Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDemokratikleşme için “detone” seslere ihtiyaç olabilir

Demokratikleşme için “detone” seslere ihtiyaç olabilir

İtiraz eden kişiye “sesin detone” derken Sayın İmamoğlu farkında olmadan şunu dile getirmiş oluyor. “Buradaki herkes gibi sen de bu kurala uy. İktidarın etrafında saçaklanan, ne yapılırsa şakşaklayan bu topluluk gibi kurallara uy, bunun dışına çıkma.”

Sayın İmamoğlu, temel atma töreninde Adalar’da minibüslerin çalıştırılmasını protesto eden kişiye “sesin çok detone” diyerek karşılık vermiş. 

Bir protesto olması durumunda halkla ilişkiler (PR deniyor) danışmanlarının hep söyledikleri gibi yapmış: 

“Birinci kural: Sakın sinirlendiğini belli etme. 

İkinci kural: Sana itiraz edenler olursa asla topluluk olarak karşına alma, içlerinden birini ötekileştir. 

Üçüncü kural: Konuyu değiştir, dikkatleri başka yere çek. Nasıl olsa mikrofon, dev hoparlörler ve oraya topladığın kalabalıkla hakimiyet sende…”  

“Sesin detone” denilerek ötekileştirilen kişinin Sayın İmamoğlu’nun elindeki mikrofonu kapıp “hayır seninki benimkinden daha detone” diyecek hali yok.  

Günümüzün liderlerine itiraz etmekte çeşitli zorluklar var. İzleyici toplulukları da genellikle taraftarlardan oluşuyor. Şiddet görme, tartaklanma riski de var. 

Ancak asıl zorluk bu değil. 

Sesi çıkanlar, ya da kamuoyunu oluşturanlar diyelim, iktidarların sağladıkları kariyer imkanlarını, kamu imtiyazlarını kullanıyorlar. Bunların çoğu aynı zamanda projelerde şirketlerle iç içeler. Bu nedenle şehir planlama, ulaşım altyapı projeleri gibi konularda kamuoyunun bilgisi kurgulama safhasında değil, ancak uygulama aşamasında oluyor. Projeler tamamlandıktan, ihaleler gerçekleştikten sonra da alternatifleri konuşmak mümkün olmuyor. Çünkü uygulama disiplin gerektiriyor. Demokrasi ise kararların kurgulama aşamasında kamusal nitelik kazanması, katılıma açılması demek. 

Otoriterleşme çoğunlukla zannedildiği ya da gösterildiği gibi yalnızca liderlerin kişilikleri ya da tercihleriyle ilgili olmaktan çok fikir üretiminin kapalı ilişkiler içinde gerçekleşmesi çıkar gruplarına bağımlı hale gelmesiyle ilişkili.

Bu örnekte olduğu gibi Sayın İmamoğlu da bu oyunu sistemin dikte ettiği kurallara göre oynuyor. Bunun bir örneği de itiraz edenlerin “azmanbüs” adını verdikleri minibüs irisi araçlar. Büyükşehir yönetimi fikir üretimini, plan ve proje işlerini şirketlere, piyasa aktörlerine bırakarak kendi kararlarında kamusal niteliği ihmal ediyor. İETT doğrudan piyasa aktörleriyle ilişkiye geçiyor, kapalı ilişkilerle şartnameleri hazırlıyor ve kendi istediği araçları satın alıyor. Oysa kereste dahi satın alacak olsanız, önce niteliğini, cinsini tarif etmeniz gerekiyor. Kaldı ki plan, proje gibi fikir üretimini kapalı ilişkilerle tanımlamak mümkün değil. Bu nedenle İstanbul’un eşsiz bir kültürel ve doğal mirasa sahip ilçesindeki, Adalar’daki ulaşım meselesini katılımcı ve süreç odaklı yönetmek, daha yaratıcı, şiddet içermeyen yöntemlerle ele almak mümkün olmuyor. 

Belediyenin şehircilik, ulaşım projeleri de bu kapalı ilişkilerin dikte ettikleri koşullarda gerçekleştiriliyor. Böylece fikir üretimi imtiyaz gruplarına bağımlı hale geliyor. Bu durumda sesi çıkabilenler, kararları etkileyebilenler bu sistemden beslenenler. 

Oysa Sayın İmamoğlu’nun “detone” olarak nitelediği sesler ortaya çıkan sonuçlara, “azmanbüs”e, yaya alanlarının motorlu araçlar tarafından işgal edilmesine karşı çıkmakla kalmıyor. Fikir üretiminin bağımsız, katılımcı ve şeffaf olmasını talep ediyorlar. 

Bir bakıma bu koşullarda imkansız gibi gözüken bir şey istiyorlar. Kural haline gelmiş olan kuralsızlığı bozmaya çalışıyorlar. 

Bu açıdan bakıldığında Sayın İmamoğlu’nun  sesle, müzikle ilgili bir benzetme yapması sorunu ifşa eden bir gaf gibi de görülebilir. Bu benzetmeden hareket edilirse kural tanımamanın, kalıplara uymamanın müzikteki karşılığı ise atonal müzik. Tıpkı diğer sanat dallarında olduğu gibi, 20. yüzyılda, müziğin kopyalanabildiği yeni teknolojilerle birlikte kalıpları sorgulayan, taklitle bağları sorgulayan, herkesin müzik yapabileceğini göstermeye çalışan önemli besteciler ortaya çıkıyor. Beklenen seslere, kulağın alıştığı kalıplara uymayan, yani kural tanımayan sanatçılar…

Burada ilginç bir benzerlik var. Çünkü itiraz eden kişiye “sesin detone” derken Sayın İmamoğlu farkında olmadan şunu dile getirmiş oluyor. “Buradaki herkes gibi sen de bu kurala uy. İktidarın etrafında saçaklanan, ne yapılırsa şakşaklayan bu topluluk gibi kurallara uy, bunun dışına çıkma.”

Nasıl atonal müzik kalıplaşmış müzik dünyasına karşı yenilikçi bir akımı simgeliyorsa, Sayın İmamoğlu tarafından “detone” olarak nitelenen ve küçümsenen, ötekileştirmeye çalışılan kişi(ler) bu sistemi sorguluyor ya da “detone” yani kulağa uygun gelmeyen, ustalaşmadığı ve bilmediği için yanlış sesler çıkaranlar anlamına gelmiyor olabilirler.

Acaba diyorum müzisyenler, mesela viola ya da trompet sanatçıları bu olayın üzerine Saraçhane’de başkanlık bölümü karşısında atonal eserler sergileseler nasıl olur? Hatta yalnızca müzisyenler değil, şehir plancıları, mimarlar da bununla kalmayıp, bugünkü oligarşik yapıları, şirketlere devredilen plan ve projeleri sorgulasalar. 

“Detone” diye ötekileştirmeye çalışılanın, ya da ülkenin temel meselesinin ne olduğunun, ne anlama geldiğinin daha iyi anlaşılması için…

- Advertisment -