Sabah gazetesi yazarı Melih Altınok, Halkın Demokrasi Partisi (HDP) milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün, CIA Başkanı’nın Türkiye’yi ziyareti vesilesiyle dile getirdiği anti-Amerikan tavrı problemli bulmuş. Şöyle diyor:
"(…) Son tiradı şöyle: ‘Sırrı Süreyya Önder arkadaşımızın meşhur ettiği bir deyiş var; Azrailin can dağıttığı görülmemiştir. CIA'den hayır geldiği görülmemiştir.
Gelmese daha iyidir!’
“Türkiye'nin kimseden hayır beklediği yok ama bunu Obama yönetiminin giydirip, silahlandırıp koluna ABD arması bile astığı PKK-YPG'ye de söylediniz mi Kürkçü Bey?” (Sabah, 10 Şubat).
Haklı ve yerinde bir soru… İdeolojik ve ilkesel planda anti-emperyalist, anti-Amerikan olduğunu söyleyen bir siyasi hareket, ABD onun siyasi pozisyonuna yaklaştığında faydacı bir manevrayla anti-Amerikancılığını askıya alıyorsa, ideolojik ve ilkesel itirazların hiçbir hükmü kalmaz. Hakikaten: Ertuğrul Kürkçü gibi soldan gelip Kürt siyasi hareketine katılmış birinin, ABD ile YPG-PYD arasındaki ilişki ortadayken ilkesel ve ideolojik bir anti-emperyalizm söylemini sürdürmesi mümkün olabilir mi?
Fakat aynı soru, bunu dile getirdiklerinde haklı olacak muhafazakâr iktidar ve medya çevreleri için de geçerli: Trump’ın ABD başkanı seçilmesinden sonra bütün anti-Amerikan eleştirileri askıya alan, o kapsayıcı “üst akıl” kavramsallaştırmasını bile unutan muhafazakâr iktidar ve medya çevreleri, yarın Trump’la “papaz olunduğunda” eski ilkesel ve ideolojik anti-Amerikan söylemine rücû edebilir mi? Ederse, ciddiye alınabilir mi?
Anti-Amerikancılık bir kabuk
Türkiye’de anti-Amerikancılık ister ulusalcı, ister Kürt siyasetini benimsemiş, ister solcu, isterse de muhafazakâr olsun “öz”e dair bir şey değil, bir kabuk… Bu kabuk, ABD siyasetinin onların siyasi çıkarlarıyla çatışması durumunda sertleşiyor, tersi durumda ise yumuşuyor.
Yani, ilk bakışta göründüğünün tersine ideolojik bir karşıtlık değil bu; siyasal yarara bağlı olarak şaşırtıcı esnemeler gösterebilen, gündelik bir “karşıtlık”tan söz ediyoruz.
Türkiye’de sırasıyla önce ulusalcıların anti-Amerikancılığı “error” verip fâş oldu, onları Kürt siyaseti izledi, aynı süreci şimdi de muhafazakâr siyaset izliyor.
Buraya kadar söylediklerimden, bu tutum sahiplerini kınadığım sanılmasın… Tam tersine, varolan reelliklerin çerçevesi dahilinde siyaset yapmak zorunda olan herhangi bir siyasi organizma elbette dünyanın en büyük siyasi ve askeri gücü konumunda bulunan Amerika’nın desteğini arayacak ya da düşmanlığından sakınmaya çalışacaktır… Kimseyi suçlamıyorum, fakat Amerika’nın bütün ‘ilkesel ve ideolojik’ düşmanlarının, yeri geldiğinde nasıl ‘Amerikancı’ kesilebildiğini gösteren bunca tecrübeden sonra, kimsenin de kalkıp kendi anti-Amerikancılığının ‘ilkesel ve ideolojik temelli’ olduğunu öne sürmemesini istiyorum.
Şimdi gelin, bu üç temel siyasetin anti-Amerikancılıklarının parlayıp sönmesi süreçlerini birlikte hatırlayalım…
Ulusalcılığın anti-Amerikancılığı
2002-2009 arasında “Türkiye model Müslüman-demokratik bir ülke” diyerek Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AK Parti) destekleyen ABD, 2009’dan, bilhassa da 2012-2013’ten itibaren Türkiye’deki muhafazakâr iktidarı eleştirmeye başladı.
Türkiye’nin ulusalcılarının ABD ile ilişkileri bunun tam tersi bir seyir izledi. 2010’a kadar “Türkiye’yi parçalamak için çabalayan” ABD, o tarihten itibaren ittifak edilebilir bir güç sayılmaya başladı, çünkü ABD içerde ulusalcılığın “baş düşman” saydığı AK Parti ile çatışmaya başlamıştı.
Ulusalcıların ABD’ye karşı tavırlarını değiştirmeye başladığı 2009’da kaleme aldığım bir yazıda bu şaşırtıcı değişime şu cümlelerle işaret etmiştim:
“Benim bıkmadan, usanmadan takip ettiğim konular var. Bunlardan biri de, Türkiye’nin ulusalcılarının taşıdığı ‘Amerikan yandaşlığı’ potansiyeli… İlk bakışta ‘absürd’ bir tını veriyor oluşu, beni, öne sürdüğüm bu iddia konusunda daha da kışkırtıyor. Ulusalcılık gibi, temelini Amerikan karşıtlığının oluşturduğu bir siyasetin ‘Amerikan muhibliğine’ savrulması ihtimali ilk bakışta gerçekten de olacak bir şey gibi görünmüyor. Fakat işin ‘zâhir’ine değil de ‘bâtın’ına bakmaya başladığınızda iş değişir. O zaman, ‘anti-emperyalizm’in bir kabuk olduğunu anlarsınız. Ve ancak o zaman kabuğun altındaki ‘öz’ü algılayabilirsiniz; bu öz, otoriter-jakoben-laik bir yönetim-iktidar arzusudur. Ve bu ‘öz’e kim hizmet ederse, ulusalcılık onunla ittifaka hazırdır.”
Burada, ulusalcılığın anti-Amerikancılığının pragmatik ihtiyaçlara göre nasıl flulaştığına dair örneklere yer vermeyeceğim. Ayrıntılı örnek isteyen okurlar, 2013 sonu ile 2014 başında kaleme aldığım şu yazılara göz atabilirler:
http://www.marmarayerelhaber.com/Alper-GORMUS/21051-Anti-Amerikanciligin-error-verdigi-anlar-1
http://www.marmarayerelhaber.com/Alper-GORMUS/21169-Anti-Amerikanciligin-error-verdigi-anlar2
http://www.marmarayerelhaber.com/Alper-GORMUS/21402-Anti-Amerikanciligin-error-verdigi-anlar3
http://www.marmarayerelhaber.com/Alper-GORMUS/21603-Anti-Amerikanciligin-error-verdigi-anlar4
Yine de birkaç “spoiler” vereyim…
Bu linkleri tıklayanlar, mesela İlhan Selçuk’un “Başkan Bush”a hitaben kaleme aldığı, “onlardan vazgeçin, çıkarlarınız bizimle birlikte” demeye getiren yazılarından seçmelere ulaşabilirler… Mesela, zamanın önde gelen ulusalcılarından Tuncay Özkan’ın Türkiye’yi ziyarete gelen Obama’ya yazdığı, “Din faşizminin Türkiye’yi ele geçirmesi” tehlikesine karşı Türk ulusalcılarının Amerika ile el ele mücadeleye hazır olduğunu beyan eden mektubunu okuyabilirler…
Sonraki yazıda ulusalcılarınkine benzer bir akıbeti yaşayan Kürt siyaseti ile muhafazakâr siyasetin durumunu ele alacağım.