Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIO dün bugündü: İade-i itibar kimin ihtiyacı?

O dün bugündü: İade-i itibar kimin ihtiyacı?

Ahmet Kaya 24 yıl önce dün, 16 Kasım’da öldü. Memleketinden uzak, yürek enfarktından… O günlerde kaydıyla uğraştığı “Hoşçakalın Gözüm” albümündeki şarkılardan birisi “Memleket Hasreti”. İçimi sızlatır her dinlediğimde… Hem onun sesinin derinden hüznüyle, hem Hayko Cepkin’in çığlığıyla, kulağıma-dilime aklımdan önce gelir: “Ya beni sararsa, memleket hasreti…” Ardından yine o mahut “İade-i İtibar Günleri”… Ama dün, ölünce itibar ettiğin bugün yaşasa hâli nice olur yine meçhul.

Ahmet Kaya 24 yıl önce dün, 16 Kasım’da veda etti hayata. Sürgünde, 43 yaşında sekte-i kalpten, yürek enfarktından… Memleketinden uzakta acısından öldü. “Hoşçakalın Gözüm” isimli albümünün kaydıyla uğraşıyormuş o günlerde. Albümündeki şarkılardan birisi: “Diyarbakır Hasreti”:  

“Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen /Oysa ne çok sevdim ikinizi de bilsen /(…) Gidince upuzun kırılmış dallar gibi /Üşürdü ömrümüz saçakta kuşlar gibi /Kederden /Kederden /Kederden geberten hasret ezberlenirdi.”

Birisi de “Memleket Hasreti”. İçimi sızlatır her dinlediğimde… Hem onun sesinin derinden sızısıyla, hem Hayko Cepkin’in tüyleri diken eyleyen çığlığıyla, kulağıma-dilime aklımdan önce gelir:

“Giderim buralardan /Giderim bir gece vakti /Umurunda olmaz, umurunda olmaz, umurunda olmaz, bilirim /Ya beni sararsa, ya beni sararsa, ya beni sararsa /Memleket hasreti…” Bir şarkısı da Kürtçe, “Karwan”. Çevirisine bakıyorum: “Kervan hızla gidiyor /Uzaktaki kentime /Söyle anne babaya /Yol gözleyen sevgiliye /Geleceğim.”

“Yılın Müzik Yıldızı”nın itibarı

Ölümünden bir yıl önce, 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği’nin “Altın Objektif Ödül Töreni”nde “Yılın Müzik Yıldızı Ödülü”nü almıştı. En çok dinlenen sanatçı. O malum, kara tören… Bir kez daha seyrettim. Elinde ödülü, gülümseyerek çıkıyor sahneye, hep o çocuksu tebessümüyle yapıyor konuşmasını:

“Ben bu ödülü yalnızca kendim adına değil İnsan Hakları Derneği adına, bu ödülü Cumartesi Anneleri adına, bu ödülü magazine emek veren insanlar adına, bu ödülü bütün Türkiye halkı adına alıyorum. Bir de şunu söyleyeyim, bu misyonu sana kim yükledi diye sormasınlar, bu misyonu bana tarih yükledi.”

“Gidim, ne yapayım yani?”

Ve yine gülümseyerek, bir müjde verir gibi devam ediyor: “Bir şey daha söyleyeceğim, önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum ve Kürtçe bir klip çekiyorum ve bu klibi yayınlayacak yürekli insanlar olduğunu da biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını da biliyorum. Teşekkür ederim.”

Ardından “Giderim” şarkısını seslendiriyor ama zor. Kıyamet kopuyor… Yuhalamalar, çatal bıçak atmalar, üzerine yürümeler… Masasına oturuyor, derdini anlatmaya çalışıyor nefes nefese: “Yıllarca bunu söyledim, Kürt ve Türk halkları kardeştir ve böylece de kalacaktır. Türkiye’nin binlerce yıl bölünmeyeceğini savunuyorum ama Kürt realitesini sahiplenmek ve kabul etmek zorundadır bu ülke. Bunu söylüyorum, bu kadar yani. İşte devlet, işte şey yani… Alsınlar götürsünler, gidim, ne yapayım yani?

Sonra da, hâlâ hoparlörlerden yayınlanan “Olmasaydı sonumuz böyle” şarkısı çalarken, kalkıp gidiyor mecburen. Aklımda başka bir şarkısı, o hüzünlü “Mahur Beste” de kalıyor: “şenlik dağıldı bir acı yel kaldı bahçede yalnız /o mahur beste çalar Müjgan’la ben ağlaşırız /gitti dostlar şölen bitti ne eski heyecan ne hız /yalnız kederli yalnızlığımızda sıralı sırasız…”

“Orada marş oku dediler”

Bir yıl sonra Paris’te sabahın 7’sinde durmuş kalbi; eşi ve 12 yaşındaki kızı onu koridorda, boylu boyunca yatarken bulmuşlar. Yıllar geçiyor, o mahut “İade-i İtibar Günleri” başlıyor. Demediğini, yapmadığını bırakmayan bazı siyasetçiler, sanatçılar, gazeteciler “değişiyor”.

O gün 10. Yıl Marşı’yla “protestocuları” coşturan Serdar Ortaç 20 yıl sonra, “O sahnede olmaktan pişmanım. O grubun içinde o anı yaşamaktan pişmanım. Allah benim belamı versin o gün orada olduğum için… Herkes diyor ki, ‘çatal attın’. Hiçbir şey atmadım. Orada marş oku dediler” açıklamasını yapıyor mesela. Hep derler…

Ardından herkesi “darbe marşı” olarak da anılan “(Bir başkadır benim) Memleketim”i söylemek için sahneye davet eden Reha Muhtar şarkıyı “ortamı yumuşatmak için söylediklerini” savunuyor. Ve 17 yıl sonra, 2016’da “Bugün olsa Ahmet Kaya da, gazeteciler, yazarlar ve HDP’liler gibi içeri mi alınacaktı?” başlıklı yazısı yayınlanmayınca 10 yıldır çalıştığı Vatan Gazetesi’nden ayrılıyor.

 “O zamanlar icab-ı hâl öyleydi, siyaseten öyle söylemek, yapmak gerekiyordu” belki! Devletlû, koskoca manşetler itibar etmiyorsa, onlar nasıl itibar etsindi… Hava değişince iade ediliyordu -siyaseten- itibar.

İade-i itibardaki adres yanlışlığı

O yüzden iade-i itibar da en kullanışlı, ikiyüzlü kelimelerden olmuş siyaset sözlüğünde. Zira çoğu kez yasak savmak kabilinden. İade-i itibarın siyaset sözlüğündeki “siyaseten mânâsı” farklı, “Türkçe Sözlük”deki anlamı başka: “Resmi kurumlar, mahkeme kararları veya basın-yayın araçlarıyla zedelenen saygınlığın yine aynı yollarla geri verilmesi, kişi saygınlığına karşı yapılan haksızlığın ortadan kaldırılması.”

Siyasette ise çoğu kez özrün kelimesini anmadan, “dilemeden”, zihnen itibar etmeden, doğru dürüst hakkını-hukukunu iade etmeden dolaylı “Pardon”un Arapçası Türkiye’de.

İpe sapa gelmeyen kararlarla, ipe götürürler adamı, asarlar, yıllarca hapiste tutarlar… Ölür gider, ardından, iade-i itibar. Ahmet Kaya’ya da gösterildi o itibar. Şiirleri, türküleri milyonların olmuş, itibarını sanatıyla, hakkıyla kazanmış bazı isimlere de…

Kuşkusuz “değişti” bir şeyler de… “İade-i itibar”daki adres yanlışı değişmedi. Düzelmedi… Kerhen, öyle icap ettiği için gösterilen itibar onlara değil esasında kendine. İade-i itibar onların değil, onları, şiirlerini, türkülerini, düşüncelerini yıllarca sürgünde tutmaya çalışan, yasaklayan politikacıların ihtiyacı. Onlara, devlete, hatta ülkeye iade-i itibar… Eğer gerçek, hakkıyla hukukuyla bir itibarsa!

“Dava, fikir insanları”…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu yıl 30 Mart’taki “Gençlik buluşması”nda Ahmet Kaya’nın “Şafak Türküsü” çalınca yine duygulanmış: “Beni burada arama /Arama anne /Kapıda adımı /Adımı sorma…”

Yine hakkını vermiş: “Ahmet Bey ben cezaevine giderken Kazlıçeşme’deki uğurlama programına katılıp bu şarkılarını söylemişti. Dava, fikir insanı için böyle bir şeyin yapılması kabullenilemez diye. Başbakanlığım döneminde Türkiye’ye getirmek istedim Ahmet Kaya’yı ama olmadı.”

Ahmet Kaya’nın 1998’deki Kazlıçeşme’deki o konserde yaptığı konuşmayı da ayakta alkışlamıştı. Şöyle demişti Kaya: “Cumhuriyetimizin 75. yıldönümünde daha özgürce yaşamak, inanca saygının, düşünceye özgürlüğün olduğu bir cumhuriyette yaşamak dileğiyle… Ve artık şarkı söyleyenlerin ve şiir okuyan insanların tutuklanmadığı, tutuklanmayacağı cumhuriyetlerde bir daha görüşmek üzere diyorum.”

Sanatın-sanatçının bugünkü hâli

O gün takdire şayan olan “dava, fikir insanları”nın bugünkü halini düşünce, yine elde var hüzün. Düşünceye özgürlük, saygı desen, kargaların güleceği kara mizah. Sanatın-sanatçının da hâli ortada… Birçok ilde festivallerin, konserlerin türlü gerekçelerle engellenmesi, yasaklanması yine “sıradan”.

Google’da “Mezopotamya Ajansı”nın “2023 konser ve festival yasaklarıyla geçti” haberini gördüm, bakayım dedim… “12.03.2024 sayılı Erzurum 1. Sulh Ceza Hâkimliği kararıyla erişime engellenmiştir”. Taze taze yasaklanmış.

Yeri geldi, 2013’de Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün müzik dalında Ahmet Kaya’ya verildiğini de hatırlatmalıyım. Önemliydi… Bugün havada uçuşan çözüm süreci, barış, helalleşme, normalleşme adımlarından birisi. İtibar etmemek, göstermemek zordu birçok insan için. Tersi de maalesef.

“Aynı kareye girme”nin gölgesi

MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin 28 Kasım 2013’de o ödüle dair sözlerini de hatırlatmak istiyorum:Cumhuriyet’in 90. Yılını idrak ettiğimiz şu günlerde, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nün müzik dalında; bölücülükten, terör örgütü yandaşlığından sicil almış ve sabıka yemiş bir PKK’lıya vefatının üzerinden 13 yıl sonra tevdi edilmesi Türk milletine saygısızlığın ve nankörlüğün aldığı boyutu göstermesi bakımından ibretliktir.

Cumhura baş olmayı, bölücü örgüt taraftarlığının aklanması ve ödüllendirilmesi olarak görenlerin bu yanlış ve izahı olmayan kararından dönmesini beklemek en tabii ve ahlaki hakkımızdır. Devletin tepe noktasında bulunanların, Cumhuriyet’i yıkma emelinde olanlarla aynı kareye girmeleri, bu mihrakları taltif ve mükâfatlandırmaları her şeyden önce kendi isimlerini lekeleyecek, saygınlıklarına da gölge düşürecektir.”

“Elde var hüzün”…

“Aynı kareye girmek”, bugüne, “sabıkasıyla ünlü” isimlere “aynı karede” gösterilen itibarın her makamdan fotoğraflarına bakınca da aklımda. Öyle isimlerle boy boy “fotoğraf çekinmek”ten çekinmiyorlar bile. Seyri, safahatı, hukukuyla buyrun size iade-i itibar.

Ahmet Kaya’nın sesiyle de her kulağa ulaşan Attilâ İlhan’ın başka bir şiiri daha -hüzünle- geliyor aklıma: “hayat zamanda iz bırakmaz /bir boşluğa düşersin bir boşluktan /birikip yeniden sıçramak için /elde var hüzün”.

Biraz düşününce… “Ölmüş”e kerhen/siyaseten rahmet okuyan, kürsüsünden onun şiirlerini seslendiren, şarkılarına içlenen siyasetçilere, iktidara/muhalefete peşinen itibar etmek zor. Delil gerektiriyor, itimat, hak hukuk… Zihnin, gönlün, ufkun kapalıysa, şaire iade-i itibar filan diyerek dizeler okumak, şarkılar mırıldanmak hariçten gazel bir yana, maval okumak gibi geliyor bazen bana. Öyle bir itibar bizde olsun ki, iade edebilelim.

“Ne yakın ne uzağım komşunum”

Reha Muhtar’ın değindiğim yazısının başlığına yerleşen asıl soru da hâlâ asılı duvarda: “Ahmet Kaya yaşasaydı, konuşsa, söylese/söylenseydi akıbeti bugün ne olurdu?” Mesela yıllar öncesinden “Kürdüz, ölene kadar /İnsanız biz, sonuna kadar /Vallahi barışı özledik” türküsüyle gelseydi, bugünün “gündem”inin, bugünlerin “havası” olur muydu?

O hazin ödül töreninde “Kürtçe şarkı” dediği anda kıyamet kopan Kaya 24 yıl önce dün öldü. Selahattin Demirtaş 2016’dan beri, sekiz yıldır türkülerini hapiste söylüyor. Bazen yarı Türkçe-yarı Kürtçe, kendi deyimiyle kardeş türküleri: “Yabancı değilim pismame te me (kuzeninim) /Ne dur im ne nez im cirane te me (ne yakın ne uzağım komşunum senin).”

.

- Advertisment -