Kürtlerin olduğu bir çevrede büyümedim. Ancak dedem, yani babamın babası Kürt. Bir sevda dramı nedeniyle Kırşehir’deki köyünden kaçıp Tarsus’a yerleşiyor. Babamın köyü olan Dedeler’de aile lakapları ‘Kürdün çocukları’ idi. Kuleli Askeri Lisesi’ne kayıt yaptırmak için gittiğinde, babamı, “Sen kazanmamışsın, yanlışlık oldu” diye geri çevirmişler. Tam 1930 Ağrı İsyanı günleri. Henüz soyadının olmadığı dönem, soyadı yerine lakap yazılıyor. Babamın nüfus cüzdanında da lakap kısmına ‘Kürt Hüseyin oğlu’ yazılmış. O sırada devlet içinde Kürtlere yönelik temizleme harekatı olduğunu söylerdi babam. 1938 yılında memuriyet sınavına girdiğinde benzer bir gerginlik daha yaşamış. Sınavı oldukça iyi geçmiş. Sınav kağıdını teslim ettiği görevli, kağıdı alırken hava atarak şöyle demiş: “İmtihan usuldendir, memuriyete alınacaklar bellidir.” Babam yine Kürtlükten başı derde girecek diye endişelenmiş. Neyse ki korktuğu olmamış, sınavı kazanmış ve memuriyete başlamış.
Dedem Kürt Hüseyin
Ankara’da SBF öğrencisi iken Kırşehirli akrabalarım beni köye götürdü. Simo Amca, dedemin amca çocuğuydu. Yaşlıydı, ölmeden bizleri görmek istemişti. Dedemi anlattı. Dedemin o günlerde bir kıza sevdalandığını, onu kaçırmaya kalktığını, silahların patladığını ve birisini vurduğunu sanıp köyü ebediyen terk ettiğini öğrendik. Simo Amca, Kürtçe bilmediğime üzülmüştü. “Kimliğinizi unutmayın” diye nasihatler etmişti. O gece ilk kez akraba çocuklarından bazı Kürtçe kelimeler öğrendim. O köye bir daha gitmek nasip olmadı. Ama akrabalarımla ilişkilerim sürüyor. Tabii bu geçmişin sonraki yaşamıma etkisi oldu. Kürtleri öcü gibi gören, onların kuyruğunun olduğunu sananlardan olma ihtimalim yoktu. Ama asıl olan benim Kürt meselem değil Türkiye’nin Kürt meselesiydi.
Kürt Hüseyin dedem Tarsus’un Dedeler köyünde Yüreğirli Fatma’yı, ocağın bacasından inip kaçırıyor. Üç çocukları oluyor. Babaannemi tanıdım ama dedemi görmek nasip olmadı. Dedem 1915 yılında Birinci Cihan Savaşı’nda Yemen’e gidiyor ve orada şehit oluyor.
Üniversiteye başlayıp, gösterilere katıldıkça, Kürt konusunun ne kadar ‘nazik’ bir konu olduğunu öğrendim. Hukuk Fakültesi’nde bir panelde, Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın, Kürt meselesi üzerine sorulan bir soruya verdiği cevap benim için çok çarpıcıydı. “O konuyu konuşmak biraz sıkar” demişti. O zaman Kürt sözcüğünü kullanmak da kısmen yasaktı. Kürt meselesi yoktu ‘Doğu Sorunu’ vardı…
Aradan 50 yıldan fazla zaman geçti. Hiç ummadığımız bir yerden mesele gündeme geldi. Yaşadığımız döneme damgasını vuran bu sorun, çözülebilir mi? Bahçeli devlet yetkililerine sesleniyor. “Bir an önce DEM Partililer İmralı’yla görüşsün” diyor.
Umutlu olmak kolay değil. 50 bin kişi yaşamını yitirmiş. Binlerce köy enkaza dönmüş. Ama umudun bittiği yerde yeni umutlar yeşerebiliyor. Her şey bitiyor görünürken her şey yeniden başlayabiliyor. Türkiye’nin Kürt meselesi yalnız benim değil koca bir bölgenin meselesi. Bir kere daha gördük ki hiçbir şey bitti denildiği için bitmiyor.
“Her soylu iş, ilk başta imkansız görünür.” Thomas Carlyle.