Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIBu bir çuvaldız yazısıdır

Bu bir çuvaldız yazısıdır

Olaylı geçen kongreye rağmen Ankara Barosu seçimlerini tamamladı. Karşılıklı atışmanın ardından genel kurulda tekmeler, yumruklar, sandalyeler havada uçuştu. Oysa her iki grubun üyeleri de adliyelere 2015 yılından itibaren aranarak giriyor. Kendi işyerine aranarak giren bir meslekten söz ediyoruz. Ne karşılıklı atılan sloganlar ne de tekmeler hâkim ve savcılara tanınan “aranmama” ayrıcalığının ileride bu avukat arkadaşlara verilmesine yetmeyecek. Dolayısıyla bireysel ve mesleki haklarını dahi elde edememiş bir kişinin etnik kimliğine saygı gösterilse ne olur, gösterilmezse ne olur? Hani gücümüz bölünüyor diye iktidarın çoklu baro girişimine karşıydık ya! Meğer iktidarın bizleri bölmesine gerek yokmuş.

Ekim ayı itibariyle birçok baronun başkanlık seçimi gündemdeydi.

Olaylı geçen kongreye rağmen Ankara Barosu seçimlerini tamamladı.

Seçimden bir gün önce Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar (ÖÇAV) üyesi avukatlar, genel kurulda “Jin, jiyan, azadi” ve “İstanbul sözleşmesi yaşatır” pankartı açarak “Jin, jiyan, azadi”, “Kadın, yaşam, özgürlük”, “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları attı.

Bunun üzerine Türk Milliyetçisi Avukatlar Grubu (TÜMAG) üyesi olduğu belirtilen avukatlar ise “Baroda terörist istemiyoruz” sloganlarıyla karşılık verdi.

Karşılıklı atışmanın ardından genel kurulda tekmeler, yumruklar, sandalyeler havada uçuştu.

Oysa her iki grubun üyeleri de adliyelere 2015 yılından itibaren aranarak giriyor.

Kendi işyerine aranarak giren bir meslekten söz ediyoruz.

Nedeni ise bir teröristin avukat cübbesi elinde Çağlayan Adliyesi’ne girerek Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit etmesi.

Yani adli teşkilatın güvenlik zafiyeti avukatlara ceza olarak dönmüştü.

Bu terörist elinde hâkim veya savcı cüppesi ile de adliye binasına girebilirdi.

Yine birçok avukat duruşma salonları önünde hâkim savcı azlığı veya bazı planlama hataları yüzünden ömür tüketiyor ve de tüketmeye devam ediyor.

Ne karşılıklı atılan sloganlar ne de tekmeler hâkim ve savcılara tanınan “aranmama” ayrıcalığının ileride bu avukat arkadaşlara verilmesine yetmeyecek.

Bu arkadaşlar yarın yine duruşma salonları önünde karşılıklı olarak saatlerce boş yere beklemeye devam edecekler.

Bireysel ve mesleki haklarını dahi elde edememiş bir kişinin etnik kimliğine saygı gösterilse ne olur, gösterilmezse ne olur?

Hâlbuki avukatların kürsü eşitsizliği gibi onlarca çözülmesi gereken sorunları var; yukarıda örnek verdiklerim devede kulak kalır.

Peki, bu sorunların kaynağı ne?

Çok uzaklara gitmeye gerek yok.

Hala kurumsallaşmamız hukuk sistemimize bakmak yeterli.

Çünkü “Avukatlık”, Türkiye’ye Avrupa’dan gelmiş bir meslek.

Konunun anlaşılması için “Avukatlık” ve “Baro”nun tarihsel geçmişine bir göz atmakta yarar var.(Av. Tugay Aydın, “Türkiye’de Avukatlığın Tarihi”, dergipark)

Osmanlı ve İslam Hukukunda avukatlığa eş değer bir meslek veya kurum yok.

Oysa avukatlık yüzyıllardır varlığını devam ettiren bir olgu.

Çünkü “Avukat” yargının karar (hâkim), iddia (yani savcı) ve savunma (avukat) ‘dan oluşan  üç sacayağından biridir.

Kaldı ki Roma İmparatorluğu’nda avukatlar en bilgin kişiler olarak kabul edilmekteydi.

Batıda, Antik Yunan ve Antik Mısır’a kadar dayanan avukatlık mesleği bizde 1800 yılların son çeyreğinde filizlenmeye başlamıştır.

İstanbul avukatları ilk genel kurulunu 5 Nisan 1878’de yapmışlardır.

Bu yüzden Osmanlı Barosu’nun kurulduğu bu tarih bizde “Avukatlar Günü” olarak kabul edilmiştir.

Bilindiği üzere Osmanlı Devleti’nde yürürlükte olan kapitülasyonlar gereği Avrupalı yabancıların konsolosluk mahkemeleri ve bu mahkemelerin de kendi yargı yetkileri vardı.

Dolayısıyla konsolosluk mahkemelerinde çalışan yabancı avukatlar ülkemizde avukatlık mesleğini icra eden ilk kişiler olmuştur.

Avukat kelimesinin karşılığı olarak ülkemizde bugüne kadar kullanılmış kelimeler “dava vekili”, “dava mümeyyizi”, “muhâmi” ve “avukat” kelimeleridir.

“Muhâmi” kelimesi avukat karşılığı olarak Osmanlı’nın son dönemlerinden 1926 yılına kadar kullanılmıştır.

Barolar ise avukatların kurumsallaşmış örgütlü halidir.

Baro kelimesi dilimize Fransızca’dan geçmiş olup kelime anlamı “demir parmaklık”  tır.

Dünyada ilk baro, Atina Şehir Devleti’nin yöneticisi Draca tarafından kurulan Atina Barosu’dur.

Osmanlı baroları sahneye çıkmadan önce, yabancıların kurduğu Konstantinopolis Barosu (Barreau de Constantinople) faaliyetteydi.

Günümüzde İstanbul Barosu olarak bildiğimiz baronun ilk adı “Osmanlı Dava Vekilleri Encümeni”dir. Bu unvan, nizamnâmenin Fransızca’ ya çevirisinde ise “Barreau de Ottoman” olarak geçer.

Ülkemizdeki barolar Anayasa’nın 135. maddesinde güvence altına alınan kamu tüzel kişiliğini haiz kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır.

Bu yüzden de avukatlar hakkında görevi sırasında işlediği iddia edilen suçlardan dolayı, soruşturma ve kovuşturma yapılması için Adalet Bakanlığı’ndan soruşturma izni alınması gerekir.

Gelelim çuvaldız meselesine…

Anayasamıza göre kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kuruluş amaçları dışında faaliyette bulunamazlar.

Ayrıca bu meslek kuruluşları ve üst kuruluşları organlarının seçimlerinde siyasi partiler aday gösteremezler. 

Kaldı ki, antik Yunan’da ancak özgür kişilerin avukatlık yapabildiği söylenir.

Avukatlara yasada belirtilen meslek hizmetlerini görmek, mesleki erdemlilik ve dayanışmayı korumak, avukatlığın genel yararlara uygun olarak gelişmesini sağlamak için anayasal bir hak olarak örgütlenme hakkı tanınmıştır.

Peki, biz avukatlar Ankara Barosu Genel Kurulu’nda olduğu gibi kafa göz yararak mı bu hakkı kullanacağız?

Oysa baroların bir görevi de yargı sisteminin bir parçası hukukun gelişmesine katkıda bulunmaktır.

Birbirimizin hukukunu çiğneyerek mi bu katkıyı sağlayacağız?

Ya da hukukun üstünlüğünü birbirimize üstünlük sağlayarak mı gerçekleştireceğiz?

Ankara’daki arkadaşlar birbirlerine katlanmayıp kafa göz yararken Yargıtay Başkanı’nın 37. turda seçildiğini unutmayalım!

2024 seçimlerine İstanbul Barosu 11, Ankara barosu 6 grupla girdi.

Hani gücümüz bölünüyor diye iktidarın çoklu baro girişimine karşıydık ya!

Meğer iktidarın bizleri bölmesine gerek yokmuş.

Çoğunluğu oluşturan sosyal demokrat avukatlar bile mitoz bölünmenin dik alasını yaşıyor.

Barolar gerek devletin ve gerekse bir takım siyasal yapıların hiyerarşik yapılanmasına zımnen de olsa dâhil olduklarında bağımsızlıklarını yitirirler.

Bunun örneklerini geçmişte sıklıkla yaşadık ve gördük.

Baroları siyasal bir parti gibi görmek ve politik söylem arenaları olarak kullanmak yanlıştır.

Avukatın etek boyunu ‘kısa” bulduğu için hakkında tutanak tutturan hâkimin zihniyetiyle geçmişte başörtülü bir avukata ruhsat vermeyen bir baronun zihniyeti arasında fark yoktur.

Hak arama hürriyetini bir takım ideolojilere endekslemek nasıl bir mantıktır?

Asgari ücretin altında çalıştırılan genç arkadaşların kendi haklarını aramayıp sırtında cübbeleriyle başkaları lehine slogan atmaları başlı başına bir garabettir.

Savcının hâkimle aynı yüksek kürsüde,  sanık ve avukatın ise zemin seviyesinde olmasını “marangoz hatası” olarak ironileştirmek yetmez.

Hukukun üstünlüğüne inanıyorsanız önce marangoza verilen talimatı değiştirmeye çabalamalısınız.

Her yerde liyakat ararken mantar gibi biten hukuk fakültelerine kör ve sağır olmak nasıl bir çelişkidir?

Çürük yumurtanın kokusunu önce içimizde aramalıyız.

Anladık yeniyiz, emekleme çağındayız; ancak ortada süreç denen bir şey var.

Eski Yunan ve Roma dönemlerinde en parlak dönemini yaşayan avukatlık mesleği Ortaçağ’da engizisyona yenilmesine rağmen yine de pes etmemiştir.

Lonca kültürüyle başlayıp Rönesans ve devamında Fransız Devrimi ile kendini geliştiren bu meslek günümüz Kıta Avrupası’nın en saygın mesleklerinden biri haline gelmiştir.

19-20 Ekim tarihlerinde yapılacak olan İstanbul Barosu seçimleri bu anlamda bir milat olur umarım.

Ayrıca saygıyı hak etmek için önce onun içselleştirilmesi gerekir.

Dolayısıyla etrafımızda kendimiz için yeteri kadar çuvaldız varken yalandan iğne aramakla vakit geçirmeyelim.

..

- Advertisment -