Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKorumacılık hortladı: Türkiye'ye etkileri

Korumacılık hortladı: Türkiye’ye etkileri

Avrupa Merkez Bankası eski başkanı ve eski İtalya başbakanı Mario Draghi’nin AB Komisyonu’nun isteği üzerine hazırladığı raporda yaptığı teklifler arasında AB sanayiini desteklemek için 800 milyar euroluk bir fonun kurulması da vardı. Oysa rekabeti bozacak teşvikler DTÖ kurallarına aykırıdır. Ne yazık ki DTÖ ihtilafların çözümlenmesi mekanizması nerede ise 10 yıldır felç içinde olduğu için ABD, AB, Çin ve başkalarının kuralları ihlal etmelerinin bir yaptırımı kalmadı. Bu gelişmelerin neticesinde küreselleşmenin geriye gitmesi tehlikesi ciddi bir şekilde baş göstermeye başladı.

Korumacılık dolaylı bir şekilde de olsa İkinci Dünya Savaşına yol açan nedenlerden biri sayılır. 1929 yılında başlayan dünya ekonomik buhranı başta ABD olmak üzere o dönemdeki belli başlı ülkeleri koruma duvarları inşa etmeye, bu şekilde kendi ekonomilerini dışarıdan gelecek rekabetten tecrit etmeye ve kendi topraklarında işsizliğin patlamasını engellemeye yöneltmiştir.  Ancak bunun sonucunda uluslararası ticaret büyük darbeler almış, işsizlik arzu edilenin aksine patlamış, işsiz kalan işçiler de özellikle Almanya’da nazizme yönelmişlerdir.  Sonrası malum.

Savaş sonrasında böyle bir durumun tekrarını önlemek için dünya ticaretini bir hukuki yapıya oturtma gayretleri neticesinde, çalışma hayatımın 12 yılını geçirdiğim GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ve halefi DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) meydana gelmiştir.  Amaç ticareti tamamen serbestleştirmek değildi.  Sadece belli ilkelere göre yürütülmesini sağlamaktı. Ülkeler yaptıkları anlaşmalarla gümrük tarifelerini karşılıklı olarak belirlenmiş bir düzeyin üstüne çıkarmamayı, ayrıca ticari partnerleri arasında ayırımcılık yapmamayı ve bu yazının kapsamının dışında kalan kurallara göre ticareti saydam ve istikrarlı bir şekilde sürdürmeyi vaat etmişlerdir.

Sistem kurulduğunda Batı ülkelerini bir araya getiriyordu.  Sosyalist blok ve ayrıca petrol üreticileri hiçbir ülkenin petrol ithalatına gümrük vergisi koymadığı gerekçesiyle bunun dışında kalmıştı.  1990’lı yıllara kadar taraf ülkeler 70’i geçmiyordu. Diğerleri piyasa kurallarının dışında kalmayı tercih ediyordu.

Soğuk Savaşın bitmesiyle daha çok ülke piyasa ekonomisinin beşiklerinden biri sayılabilecek GATT’a ilgi duymaya başlayarak liberal ekonomik yapıya dahil olma arzusunu hissetti.  Bunların arasında daha Rusya’ya dönüşmeden Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti de vardı.  Bu ilginin neticesinde ve ticaretin kurallarının sadece sınırlı bir grup ülke arasında bırakmak yerine tüm dünyaya yayılmasını sağlamak amacıyla sekiz yıl süren müzakereler sonucunda GATT yerini 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütüne bırakmıştır.   Gerek Rusya, gerek Çin GATT’ın DTÖ’ne dönüşme sürecinde üyelik müracaatında bulunmuşlardı.  Ancak bütün bu tür örgütlerde her zaman görüldüğü gibi zaman geçtikçe üyelik şartları ağırlaşmıştır.  Örneğin ülkemiz 1951 yılında üç aylık bir müzakere sonucunda GATT’a, oradan da 1995 yılında otomatik olarak DTÖ’ne taraf olmuşken, Çin’in üyelik müzakereleri 15 yıl, Rusya’nınki 19 yıl sürmüştü.  Mevcut üyeler her iki ekonomik deve üyelik kapılarını açmadan önce örgütün temel ilke ve kurallarını benimsediklerinin emin olmak ve gerekli reformları yaptıklarının teminatını istediler.  Örneğin Çin’in DTÖ üyeliği öncesinde her eyaletin kendi dış ticaret politikası ve hatta gümrük politikası olduğu söylenirdi. Haliyle böyle bir düzen dünya ticaret sisteminin işleyebilmesi için gereken temel kurallardan olan istikrar ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırı olduğundan değişmesi gerekti.

Liberal sayılabilecek dünya ticaret sisteminin evrenselleşmesi sayesinde DTÖ üyeliği eski GATT’a nazaran katlanmış ve bugün 166 ülkeyi bulmuştur.  Dışında kalan başlıca ülke bugün İran’dır. Rusya ile Çin’in katılması büyük bir iyimserliğe yol açmış ve ticaretin tamamen serbest bir şekilde değilse de keyfi bir şekilde ortaya çıkarılan engellerle karşılaşmadan saydam ve istikrarlı kurallara göre yürütüleceği inancı yayılabilmiştir.

Ancak bu iyimser havanın çok uzun sürdüğü söylenemez.  Aslında sistemin sabotajı sadece yeni üyelerden gelmemiştir.  Korumacı reflekslere uyulduğunda   yaşanan eski tecrübeler hatırlanmasına  rağmen 2008 mali kriziyle bunlar yeniden hortlamaya başlamıştır. İlk darbeleri de aslında bu sistemin ilham kaynağı ve içerdiği birçok kuralın kendi hukuk sisteminden alınan ABD indirmiştir.  İlk önce Obama yönetimi sistemin saç ayaklarından birini teşkil eden ihtilafların çözümlenmesi mekanizmasını hakimlerin atamasını engellemek suretiyle kademeli bir şekilde öldürmüş, arkadan Trump yönetimi ulusal güvenlik gerekçesiyle birçok ithal ürüne taahhütlerine aykırı bir şekilde ilave gümrük vergileri koymuştur. Bu tedbirlerin bir kısmı ülkemize de uygulanmıştır.  Arkadan Biden yönetimi Çin rekabetiyle mücadele etmek amacıyla ABD sanayini yine kurallara aykırı bir şekilde desteklemeye başlamıştır. Çin de benzer destekleri kendi sanayine vermiş, ayrıca DTÖ’nün fikri mülkiyet kurallarını ihlal eden ülkelerin başlıcaları arasına girmiştir.  Son olarak AB de bu oyuna katılmış ve ABD benzeri teşvik politikaları geliştirmeye başlamıştır.  Avrupa Merkez Bankası eski başkanı ve eski İtalya başbakanı Mario Draghi’nin geçenlerde açıkladığı ve AB Komisyonunun isteği üzerine hazırladığı raporda yaptığı teklifler arasında AB sanayiini desteklemek için 800 milyar euroluk bir fonun kurulması da vardı.  Oysa direkt ihracat üzerinde etkisi olacak, dolayısıyla da rekabeti bozacak teşvikler yine DTÖ kurallarına aykırıdır. Buna rağmen Fransa teşvikler ve yeni gümrük duvarlarıyla desteklenecek yeni bir sanayi politikasının savunuculuğunu yaparken Almanya Çin’le ekonomik ilişkileri zedeleyecek bu tür tedbirlere karşı çıkmaktadır.  Devam etmekte olan tartışmadan hangisinin galip geleceğini yakında göreceğiz. Ancak ne yazık ki DTÖ ihtilafların çözümlenmesi mekanizması nerede ise 10 yıldır felç içinde olduğu için ABD, AB, Çin ve başkalarının kuralları ihlal etmelerinin bir yaptırımı kalmadı.

Bu gelişmelerin neticesinde küreselleşmenin geriye gitmesi tehlikesi ciddi bir şekilde baş göstermeye başladı.  Oysa ticaret İkinci Dünya Savaşından sonraki dönemde kalkınmanın motoruydu. Bunun kanıtı da 2008 krizine kadar ticaret hacminin her zaman milli gelirden daha hızlı artmasında ve onu peşinde sürüklemesinde yer almaktadır. Nitekim geçenlerde IMF Vaşington toplantısında yaptığı bir konuşmada Avrupa Merkez Bankası başkanı Christine Lagarde dünya ekonomisinin 1920-30’lardan beri en büyük krizlerden biriyle karşılaştığını ve bunun nedeninin ekonomik milliyetçilik ile ticaret hacimlerinin çökmesi olduğunu söylemiştir.  

Covid-19 krizi de küreselleşmeyi tersine çevirmekte önemli rol oynamıştır.  Şöyle ki kriz sırasında tedarik zincirleri darbe yemiş zira kıtalararası ulaşım uzunca bir süre sekteye uğramıştır.  Çin’in kriz boyunca uyguladığı ve aşılama yerine tecride dayalı virüsle mücadele politikası hem üretimini hem de ihracatını azaltmıştır.  Buna karşılık olarak özellikle Avrupa ülkeleri tedarik zincirlerini kısaltmaya, zaten gittikçe büyük ölçüde artık bir partner olarak değil tehlikeli bir rakip olarak görmeye başladıkları Çin’e bağımlı olmamaya öncelik vermeye başlamışlardır.

Aslında normal şartlarda ülkemiz için bu durum bir fırsat teşkil ederdi.  Tedarik zincirlerinin kısalması üretimin başlıca pazarımız olan AB ülkelerine daha yakın merkezlere taşınmasını gerektiriyor. Bu açıdan bizim değerli bir avantajımız olduğu açık.  Ancak bu avantajdan yararlanmamızı engelleyen iki önemli faktör var.  İlk önce sanayimizin teknolojik bakımdan rakiplerinin çok geride olması tedarik zincirinde Çin’den boşalan yeri kapmasını engellemektedir.  İkinci olarak ise AB ile aramızdaki Gümrük Birliği aşılamayan Kıbrıs engelinden dolayı modernleştirilemediği için ilişkimizin sürdürülebilirliği konusunda şüphelerin artmaya başlamasıdır.  Nitekim basın haberlerine bakılırsa Çin makamları özellikle otomobil sektöründeki yatırımcıları ülkemiz yerine AB üyesi Orta Avrupa ülkelerine yönlendirdiği anlaşılmaktadır. Zira Çin otomobil üreticilerinin bir amacının da Avrupa’da bir veya birkaç ülkeye yatırım yaparak oradaki üretimlerinin bir kısmını diğer AB ülkelerine göndermek olduğu açık. Buna da pek şaşırmadım.  Bundan yirmi yıl önce Kore’deki görevim sırasında Hyundai’in ülkemizdeki yatırımlarını arttırması için mücadele verdiğimizde ve bu çerçevede Gümrük Birliğinin yararlarını öne sürdüğümüzde, Orta Avrupa ülkelerinin AB üyesi olmalarının yatırımcı için Gümrük Birliğinin sağladığı avantajlardan daha büyük olduğu, kaldı ki bu ülkelerin el emeği başta olmak üzere maliyetlerinin ülkemizden daha düşük olduğu cevabını alırdık.

Dünya ticaret sisteminin altının oyulmasının bir nedeni de iklim değişikliğine karşı mücadele çerçevesinde alınan tedbirlerdir. Şöyle ki bu mücadele çerçevesinde gelişmiş ülkeler karbon piyasası kurmayan, dolayısıyla üretim maliyetlerini düşük tutan ülkelerden yaptıkları çelik, alüminyum, çimento gibi üretimleri karbon ağırlıklı olan ürünlerin ithalatına telafi edici vergi tahsil etme niyetlerini açıkladılar.

 2015 Paris Sözleşmesinin koyduğu iklim değişikliğini yavaşlatma amacı çerçevesinde sera gazları salınımını azaltmak için üretimde karbon kullanımını düşürmek de var.  Bu amaçla birçok gelişmiş ülkede karbon borsaları oluşturmuş, muhtelif üretim dalları için karbon kredi ticareti yaygınlaşmıştır. Alınan tedbirlerin ne ölçüde etkili oldukları tartışılıyor. Ancak AB bunun da ötesine giderek 2026 yılından itibaren karbon piyasası bulunmayan, salınımları azaltmak için yeterli tedbir almayan ve dolayısıyla ihracatı haksız rekabetten yararlandığı iddia edilebilecek ülkelere karşı telafi edici gümrük vergisi almaya hazırlanıyor.  İlk aşamada üretimleri çok miktarda sera gazı salan çelik, çimento ve alüminyum gibi ürünlerin ithalatında bu tür vergilerin tahsil edilmesi beklenmektedir. Ülkemiz bu konuda da geç kalmıştır.  Ne karbon piyasası var ne de salınımları azaltmak için inandırıcı bir yol haritası.  Bu gidişle 2026’ya vardığımızda ve vergiler kapıyı çaldığında yine iki yüzlü Avrupa suçlanacak ama kaybedilen vaktin, zamanında alınmayan tedbirlerin hesabı her daim olduğu gibi sorulmayacak.               

- Advertisment -