ama bu da büyük bir yanılgıdır. Bürokrat partileri olmaları da sanıldığı gibi devletle uzlaşmakla değil devletsiz bir demokrasinin olamayacağına olan inançla daha ilgilidir. Aynı zamanda, devletin demokratikleştirilmesi gibi bir amacın tezahürüdür. Bunu görebilmek için, daha yakından, daha öfkesiz ve daha kibirsiz bir yerden bakmak gerekir. Bakınca muhtemelen ilk bakışta, şöyle şeyler görünecektir:  

Merkez sağ seçmen, her şeyden önce anti-materyalisttir. Bu, serbest piyasaya ya da kapitalizme karşı oldukları anlamına gelmez ama bütün bunların kendi içinde anti-materyalist bir yoruma tabii tutulduğunu bilmek gerekir. Merkez sağ seçmen, aşırı dindarlığın materyalist bir dindarlık, aşırı milliyetçiliğin materyalist bir milliyetçilik, aşırı solculuğun materyalist bir solculuk olduğunu yakinen bilen insanlardır. Bunun tersi olarak, aşırı olmayan her türlü siyasi hareketle işbirliğine ve dayanışmaya açık bir yanları vardır.  

Bu insanlar, kendilerince, becerebildikleri ölçüde, köyle-kenti, geçmişle bugünü, gelenekselle moderni birleştirme ve yeniden yorumlayıp günün şartlarına uygun hale getirme arayışındadırlar. Aynı zamanda, dindarlığın gayri-medenilik, irrasyonellik ya da gerçek-üstücülük olmadığına; Dünyaya kapalı yaşamanın demokratlıkla ve dindarlıkla uyuşmaz olduğuna inanan insanlardır. Müslümanlığın daha içsel ve tasavvufi yaşantısından zevk alan, dinin, maddi dünyanın siyasi mücadeleleri için araçsallaştırılmasına karşı ama yaşanırlığına yönelik her türlü baskıya da aynı ölçüde karşıdırlar. Kendi kendileriyle gerçek anlamda barışık yaşamak isterler. Bunun içinde her türlü dini ve kültürel semboller de girer.

Merkez ya da demokratik sağ seçmen, karakteristiği itibariyle, kendine ve kendi ülkesinin tarihi, sosyal ve ekonomik potansiyeline inanan/inanmak isteyen insanlardan oluşur. Asıl sorunu, kötü yönetimde, yolsuzlukta ve vesayetçi tutumlarda ararlar. Halk iradesine güvenmekten başka şansları yoktur. Daha doğrusu, demokrasi dışında tutunacak dalları, kültürel ya da ekonomik başkaca sermayeleri yoktur. Demokrasi, ilk ve son çareleridir. Kapitalist piyasa ekonomisini, daha çok çalışmakla, daha fazla üretimle, daha fazla istihdam ve kalkınma projeleriyle ilişkilendirdikleri için yıkıcı sonuçlarını azaltıcı bir reformist bakışa sahiptirler. Yoksa, ezilenden yana düzenlemelerin ve demokratik kontrolden bağımsız işleyen bir piyasanın yıkıcılığını benimseyen bir anlayışları yoktur. Aşırı olmayan hiçbir siyasi harekete karşı ya da hasım değildirler. Kuru milliyetçilik, hamasi dindarlık, devrimci solculuktan uzak durmaya çalışır, bu eğilimleri fazla ciddiye almaz, hafif de bir istihzayla bakarlar. Toprağa dayalı, memleketçi bir vatansever milliyetçilik anlayışları vardır. Uzak diyarlarda kızıl elma aramaz, ümmetçi bir bakışla ya da evrenselci anlayışlarla kendi ülkelerine yabancılaşmazlar. Gerçekçilikten kopmamaya çalışma pragmatizm olarak kendini gösterir. Yerlilik önemlidir ama bu, şu an olduğu gibi siyasi bir kimlik meselesi değildir. Sanılan tam aksine, merkez sağ seçmen, ezilenden ve zorda olandan yana insanların belirleyici olduğu bir hattır ve de. 

Bütün bunlardan sonra, şunu demek gerekir ki merkez sağı fazla küçümsemek aşırılığı fazla içselleştirmekle ilgili bir durum olabilir! Dahası, ödediğimiz bedelin önemli bir kısmı, bununla ilgili olabilir.    

- Advertisment -