Ana SayfaHaberlerDerbi Beşiktaş’ın oldu

Derbi Beşiktaş’ın oldu

Mourinho’nun 2005 yılından 2015 yılına kadar futbol oyununa ne ‘’yaptığını’’ biliyoruz; ama bilmediğimiz o tarihlerden sonra futbol oyununun ‘’Mourinho’ya’’ ne yaptığı sorusunun yanıtıydı. 2005 ila 2015 yılları arasında sırasıyla, Portekiz, İngiltere, İtalya ve İspanya’da olağanüstü işler yaptı. 2015 sonrası ne İngiltere’de ne de İtalya’da bildiğimiz tanıdığımız o Mourinho’yu tekrar eski görkemiyle sahne aldığına bir daha tanık olamadık.

Mourinho’nun 2005 yılından 2015 yılına kadar futbol oyununa ne “yaptığını’’ biliyoruz; ama bilmediğimiz o tarihlerden sonra futbol oyununun ‘’Mourinho’ya’’ ne yaptığı sorusunun yanıtıydı. 2005 ila 2015 yılları arasında sırasıyla, Portekiz, İngiltere, İtalya ve İspanya’da olağanüstü işler yaptı. 2015 sonrası ne İngiltere’de ne de İtalya’da bildiğimiz tanıdığımız o Mourinho’yu tekrar eski görkemiyle sahne aldığına bir daha tanık olamadık. Kendi adıma söylemiş olayım, en azından ben böyle düşünüyorum. Yeri gelmişken Mourinho’nun en tavan yaptığı dönemlerde bile, oynattığı oyunları sevmedim; hep muhaliftim ve sert eleştirileri hiç esirgemedim. Ama Mourinho, Mourinho’dur ve onu Türkiye Süper Liginde görmek cidden heyecan vericidir.

İlk Galatasaray derbisi dahil, son Beşiktaş derbisine kadar Mourinho, her maçta oyunun üstüne bir şeyler koyarak, güçlü, dinamik ve agresif bir oyun üretmeye ya da inşa etmeye çalışıyordu. Mourinho gibi maç pragmatist biri, Türkiye’de bütüncül bir oyuna meyil etmiş ve sahanın her santimetre karesini oyunun malzemesi olarak kullandığına şahit oluyorduk. Kör vuruşları sınırlayan, kaleciden başlamak üzere, ilk açılış paslarına özen gösteren, birinci bölgeden ikinci bölgeye dengeli çıkan, topun kapılma ihtimali üstüne tedbirleri elden bırakmayan bir oyun bu ve itiraf etmem gerekirse ilk kez sevimli bulduğum bir oyun oynuyordu.

Hücumda Edin Dzeko’nun kişisel yeteneklerinden maksimum düzeyde yararlanmaya çalışırken, kenara taşınan toplardan final vuruşu üretmek için, Dzeko ve Dusan Tadic, ilişkisine büyük özen gösterdi, pas, iade pas ve pas seçenekleri ürüntülerinde bu özen açıkça görülüyordu. Fred, Maximin ve Szymanski ile de hem bu ikiliye alan ve zaman kazandırmaya gayret ediyor hem de bu üçlünün potansiyel yetenklerinden doğabilecek fırsatlara göz dikiyordu.

Sofyan Amrabat ve Osayi Samuel’i bir tarafa bırakırsak, defansın ve orta sahanın diğer aktörlerine istediğini yaptırma bahsinde sıkıntı yaşadığı, neredeyse her maçta fark ediliyordu.

Beşiktaş maçında sözünü ettiğim bu sıkıntılı haller, maçın ruhuna ve kaderine sirayet etti diyebiliriz. Beşiktaş defansından gelen uzun ve kör vuruşlara Filip Kostic, Alexander Djiku ve Samet Akaydın, aynı sertlik ve kontrolsüzlükler karşılık verince, Beşiktaş, orta saha da hem ikinci top mücadelesi kazandı hem de oyunu Fenerbahçe hücumcuları için daraltarak, bitişik, sert ve kesintisiz mücadele etme fırsatı buldu.

Mourinho’nun bu durumu öngörmemiş olması düşük bir ihtimal ama gördüğü halde aldığını düşündüğü tedbirler maça hiç yansımadı. Sırf bu yüzden, Fenerbahçe, kendi oyununu geniş alana taşıyamadı ve yine bu bağlı olarak, özellikle kanatlardan tempolu, yıldırıcı ataklar geliştiremedi. Oysa maç öncesi iki takımın da neler yapabilecekleri açık seçik ortadaydı. Beşiktaş, agresif ve mücadeleci bir oyundan başka seçeneği yoktu. Bunun formülasyonu da ”bas boz oyunu” olabilirdi. Ama Fenerbahçe Serdar Topraktepe’nin bu oyununa öyle bir defansif katkı yaptı ki, bunun adı ekmeğe yağ sürmek olmadı, bal börek ikram etmek oldu.

Fenerbahçe defansının telaşa bağlı kaotik vaziyetini, İki Beşiktaşlı oyuncu Rafa Silva ve Gedson Fernandes, dikine koşu ve baskılarıyla adeta kriz hattına dönüştürdüler.

Bu maç için belki en uygun son söz, golün kendisi olur; gevşek ve sıska bir vuruş, sessizce tıngır mıngır yuvarlana yuvarlanan ve Ciro Immobile’nin aksine onun hiç katkısı olmadan filelerle buluştu.

Dip not; maçın hakemi şahaneydi. Oyunu düşündü, oyunun akışına çok isabetli kararlar yön verdi ve oyunculara karşı çok merhametliydi.

- Advertisment -