Milliyetçide benlik çok olur ama muhakeme az olur. Çünkü milliyetçi bencilliğiyle (yani kendine taraftarlık harareti ile) bir nevi muhakeme ve ahlak devrelerini yakar. Böylece doğrudan doğruya kendinden yana olan her şey ona güzel görünür ve doğrudan doğruya kendinden yana görünmeyen her şey ona karşı olmasa bile ona karşıymış gibi görünür. Bu nedenle milliyetçi gerçekten bir çocuk gibidir. Evet, bir çocuk. Ancak bir çocuğun sahip olduğu masumiyete sahip değildir. Zira yetişkinlerce aptallık olarak görülecek özellikleri, olgun insanlarca olgun olamamışlık olarak görülecek özellikleri üzerinde taşır. Peki milliyetçinin benliği ve bencilliği güçlü iken aklı ve muhakemesi neden zayıf olur?
Şimdi milliyetçinin neden böyle olduğunun teorik bir açıklaması var. Milliyetçi birey çekim kuvvetine sahip olan fakat muhakeme kabiliyetine sahip olmayan bir varlıktır. Başka bir ifadeyle, milliyetçi insan çekim kabiliyeti edinmiş ve mıknatıs gibi çekme ve çekilme özelliği olan fakat insaf ile hükmedecek bir muhakeme kabiliyetine sahip olmayan bir partikül’dür. O bir parçacıktır, çünkü daha büyük bir bütüne entegre olmak üzere dizayn olmuştur. Yani bu özelliği biraz da bu çağın bir gereğidir. O, daha büyük bir bütünün parçası olmak üzere çekim kabiliyeti edinmiş fakat muhakeme kabiliyetini delege etmiş bir bireydir.
Milliyetçideki bu tarafgirlik, bu menfaat hissi, bu “bizden yana” versus “bize karşı” duygusu genelde bireylerin bir arada olup aktığı ortamlarda görünür hale geliyor. Linç ortamlarında, taşkın kitle davranışlarında görüyoruz bu çorak insan biçimini. Son derece akıl dışı fakat tarafgirane olan davranışlarda bunu görebiliyoruz. Bizden olan herşey güzel, bizden olmayan veya bize karşı olan herşey çirkin deme noktasına gelen bir düşünme şeklinden bahsediyoruz. Milliyetçide ego (nefis), lezzet, duygu, özsevgi vesaire vardır. Hamiyet vardır ama insaf yoktur. Çıkar vardır ama adalet yoktur. Milliyetçilikte akıl tarafgirliğin ağırlığı altında artık milliyetçi bireyde ikamet etmez, başka yere havale olmuştur. Peki milliyetçinin aklı nerededir?
Milliyetçi, aklını ya kapılarak ya da seçerek parçası olduğu kütlenin kolektif benliğine delege etmiştir. Milliyetçinin bireysel aklı askıya alınıp yapışkanlık ve çekim gücü yüksek egosu salıverildiği için milliyetçi duygularla yönlendirilmeye çok amadedir. Akıntıya göre gider. Çünkü gerçekte o emir almaya hazır bir asker, iradesini teslim etmiş modern bir müriddir. Ait olduğu havuzda cazibe, hareketlilik ve dalga yaratmak için mest olmuş benliğiyle hareket eden milliyetçinin aklı başka bir yere aktarılmıştır. Milliyetçiyi yönlendiren güya artık kolektif akıldır. Kolektif akıl bir parti, bir liderlik, bir bürokratik kurum, bir hayali cemaat olabilir. Milliyetçinin bir parçacığı olmayı seçtiği veya çekim gücü karşısında teslim olduğu bu kurumsal benlik bağlama göre farklı isimler alabilir. Bir kitlenin parçası olarak milliyetçiliği tecrübe eden yaşayan bir bireyde akıl bu kitleselliğin egotizmi karşısında ezilir ve yenilir, ayrıca mahçup ve kaybolmuş durumdadır. Zaten kaybolmazsa o kişinin o tarz bir kapılma-kapılım içine girmesi mümkün olmaz. Sürünün davranışında bir hikmet olduğunu varsaymak ve onu meşrulaştırmak zorundadır.
Özetle bu temayül bir kişide hakim ise o kişinin aklı onun yanında değil delege ettiği başka bir yerde bulunur. Bu da o kitleyi temsil iddiasında olan veya o kimsenin sadakatini sermaye gibi hükmeden kişi veya kurumlardır. O başlar ve kurumlar akıl sahibi oldukları için ve sorumluluk taşıdıkları için yani muhakeme kabiliyetine sahip oldukları için, bazan olur ki onların aldığı kararlara bile alttaki o bireyler bencillik adına karşı çıkabilirler. Kendi başlarını, akıllarını bile hain ilan edebilirler.
Dışarıda düşman görmekten hoşlanan milliyetçilerin er geç içeride de düşman görmeye başlamaları bir tesadüf değildir. Çünkü onlar sadece düz bir tarafgirliğin aktörleridir. Onlar adına ve onların yerine muhakeme yapmak zorunda olan liderler veya kurumlar, o kitlenin belki daha uzun vadede menfaatine olan bazı adımları attıklarında bile bu adımları alttaki tarafgir ama akılsız kitlece yanlış ve kabul edilemez bulunabilir. Burada milliyetçi uzun vadede kendi menfaatine olan bir şeyi kısa vadede menfaatine olmadığı, hemen şimdi diyen bir bencilliğe cevap vermediği için beğenmeyebilir, hatta iyiliğini isteyenleri bile hain ilan edebilir. Böyle durumlarda milliyetçideki ego ile ondan yabancılaşmış aklı anlaşamaz, uyuşamaz. Halbuki bu o milliyetçinin kendisinden uzağa düşmüş aklıdır, onun menfaatine olan bir adımı atar fakat milliyetçi bunu kavrayamaz. Demek ki muhakeme eksikliği bencilliği bile beceriksiz bir akim kalan bir teşebbüse dönüştürüyor.
Eğer iyi bir insan olmak istiyorsanız aklınızı tamamen delege etmemeniz gerekiyor. Bir davaya gönül vermek, kolektif bir iyilik için fedakarlık yapmak gibi şeyler insana lezzet veren güzel şeylerdir. Milliyetçilikte bunların bazısını da görürüz. Fakat burada en önemli husus insanın muhakeme kabiliyetidir. Eğer kişi bir ideolojiye tamamen militanca abone olmuşsa muhakeme kabiliyetini o ideolojinin temsilcilerine veya yöneticilerine delege etmişse, bu durum insaniyet noktasında rahatlıkla büyük bir kayba ve çok büyük zulümlere yol açabilir. Zahiren menfaatine diye veya rakibine karşı diye apaçık zulüm irtikap eden bir seri katili alkışlamak ancak böyle bir akılsızlık ve muhakeme yoksunluğu ile açıklanabilir. Burada eleştiriye konu olan mesele sadece bir milliyetçilik eleştirisi olarak değil modern zamanlarda zihin delegasyonu ile işleyen kitlesel kimliklerin ve kolektif benliklerin bir dramı olarak da anlaşılmalı.