Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Bahçeli’yi başlattığı inisiyatif nedeniyle yere göğe sığdıramadı. Bu da Erdoğan’ın Bahçeli’nin çizdiği ve önerdiği hattı tümüyle desteklediği yorumlarına yol açtı. Kanaatimce bu Erdoğan’ın söylediklerine odaklanıp söylemediklerini dikkate almamaktan kaynaklanan yanlış bir yorumdu.
Bahçeli o şaşırtıcı konuşmasında başlama vuruşunu yaptığı inisiyatifin muhataplarını ve muhataplıkları kabul edilmeyecek olanları çok açık bir biçimde telaffuz etmişti. Birinci grupta “İmralı (Öcalan) ve DEM”, ikinci grupta “Edirne (Demirtaş) ve Kandil…”
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise grup toplantısında Bahçeli’nin iki ‘meşru’ muhatabını da anmadı. İlaveten Kürtlere “muhatap sizsiniz” dedi, onları gûya aktörleştirdi ve onlardan kendisi dışındaki bütün aktörleri “aradan çıkartmasını” istedi:
“Asli muhatabımız bizzat Kürt kardeşlerimizin kendisidir. (…) Gel yumruklarını sıkanları aradan çıkartalım diyoruz. Gel terörü meşrulaştıranların, sırtını dağa verenlerin altındaki zemini boşaltalım diyorum. ‘Gel milletin verdiği yetkiyi terör baronlarına peşkeş çekenlere, o yetkinin asıl sahibinin kim olduğunu gösterelim diyorum.”
Erdoğan’ın telaffuz etmediklerini dikkate alınca iki konuşma arasında önemli bir fark olduğu çıkıyor ortaya. Bana öyle geliyor ki Erdoğan grup konuşmasında bir yandan bu farkı görünür kılmak, bir yandan da arada bir görüş ayrılığı, bir çatlak olmadığını göstermek istedi ve bu amaçla da Bahçeli övgüsünü aşırı ölçülerde abarttı: Kendisi dururken başka herhangi bir faninin “tarihe istikamet çizmesi” düşünülebilir mi?
İktidara yakın basın “muhatabımız Kürtler” sözüyle sanki yepyeni, sanki pek radikal bir şey söylüyormuş gibi Erdoğan’ın konuşmasının bu kısmını özenle öne çıkardı, oysa bu defalarca çiğnenip sonra vazgeçilmiş bir sakızdı ve ilk söylendiğinde olduğu gibi bu defa da totolojiden başka bir şey değildi. (Sözlükler totolojiyi “sözün gereksiz, herhangi bir ek bilgi içermeyen şekilde tekrar kullanımı” gibi ifadelerle karşılıyor, siz ‘boş laf’ diye okuyabilirsiniz.)
‘Sıfır muhatap’ın kısa tarihi
Muhatabın ‘Kürt halkı’ olduğunu söylemek aslında ‘sıfır muhatap’ anlamına geliyor. Çünkü muhataplık somut bir özneyi ima eder, ‘Kürt halkı’ ise bütün halklar gibi muhatap olarak düşünülemeyecek kadar soyut ve amorf. Sırf dünyadaki sonuca ulaşmış çatışma çözümlerine baktığımızda bile bunun totolojiden başka bir anlama gelmediğini anlayabiliriz: Hangi devlet kendi benzer sorununu o sorundan mustarip olan halkı muhatap alarak, sorunu onunla müzakere ederek çözmüştür? (İşte yine olanaksızlığını-yanlışlığını gösterme çabasını saçma kılacak bir önerme daha; peki ben niye bu garip önerinin olanaksızlığını-yanlışlığını göstermeye çalışıyorum ki? Kendimi saçma bir pozisyona yerleştirmemek için izninizle işin bu faslını burada kesiyorum.)
Peki bu totolojinin üçer-beşer yıllık aralarla tekrar edilmesine (evet, öyle) ve fakat ardından somut muhatapların ilan edilmesine ne demeli?
Gelin önce bu işin kısa tarihine bir göz atalım…
Erdoğan’ın bundan önceki “muhatabımız Kürt halkıdır” çıkışı 2016’nın Ocak ayında gerçekleştirdiği muhtarlar toplantısında gelmişti. Ben Erdoğan’ın sözlerini, bu çıkışı değerlendirdiği yazısında ifade ettiği şekilde Vahap Coşkun’un o günlerde kaleme aldığı bir yazısından aktaracağım, çünkü Coşkun’un cümlelerinde -bugünlerdeki gelişmeleri de hesaba kattığımızda- çok hoş bir ironi vardı. Şöyle yazmıştı Vahap Coşkun:
“Erdoğan son Muhtarlar Buluşması’nda sert bir açıklama yaptı ve ‘önümüzdeki süreçte ne bölücü terör örgütünün ne de onun güdümündeki parti ve diğer yapıların asla muhatap alınmayacağını’ söyledi. Böylelikle Erdoğan, Bahçeli’nin önerdiği noktaya geldi…”
Gerçekten çok hoş: Erdoğan yedi yıl önceki “Ne o ne bu; muhatap Kürt halkıdır” önermesiyle gerçekten de Bahçeli’yle aynı noktaya gelmişti. Oysa bugün Bahçeli somut muhatap telaffuz ettiği için “muhatap Kürt halkıdır” önermesi Bahçeli’den ayrışma anlamına geliyor.
Nevzuhur “Muhatap Kürt halkıdır”dan önceki “Muhatap Kürt halkıdır”ın tarihinin 2016 olduğunu gördük, peki ondan öncesi de var mıydı? Vardı ve onun da tarihi 2012 idi. Yani iki yıl sürecek, Kürt siyasetinin legal-illegal bütün aktörlerinin (Öcalan, Kandil, HDP) muhatap alınacağı Çözüm Süreci’nin hemen öncesinde (ve 2009’da başlatılan, yine Kürt siyasetinin bütün aktörlerinin muhatap alındığı 2009’daki Oslo Süreci’nin sonrasında…)
Erdoğan’ın 2012’deki “muhatap Kürt halkıdır” çıkışı 2016’dakinden biraz daha yumuşak, biraz daha nüanslıydı. Cümlesi tam olarak şöyleydi: “Muhatap, seçilmiş milletvekillerinin oluşturduğu Barış ve Demokrasi Partisi’dir…”
Ne var ki ardından gelen “ama” ile BDP de fiilen dışlanıyor ve geriye sadece ‘Kürt halkı’ kalıyordu, yani yine ‘sıfır muhatap…’
2012’de kaleme aldığım “Yeni Kürt planı: Sıfır muhatap!” başlıklı yazıda bunu şöyle anlatmıştım:
“Hükümetin yeni Kürt planının en kritik noktası hiç kuşkusuz bundan böyle Kandil’in ve Öcalan’ın muhatap alınmayacağına dair karardır. Bu kararın paralelinde dile getirilen, ‘muhatap, seçilmiş milletvekillerinin oluşturduğu Barış ve Demokrasi Partisi’dir’ cümlesi ise mutlaka devamındaki ‘ama’ ile birlikte mütalaa edilmelidir. ‘Ama’ deniyor, ‘bunun için BDP de kendisini PKK’dan ayırmalıdır.’
“Açık söyleyeyim, ben bu formülde iyi niyet görmüyorum. Bu formül, BDP ve PKK’nın toplumsal tabanının aynı olduğunu bilen, dolayısıyla onların arzulandığı ve ima edildiği ölçüde ayrışamayacaklarının farkında olan AK Parti’nin, samimiyetle muhatap arıyormuş gibi görünmesini mümkün kılan bir ‘sıfır muhatap’ arayışıdır.
“Bu yönüyle ‘yeni Kürt planı’ bana hiç yeni görünmüyor ve kökenleri, Tayyip Erdoğan’ın, ‘PKK’ya terörist demedikleri sürece kendilerine randevu vermem’ dayatmasını başlattığı 2007’ye kadar gidiyor.”
“Muhatap Kürt halkıdır” formülü o günlerde neden geçersizse bugün de aynı nedenlerle geçersiz
PKK’yı ve Öcalan’ı muhatap kabul etmemek (hatta kendisini onlardan ayrıştırmazsa BDP’yi -günümüzde DEM’i- muhatap kabul etmemek), buna karşılık “Kürt halkı”nı muhatap almak ve buradan bir çözüme ulaşabilmeyi düşünebilmek tek bir varsayım altında işlevsel olabilir, o da şu: Kürt halkı aslında PKK konusunda AK Parti ve AK Partililer gibi düşünmektedir fakat sırf bu örgütten algıladığı baskı ve korku nedeniyle bunu ifade edememektedir. PKK’nın gücü Kürtleri korkutamayacak bir seviyeye geriletilebilirse, şimdi “PKK’yı destekliyormuş gibi yapan” Kürtler bundan sadece mutluluk duyar ve hükümetin “çözüm”e yönelik adımlarını memnuniyetle izlemeye başlar.
Bu en temel varsayım, a) Kürtlerin AK Partili olmayan kesiminin (de) onurlarının olduğunu ve b) Kürtlerin devlete hâlâ güvenmediğini hesaba katmadığı için yanlıştır ve dolayısıyla ona dayanarak üretilen bütün siyasetler de yanlış olacaktır.
Söylediklerimi açayım…
Onur meselesi: Daha önce defalarca yazdım, Kürtler, “siz PKK’dan, Öcalan’dan vazgeçin ben de size haklarınızı vereyim” şeklindeki pazarlık hamlelerini reddediyor. Çünkü, beğenin beğenmeyin Kürtlerin algısı, PKK’nın zoru oyunu bozmasaydı devletin asimilasyoncu politikalardan vazgeçmeyeceği şeklinde konsolide olmuştur. Dolayısıyla Kürtler, bu teklifi “onurlarından vazgeçme pahasına hak iadesi” olarak algılıyor ve reddediyor. (Kaldı ki “hak” derken devletin anladığı ile onların anladığı arasında dağlar kadar fark var.)
Güven meselesi: Bunu da defalarca yazdım: Aslına bakarsanız, kitlelerin maddi güdüleri ve iyi bir hayat yönündeki arzuları manevi güdülerinden daha kuvvetlidir. Kürtler de pekâlâ “huzur ve iyi bir hayat” uğruna PKK’dan uzaklaşabilirler. Fakat bunun için her şeyden önce devlete güvenmeleri gerekir.
Özetlersem: Kürtlerin onurlarını ve güvenlerini-güvensizliklerini hesaba katmayan “muhatap Kürt halkıdır” formülüyle bir yere varılamaz. Zaten o nedenle de Kürtleri onurlandırıyormuş gibi görünen bu formül Kürtler açısından hiçbir anlam ifade etmiyor hatta altında yatan oyalamacı niyeti sezdikleri için onları sinirlendiriyor.