Ana SayfaYazarlarÖküzün boynuzunda…

Öküzün boynuzunda…

 

Küçük bir adaya ölümü göze alarak gelmişlerdi. Aylardır kaldırımlarda, parklarda yatıyorlardı çoluk çocuk… Aralarında son derece modern görünümlü, birkaç dil bilen insanlar olduğu gibi çarşaflı olanlar da vardı. Ne adadakiler ne de kendileri birbirlerine, “Hangi inanıştansın, dünya görüşün, mezhebin ne?” sorusunu yöneltiyordu. Onlar, ülkesi savaşta parçalanmış, umut yolculuğuna çıkan mültecilerdi. Hayata tutunabilmek için çıktıkları bu yolculukta, başka bir ülkenin kaldırımında eşitlenmişlerdi…

 

Yukarıda yazdığım satırların benzerini, Ege Denizi’nde ölümü göze alarak Midilli Adası’na giden mültecilerin adada yaşadıklarını gördükten sonra yazmıştım. Başka bir ülkenin küçük kaldırımında eşitlenen mültecilerin tek derdi bu küçük adadan Avrupa’nın herhangi bir ülkesine gitmekti. Yaşam tarzının, inancın hiçbir öneminin olmadığını orada gözlemleyerek görmüştüm. Yaşayacak bir özgür ülkenin olmasının ne kadar değerli ve kıymetli olduğunu bir kez daha o kaldırımlarda dolaşarak anlamıştım.

 

Babaannem Nafiye dindar biri olduğu kadar pagan inanışları olan bir kadındı. Dünyanın öküzün boynuzları üzerine durduğuna inanırdı. Çocukken bana, “ Bak uşağım, dünya öküzün boynuzları üzerine duruyor. Burnuna sinek girince boynuzlarını sallıyor ve deprem oluyor. Bir gün öküz, boynuzlarını çekecek, işte o zaman kıyamet kopacak” derdi. Aksini inandıramadım ona, ona inanarak öldü…

 

2016 yılında öyle şeyler yaşadık ki ben de babaannemin teorisine hak verdim. Dünyayı fena salladı öküz, biz ise memleket olarak fazlasıyla nasibimizi aldık bundan. Darbe girişiminden katliamlara neler yaşamadık ki. Hani; Sultanahmet Meydanı’na bir uzay gemisi inse ve ülkemizi işgale kalkışsa buna bile şaşırmayacak hale geldik. Gel de inanma Nafiye’nin teorisine.  Babaannem, art arda gelen felaketlerden sonra iyiliklerin geleceğine inanırdı. “Her kötülüğün ardından bir iyilik mutlaka gelir. Gelir ki insan buna dayansın.” derdi. Bizi de inandırdı buna. Onun torunu olarak 2017 yılına umutla girdim. Bunca felaketleri ve badireleri atlatıp dimdik ayakta kalabilmişsek memleket olarak, bu sene bizim yılımız olacak. Her ne kadar yeni yılın ilk saatlerinde Reina’da yaşanan katliam umutlarımı kırmış olsa da hâlâ inanıyorum buna. Bu yıl bizim ülkemizin yılı olacak ve eskisinden daha güçlü kalkacağız ayağa…

 

Tabii bunu başarabilmek için öncelikle inancı, düşüncesi ve yaşam tarzı ne olursa olsun bu toprakları vatan belleyenlerin ortak bir zeminde buluşması lazım. Bu ortak zemin de bu toprakları işgal etmek, iç savaş çıkarmak isteyenlere tek yürek olarak karşı durmaktan geçiyor. Reina’da 39 yaşamın katledildiği saldırı, ilk bakışta yaşam tarzına yönelik gibi görünse de tamamen iç savaş çıkarmaya yönelik eylemlerden sadece bir tanesidir. Ki, zaten elinde benzin bidonunu ateşe dökmeyi bekleyenler de ortamda fazlasıyla mevcuttur. Birileri bu benzin dökme işini profesyonelce yapıyor. Bu ülkeyi hiçbir zaman vatan bellemeyen FETÖ gibi örgütler, hiçbir zamanda vazgeçmeyecekler bundan. Bundan daha tehlikelisi ise kendi yaşam şeklinin kavgasını verdiğini sanan ‘masum’lardan geliyor. Sosyal medyanın ‘Dayanılmaz hafifliğine’ kapılan bu ‘masumlar’ terörün insanlarda yarattığı etkiyi domino taşı gibi yaydıkça yaymaya çalışıyorlar. IŞİD gibi kendinden olmayan herkese düşman bir örgütün yaptığı katliamı yaşam tarzına indirgemek, sadece bu katil örgütün ve onun arkasında olanların işine yarar. Terörün yaymak istediği korkuyla yaşam tarzını sorgulamak, karşılıklı nefreti artırmaktan başka bir işe yaramaz. Zaten ülkemizi çalabilmek için ellerinden geleni ardına koymayanların istedikleri de budur…

 

Bakın; bu ülke sadece sekülerlerin ülkesi değil. Muhafazakar dindarların da değil. Sadece sunnilerin olmadığı gibi alevilerin de değil. Değişik etnik kimliklerden oluşan ve zenginliğini de bundan alan bir ülkeye sahibiz. Haklılığın bile önemli olmadığı zamanlardan geçiyoruz.  Arafta kalmış birisi olarak değişik yaşam tarzı düşünce ve inancı olan insanlarla bir araya geliyorum. Birebir yaptığım konuşmalarda  ‘nefreti ve ötekileştirmeyi’ asıl karşı tarafın yaptığını iddia ederek kendi kişisel nefretine bahane bulduklarını fark ettim.  Bu durum o nefreti  ‘haklılık’ temelinde çoğaltmaktan başka bir işe yaramaz. Böyle durumlarda bir tek şey söylüyorum karşımdakine, “İyi de bari sen yapma, o nefret ateşine bir odun da sen atma…”

 

Zor zamanlardan geçiyoruz, sırat köprüsünden geçer gibi… Her olay bir sınav aslında. Oldukça yorucu bir durum farkındayım. Soluklanmak istiyoruz memleket ahalisi olarak. Bu soluklanmayı da terörün patlattığı her bombada, çekilen her tetikte karşılıklı birbirimizi suçlayarak, elimizde benzin bidonları ateşe o bidonu dökerek değil, ülkemize sahip çıkarak sağlayabiliriz. Daha önemlisi katiller arasında ayırım yapmadığımız gibi mağdurlar arasında da ayırım yapmadan ülke oluruz. Aksi halde olacakları aklımdan bile geçirmek istemiyorum.  Hele ki başka bir ülkenin kaldırımlarında ülkesini kaybeden bir mülteci olarak eşitlenmeyi hiç istemiyorum…

 

 

  

- Advertisment -