Ana SayfaRÖPORTAJAli Bayramoğlu: “CHP süreçle ilgili tereddütlü, bu işten kaçan bir görüntü veriyor”

Ali Bayramoğlu: “CHP süreçle ilgili tereddütlü, bu işten kaçan bir görüntü veriyor”

Ali Bayramoğlu ile Bugünler’de bu hafta: "CHP'nin süreçle ilgili tutumu daha tereddütlü, daha bu işten kaçan bir görüntü sergiliyor. Nitekim Özgür Özel, bir duyumdan hareketle, 'Bunlar bir yıldır görüşüyormuş, bir pazarlık yapıyorlar, bir diyalog içindeler' gibi bir olumsuz tavır aldı ve 'Bizi kandırıyorlar' diyerek yanlış bir yaklaşım sergiledi. Yapması gereken şey, bu süreçte ne tür özgürlük hamleleriyle ve demokratik adımlarla bunun tamamlanacağına dair bir vizyon ortaya koymaktı."

İZLEMEK İÇİN

Ali Bayramoğlu, Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yaptığı fesih çağrısını değerlendirdi.

“Muhtelemen kapalı kapılar ardında bir dizi görüşme yapılıyor”

Öcalan’ın çağrısı açıkçası Kürtlerin ve gözlemcilerin beklentilerine oranla az talepkâr içerikteydi. Devletin çizmiş olduğu çerçevede, bir Türk-Kürt ittifakı, silah bırakma, Kürt hareketinin format değiştirmesinden ibaretti. Bu metinde hukuki ve siyasi bazı beklentiler ile düzenlemelerin yer almaması kimi çevrelerde bazı soru işaretleri yaratmakla birlikte, esas olarak metnin hedefi, devlet ile Kürt örgütü arasında en azından silah bırakma konusunda ortak bir hat, görüş ya da mutabakat olduğunu göstermesiydi. Dolayısıyla, örgüte kurucu tarafından “silah bırak” demek, bunca yılın ardından kendini feshetme çağrısında bulunmak tarihi bir andı, buna hiç şüphe yok.

Bu tarihi anın bundan sonra nasıl ilerleyeceği ve evrileceği, en az o anın kendisi kadar önemli.

Süreç nasıl evrilecek ve nasıl ilerleyecek? Bu tür süreçler, toplumda farklı sorular, endişeler ve destekler ortaya çıkarır. Bunlar, siyasi tutumlara ve meşreplere göre değişkenlik gösterir. Öncelikle şunu belirtmek isterim: Şu an itibarıyla gözlemlediğim kadarıyla, 2013-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci ne kadar kamuoyunun önünde, açık ve büyük ölçüde şeffaf bir şekilde ilerlediyse, bu kez bunun tam tersi bir yöntem izleniyor.

Muhtemelen kapalı kapılar ardında bir dizi görüşme yapılıyor, bazı ilkesel veya politik uzlaşma noktaları oluşturuluyor ve taraflar bu çerçevede açıklamalar yaparak süreci yürütmeye çalışıyor. Böyle olunca, birinci süreçte bile çok sayıda soru varken, şimdi daha da fazla belirsizlik ortaya çıkıyor.

Bu çerçevede “ne oluyor, görüşme yapıldı mı, yapılmadı mı, eğer özel alanda pazarlık anlamında bir görüşme gerçekleştiyse, taraflar arasında bir şeyler alıp verildi mi, verildiyse ne?” gibi pek çok soru gündemde.

Şimdi de taraflara bakalım isterseniz. Öncelikle, ulusalcılar bu sürece kökten karşılar. İlk süreçte de kökten karşıydılar. Örgütle özel alanda konuşma, onu muhatap alma durumu ulusalcı bakışı rahatsız ediyor. Bunun yanı sıra, sürecin bir taviz içermesi veya siyasi bir değişim ihtimali de onları irrite ediyor. Dolayısıyla, örneğin Sözcü gazetesi başta olmak üzere, bu sürece açıkça karşı çıkanlar olduğu gibi, sözde tereddüt içinde olup bazı bilinmezleri öne çıkararak dolaylı bir karşıtlık sergileyenler de var. Bu, şaşırtıcı bir durum değil.

Tabii ulusalcıların dışında Türkiye’de modernist bir kesim var. Bunlar, muhalefeti oluşturan ancak doğrudan ulusalcı olmayan çeşitli gruplardan oluşuyor, “ılımlı modernistler“ diyelim. Bu kesimin Erdoğan’la ilgili sorunları o kadar baskın ki süreci değerlendirirken esas olarak Erdoğan’ı merkeze alıyorlar. Sürecin Erdoğan’a siyasi kazanç sağlayabileceğini düşündükleri ölçüde, psikolojik olarak böyle bir açılımın gerçekçi ve sürdürülebilir olmadığı kanaatine varıyorlar.

Dolayısıyla, biri çok sert, diğeri daha ılımlı ama yine de olumsuz iki farklı tutum var.

Buna karşılık, süreci destekleyenler arasında iktidar çevreleri, muhafazakâr kesimler ve Kürtler bulunuyor. Ayrıca, liberalleri bu gruba ekleyebiliriz.

İktidar çevresi açısından görüşmelerin kapalı kapılar ardında yürütülmesinin ana nedeni, muhtemelen milliyetçi tepkilerin önüne geçmek istemeleridir.

Bahçeli’nin çıkışı, ardından Öcalan’ın buna cevap vermesi, Erdoğan’ın sahiplenmesi ve sonrasında izlenecek muhtemel takvim… İktidar tarafı, bu takvimle ilgili kendisine yakın gazetecilere çeşitli açıklamalar yapıyor. İzlenecek yolu anlatırken aynı zamanda herhangi bir görüşme, pazarlık ya da müzakerenin olmadığını vurguluyorlar. Bunun Türkiye’nin bütünlüğü için atılmış bir adım olduğunu ve örgüt için de bir lütuf olarak görüldüğünü ifade eden bir söylemi benimsiyorlar. Bu çerçevede “silah bırakma sürecine girilecek, devlet bu süreci gözlemleyecek ve nihayetinde süreç tamamlanacak” şeklinde bir yaklaşım sergiliyorlar. İktidar kanadı, demokratikleşme ile bu süreç arasında doğrudan bir bağlantı kurmamaya özen gösteriyor.

Bunun ana nedeninin, bu hassasiyetin, milliyetçi reaksiyonların ortaya çıkmasını engellemek ve bir pazarlık görüntüsünün oluşmaması için olduğunu söylemek mümkün. Hükümet cephesine baktığımızda, elbette bu süreç oldukça pozitif görünüyor.

Kürt tarafı, devletin de mutlaka adımlar atması gerektiğini, bunun sonucunda silahların bırakılacağını savunuyor. Ya da Brüksel’den Remzi Kartal’ın yaptığı açıklamalarda olduğu gibi, görüşmelerin muhtemelen yapıldığını belirtiyorlar. Bu görüşmeler olmaksızın böyle bir mektubun açıklanması veya okunması mümkün olmayacağı şeklinde bir tavır içindeler. Yani her taraf, kendi pozisyonuna göre bu kapalı süreci okumaya ve anlamaya çalışıyor. Ancak sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Kürtler, Kürt tarafı, açık toplumu destekleyen kesimler ve iktidarı takip eden önemli bir muhafazakâr kesim, bu sürecin arkasında duruyorlar. Tabii burada önemli iki soru var.

Bunlardan bir tanesi, bu sürecin niteliğinin ne olduğu. Bunu hep konuşuyoruz. Bu sürecin niteliği, esas olarak, bir silahtan siyasete geçiş üzerine kurulu bir dönüşüm süreci olması. Devlet bunu talep ediyor, örgüt ise kendi faydası için bunu yapmaya çalışıyor. Bu arada, kimi dengeler, pazarlıklar, alışverişler ve birbirlerine alan bırakmalarla yürüyen bir mekanizma var. Şimdi bu açıdan baktığımızda, yani geleceğe yönelik bir tutum açısından, bu nitelik son derece önemli görülüyor. Önemli görülüyor çünkü silahın bırakılması ve siyasete geçiş, Irak’tan sonra Suriye’de de önemli bir huzur, sakinlik, Kürtlerin daha rahat bir şekilde ortaya çıkışı ve Türkiye’nin daha az güvenlik endişesi duymasını tetikleyebilir. Ama biliyoruz ki bunun çeşitli koşulları var. Bu koşullardan bir tanesi de Türkiye içindeki Kürtlerin köklü talepleriyle ilgili neler yapılacağı.

“CHP tereddütlü”

Burada olması gereken şey; muhalefetin, başta Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bu çözüm sürecinin eksik olan haklar, özgürlükler ve yeni tanımlar ayağına sahip çıkmasıdır.

Şu anda en elzem meselelerden bir tanesi bu ve maalesef bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin tutumu daha tereddütlü, daha bu işten kaçan bir görüntü sergiliyor. Nitekim Özgür Özel, bir duyumdan hareketle, “Bunlar bir yıldır görüşüyormuş, bir pazarlık yapıyorlar, bir diyalog içindeler” gibi bir olumsuz tavır aldı ve “Bizi kandırıyorlar” diyerek yanlış bir yaklaşım sergiledi. Yapması gereken şey, bu süreçte ne tür özgürlük hamleleriyle ve demokratik adımlarla bunun tamamlanacağına dair bir vizyon ortaya koymaktı.

Tabloya baktığımızda Türkiye kamuoyunun bir miktar bölünmüş olduğunu görebiliyoruz. Bu, biraz sürecin kapalı olmasından kaynaklanıyor; ama bununla birlikte Kürtler ve Türkiye’nin önemli muhafazakâr kesimleri, bu sürecin arkasında duracaklardır. Bu sürecin nasıl ilerleyeceğini şu anda kestirmek mümkün değil; fakat her iki tarafın da silahlardan arınma ve siyasete geçiş hassasiyetine sahip olduğu bir gerçek.

Yani özellikle Türkiye silahlardan arınmış bir Kürt hareketini görmek ister. Karşı taraf da kendisine silahsız bir yaşam alanı bırakılmasını ister. Bunların nasıl biçimleneceğini bize zaman gösterecek.

- Advertisment -