Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIHarvard, Trump’a karşı nasıl direniyor?

Harvard, Trump’a karşı nasıl direniyor?

Trump; Filistin göstericisi öğrencilere yeterince müdahale etmediği ve azınlıklara yönelik pozitif ayrımcılığa son vermediği için Harvard’ın 2.3 milyar dolarlık federal desteğini kesti, İsrail karşıtı öğrencilerini ihbar etmediği için yabancı öğrenci alımını durdurmak ve vergi muafiyetine son vermekle tehdit etti. Harvard ise 50 milyar dolara varan şahsi bağışlara güvenerek Trump’a isyan bayrağı açtı, hükümetin taleplerini reddeti. Harvard’ın direnişi, toplumsal muhalefeti heyecanlandırdı. Fakat Trump’a karşı mücadele için bu yeterli değil. Harvard’ın elit kurumlara öfkeli geniş kitleleri kapsayacak bir hikayenin parçası olması, İsrail destekçisi bağışçılarının taleplerine boyun eğmemesi, Cemal Kafadar gibi hocalarının arkasında durması da gerekiyor. Aksi durumda Trump tsunamisine set çekmesi oldukça zor.

21 yaşındaki siyah Amerikalı Richard Theodore Greener, 1865’in Ağustos ayında Harvard Üniversitesi’nin kapısından içeri girdiğinde oldukça heyecanlı ve gergindi. Aslında 1636’da kurulan bu prestijli üniversitenin kapısından birçok siyah geçmişti: Beyaz hocaların hizmetçileri, okulun zengin bağışçıların köleleleri veya beyazların siyahlardan üstün olduğunu ispatlamak için yapılan kafa tası ölçümü gibi ırkçı deneylere katılmak zorunda kalan denekler…

Fakat Richard Theodore Greener, Harvard’ın kapısından geçen diğer siyahlardan farklıydı. Greener, 200 yıllık Harvard’ın ilk siyah öğrencisiydi. Köleliğin kaldırılmasına karşı çıkan Güney ile siyahların özgür olduğu Kuzey eyaletleri arasındaki iç savaşı özgürlük yanlısı Lincoln ve arkadaşları kazanmış, kölelik kaldırılmış ve siyahlar özgürlüklerine kavuşmuştu. Harvard Üniversitesi de her zaman olduğu gibi kurulan bu yeni dünyada yerini ilk alanlardan olmuş, adeta bir sosyal deney gerçekleştirerek ilk siyah öğrencisini okula kabul etmişti. Greener ise Harvard’daki başarısı ve aldığı ödüllerle takdir toplayan bir öğrenci oldu. Mezun olduktan sonra güneyde siyah ve beyazların birlikte eğitim aldığı ilk eyalet üniversitesi olan South Carolina Üniversitesi’nde hukuk okudu, aynı üniversitenin ilk siyah profesörü oldu. Diplomatlıktan dekanlığa birçok görev üstlendi, siyah hakları üzerine önemli metinler kaleme aldı. Greener, çok şanslı bir siyah olmasına rağmen, siyahların beyazlarla iş birliği yapmaması, ayrımcılığın son bulması için siyaset kurumunu bir kurtarıcı olarak görmemesi gerektiğini savundu. “İlk ve tek siyah” olarak bulunduğu prestijli kurumlarda yaşadıkları büyük ihtimalle iyimserliğine gölge düşürmüştü.

Richard Theodore Greener

Greener pek de haksız sayılmazdı. Profesör olduğu South Carolina Üniversitesi kısa bir sonra kapanmış ve siyahların giremediği, sadece beyazların eğitim aldığı bir üniversiteye dönüşmüş, Greener oy kullanmaya gittiği zaman kafasına silah dayanmıştı. İç savaşın mağlupları silahları bırakmış, fakat siyahlarla “eşit” olmayı kabul etmemişti. Güney eyaletlerinde kölelik yasaktı, fakat Güney eyaletlerindeki beyazlar yerel yasalarla açık bir kast sistemi kurmuştu: Siyahlar sadece “kağıt üzerinde” eşitti. Ayrımcılık her haliyle devam ediyordu: Sadece beyazların binebildiği otobüsler, girebildiği lokantalar, okullar, mahalleler, siyahlara yönelik oy verme kısıtlamaları, beyazlarla siyahlar arasındaki evliliklerin yasaklanması yeni “normaldi”. İşin acısı, “Ayrı ama eşit” denilen bu düzen Yüksek Mahkeme tarafından hukuka uygun bulunmuş, siyahların beyazlarla ayrı okullara gitmesi, bu okulların koşullarının aynı olması durumunda eşitsizlik olarak değerlendirilmemiş, Anayasa’daki eşitlik ilkesine uygun görülmüştü. 

60’lı yıllardan itibaren başta Martin Luther King Jr. ve yoldaşlarının bütün dünyaya örnek olan barışçıl eylemleri, birçok liberal ve solcu beyazın siyah hak mücadelesine omuz vermesi işin seyrini değiştirdi. Kennedy ve Johnson gibi ılımlı başkanlar, açılan sayısız dava ve yapılan eylemler sayesinde ırka dayalı ayrımcılıkları yasaklayan birçok yeni yasa kabul edildi, Yüksek Mahkeme içtihadı değişti. “Ayrı ama eşit” uygulaması zamanla tarihe karıştı, siyahlar mahkeme kararlarıyla beyazları okullarına, otobüslerine, parklarına girmeye, beyazlarla evlenmeye başladı, siyahların oy verme hakkını kullanmasının önündeki fiili engeller kaldırıldı.

Kabul edilen en önemli yasaysa suikaste uğrayan Kennedy’den sonra göreve gelen Lyndon B. Johnson’ın 1964’te imzaladığı Civil Rights Act’ti (Medeni Haklar Yasası). Bu yasa ile kamusal alanlardan işe alım süreçlerine uzanan geniş bir yelpazede ırka, ten rengine, dine ve cinsiyete yönelik her türlü ayrımcılık yasaklanmıştı. Yasanın en önemli bölümlerinden biri “6. Başlık”idi: “Amerika Birleşik Devletleri’nde hiç kimse, ırk, renk veya ulusal köken nedeniyle, federal kamu teşviği alan herhangi bir program veya faaliyete katılmaktan alıkonulamaz, bu program veya faaliyetin faydalarından mahrum bırakılamaz veya bu program veya faaliyet kapsamında ayrımcılığa maruz bırakılamaz.”

Başkan Johnson, Civil Rights Act’i imzalıyor. Hemen arkasında dört sene sonra suikaste uğrayacak olan Martin Luther King Jr.

Bu başlıktaki düzenlemeler vesilesiyle, başta üniversite gibi eğitim kurumları olmak üzere birçok kuruma federal kamu teşviği ile destek veren ABD hükümeti siyahlara yönelik ayrımcı uygulamalara imza atan kurumları cezalandırabiliyor, kamu teşviklerini bu ayrımcı politikalar nedeniyle kesebiliyordu. ABD gibi devletin özel şirketlere, üniversitelere müdahalesinin zor olduğu kapitalist bir ülke için bu “havuç ve sopa” taktiği işe yaramış, birçok üniversite ve eğitim kurumu kamu teşviklerini kaybetmemek adına ayrımcı politikalara son vermişti. 

Böylece Richard Theodore Greener gibi “ilk ve tek”lerin açtığı kapıdan binlerce siyah geçmiş, ABD’nin ilk siyah başkanı Barack Obama başta olmak üzere birçok siyah Amerikalı prestijli üniversitelerden mezun olmuş, geçmişte yaşanan bu ırkçı uygulamalar ve yasaklar tarih kitaplarının ve lise derslerinin konu başlıklarına dönüşmüştü.

Uzun yıllar sonra varlığı arşivlerde keşfedilen Greener’in portresi ise üniversitenin siyah ayrımcılığına duyduğu tepki ve ırksal adalete olan inancını pekiştirmek adına kısa bir süre önce Harvard’a asıldı. 

Fakat Amerika’da rüzgar bir süredir Greener ve Civil Rights Act’i kaleme alanları mezarında ters döndürecek ölçüde tersten esiyor. İkinci kez başkan seçilen Trump, göreve başlayalı 100 günü durmadan küresel ekonomik kuralları ve alışılmış dünya düzenini yerle bir ettiği gibi elini Amerikan üniversitelerine de attı. Trump, azınlıklara pozitif ayrımcılık uyguladığı , Filistin eylemcilerini hükümete ihbar etmediği, İsraili destekleyen Yahudi öğrencilerin sesini yeterince duymadığı, İsrail karşıtı öğrencilerin başvurularını kabul ettiği için Harvard’ın 2.3 milyar dolarlık kamu teşviğini kesti, vergi muafiyetini kaldırmak ve yabancı öğrenci almasını yasaklamakla tehdit etti.

Ne trajik ki Trump beyaz olmayanların Harvard’a giriş oranını azaltmasına sebep olacak bu tehditleri siyahlara yönelik ayrımcılığı azaltmak amacıyla kabul edilen Civil Rights Act’e dayanarak savurdu. Adeta Harvard’ın fişini çekmek için bütün düğmelere bastı. 

Harvard’a kayyım atanır mı?

Trump’ın Harvard’a karşı başlattığı savaş, pek şaşırtıcı değil. Trumpçılar uzun bir süredir üniversiteleri hedef gösteriyor. Christopher Rufo başta olmak üzere Trump dünyasında etkili kanaat önderlerine göre, Amerika’nın prestijli üniversiteleri “küreselci ve Markist” elitlerin işgali altında. Demokrat Parti’ye yakın hocalar, hem başarılı yabancı öğrencileri ABD’de eğiterek Amerikalıları işlerinden ediyor hem de Amerika’nın en zeki öğrencilerini “solcu masallarla” uyutuyor. Trumpçıları en çok öfkelendiren ise ABD’nin geçmişinden bugününe siyahlara, azınlıklara ve mültecilere karşı uygulanan sistematik ayrımcılıkları tartışan, yapısallaşmış ırkçılık, polis şiddeti gibi konuları önceleyen “critical race theory” (ırksal kritik tartışmalar). Bu nedenle, Texas ve Florida gibi Cumhuriyetçilerin güçlü olduğu eyaletlerde kamu üniversiteleri ve okullarında müfredat değişiyor, hızlı bir şekilde siyah ayrımcılığına ilişkin konu başlıkları siliniyor. Ek olarak, üniversitelerde ırksal çeşitliliği, cinsiyet eşitliğini sağlamak adına uygulanan DEI (Diversity, Equity and Inclusion- Çeşitlilik, Hakkaniyet ve Kapsayıcılık) politikalarına da tepki var. Trumpçılar bu politikalar nedeniyle LGBT, kadın, azınlık hakları gibi kimliksel sorunların ülkenin esas sorunlarının üzerini örttüğünü, suni bir gündem yaratıldığını düşünüyor. Yüksek öğrenim üzerine döndürülen bu tartışmalara en çok tepki gösterenler ise özellikle genç ve orta yaş beyaz muhafazakar erkekler. Bunlardan biri de Trump’ın Yale Hukuk mezunu başkan yardımcısı JD Vance. JD Vance, yaptığı birçok konuşmada “üniversitelerin ve profesörlerin ülkenin bir numaralı düşmanı” olduğunu ve Amerikalıların beyinlerini yıkadığını söylemişti.

Bu doğrultuda Trump’ın ilk hedefi, kampüslerdeki ilk Filistin gösterilerinin başladığı en liberal üniversitelerden biri oldu. Trump, Columbia’ya “taleplerini” tebliğ etti, aksi durumda üniversiteye verilen kamu teşviklerinin sonlandırılacağını söyledi. Columbia’nın Ortadoğu odaklı araştırma merkezlerinin özerkliğinin kaldırılmasını, Filistin gösterilerinin yasaklanmasını, gösterilere katılanların polise teslim edilmesi ve okuldan uzaklaştırılmasını ve daha fazla disiplin cezası verilmesini istedi. Geçen sene kampüse polis sokarak kendi öğrencilerini dövdüren Columbia ise kendi geçmişine ihanet ederek Trump ile pazarlığa oturdu ve bazı araştırma merkezlerini doğrudan rektörlüğe bağladı, güvenlik personel sayısını arttırdı, maskeli gösterileri yasakladı, disiplin süreçlerinin daha ciddi yürütüleceğini açıkladı. 

Ne var ki, bundan çok daha fazla İsrail yanlısı ve itaatkar bir tutum bekleyen Trump yönetimi bu tavizleri yeterli bulmadı ve dondurulan 400 milyon dolarlık teşviki vermeyi henüz kabul etmedi. Columbia’nın kendi öğrencileri, hocaları ve itibarını yerle bir eden ama yine de sonuç alamayan bu tavrı soğuk su etkisi yaratmış olacak ki Harvard; Columbia’nın aksine Trump’ın taleplerine farklı bir yanıt verdi.

Trump yönetimi geçen hafta Harvard’a bir tehdit mektubu iletti ve bu mektupta yer alan taleplerinin kabul edilmemesi durumunda üniversiteye verilen 2.3 milyar dolarlık kamu teşviğinin sonlandırılacağını belirtti. Dikte edilen talepler Harvard’ın fişini çekecek bir kayyım atama kararını aratmayacak derecede boğucu ve yorucuydu:

  • Üniversite idaresinde hocalar ve öğrencilerin etkisinin azaltılması, sesinin kısılması
  • Akademik ve idari personelin ırk, cinsiyet veya ulusal kökenlerinin işe alım sürecinde dikkate alınmaması
  • Üniversite kabul süreçlerinde ırk, renk veya ulusal kökenin dikkate alınmaması
  • Amerikanın değerlerine aykırı fikirleri olan, İsrail’i eleştiren yabancı öğrencilerin kabul edilmemesi
  • İsrail’i eleştirdiği gerekçesiyle Trump yönetimince “antisemit” kabul edilen öğrencilerin Dışişleri Bakanlığı’na vizelerinin iptali ve sınırdışı edilmesi amacıyla ihbar edilmesi
  • Daha fazla muhafazakar hoca ve personelin istihdam edilmesi
  • İsrail destekçileri tarafından eleştirilen Ortadoğu Çalışmaları Merkezi başta olmak üzere birçok araştırma ve insan hakları merkezinin denetime tabii tutulması, üçüncü bir kişi tarafından baştan sona incelenmesi, soruşturulması
  • İsrail protestolarını yürüten Filistin odaklı öğrenci kulüplerinin kapatılması, gösterilere katılan öğrencilere disiplin cezası verilmesi
  • Maskeli eylemlerin yasaklanması
  • Trump yönetiminin taleplerine uyulmaması durumunda bu durumu Beyaz Saray’a ihbar edecek öğrenci ve hocalar için yaptırım uygulanmaması
  • Bu ve benzeri bütün talepler için Trump yönetimine her türlü veri ve bilgi aktarımının sağlanması 

Halihazırda iki sene önce Trump’ın ilk döneminde atadığı üç yeni muhafazakar yargıçla eksen değiştiren Yüksek Mahkeme’nin siyahlara pozitif ayrımcılık uygulanan başvuru sürecini anayasadaki eşitlik ilkesine aykırı bulması üzerine Harvard üniversite zaten kabul politikasını değiştirmiş, siyah öğrencilerin kabul oranında ciddi bir düşüş yaşanmıştı. Fakat Trump’ın bu istekleri özel bir üniversitenin karşılamayacağı kadar ağır. Nitekim Harvard, Columbia’nın düştüğü çukurun kenarından dirayetli bir şekilde geçti ve bu talepleri reddetti. Muhafazakarlar tarafından sevilen iki avukat aracılığıyla anayasal haklarına dayanarak bu talepleri reddetti. 

Trump yönetimi çok sinsi bir şekilde, Harvard’ın Filistin eylemcilerine yeterince müdahale etmemesi, ırksal çeşitliliğe önem vermesi gibi tercihlerini Civil Rights Act VI’deki ırksal ayrımcılık yasağının ihlali olarak görmüş, bu maddede açıkça “din” ögesi barınmasa da Yahudilerin bir ırk olduğunu da belirterek antisemitizmi ırkçılık olarak değerlendirmişti. Harvard rektörü Alan Garber ise ifade özgürlüğü düzenlemelerine dayanarak kurumunu savundu ve bu taleplerin her birini çok net bir şekilde reddetti:

“Hiçbir hükümet – hangi parti iktidarda olursa olsun – özel üniversitelerin ne öğretebileceğini, kimleri kabul edip işe alabileceğini ve hangi çalışma ve araştırma alanlarını takip edebileceğini dikte etmemelidir. Sloganımız -Veritas ya da hakikat- önümüzdeki zorlu yolda ilerlerken bize rehberlik eder. Gerçeği aramak sonu olmayan bir yolculuktur. Yeni bilgilere ve farklı bakış açılarına açık olmamızı, inançlarımızı sürekli incelemeye tabi tutmamızı ve fikirlerimizi değiştirmeye hazır olmamızı gerektirir.”

Harvard Rektörü Alan Garber

Hem rektörü hem de mütevelli heyeti başkanı Yahudi olan Harvard yönetimi, Trump’ın antisemitizm iddialarını reddetmiş, halihazırda antisemitizmle mücadele için özel birim kurduklarını ve yeni tedbirler aldıklarını belirtmiş, Beyaz Saray’ın taleplerinin antisemitizm ile mücadele değil, ifade özgürlüğünü kısıtlama amacını taşıdığını vurgulamıştı. 

Trump yönetiminin Amerika’daki muhalefeti heyecanlandıran bu net duruşa yönelik tavrı da sert oldu. Beyaz Saray hızlı bir şekilde 2.3 milyar dolarlık federal kamu desteğini kesti, İçişleri Bakanlığı yabancı öğrenci alımlarının durdurulma ihtimali olduğunu, Harvard’a yönelik uygulanan vergi muafiyetinin kaldırılabileceğini söyledi. Harvard’ın Trump’a karşı dik duruşunun arkasında ABD’nin en çok bağış alan özel üniversitesi olması var. Güncel olarak yaklaşık 50 milyar dolarlık bir bağış bütçesine sahip Harvard, federal destek olmadan da hayatına devam edebilecek bir kurum. Nitekim Trump’ın tehdidi üzerine günlük yapılan bağış miktarı da ciddi bir şekilde arttı.

Yine de özellikle tıp merkezlerinin ve fakültelerinin finansmanının önemli bir kısmı federal destek ile sağlanıyor, federal hükümet kanser araştırmaları gibi birçok konuda ciddi destekler veriyordu. Tam da bu nedenle Harvard, Trump yönetimine karşı dik duruşunu anlatırken bütün bu tıbbi ve bilimsel çalışmaları vurgulayan içeriklerle kamuoyuna seslendi. Harvard’a yapılan bağışları zorlaştıracak vergilerin salınması, okul için önemli bir gelir ve insan kaynağı olan yabancı öğrencilerin kısıtlanması çok ciddi sonuçlar doğurabilecek olan yaptırımlar. Harvard’a yapılan birçok bağış ani bir şekilde kullanılabilecek türden değil, Harvard bu tür bağışları uzun vadeli sürdürülebilirliğini garanti altına almak adına değerlendiriyor, bir nevi “yastık altına” atıyor. Bağışlar Harvard’ın geçen seneki gelirinin sadece %45’ini karşılamış. Federal kamu teşviklerinin 2024’ün toplam gelirindeki payı ise %11. %11’lik bir gelir kaybı Harvard gibi yıllık geliri 6.5 milyar, gideri 6.4 milyar dolar olan bir üniversite için hiç de “önemsiz” bir kalem değil. Harvard bu nedenle bursları azaltma, hoca sayısını sınırlama, özellikle bilimsel ve tıbbi bazı araştırmaları sonlandırma riskiyle karşı karşıya. 

Harvard’ın 2024 gelir dağılımı

Bu sert restleşmenin ortasında Harvard’ın akademik özgürlüklerini kısıtlama riskine sahip tek baskı unsuru ise maalesef sadece Trump değil. Zira Harvard, henüz Trump’ın mektubu ulaşmadan bile kendi itibarını zedeleyecek, kampüsteki özgürlükleri boğacak, kendi hocalarını tedirgin edecek adımları atmaya başlamıştı. 

Filistin’in Harvard’ı, Harvard’ın Cemal Hoca’sı

Harvard, Filistin eylemleri nedeniyle sadece Trump değil, evveliyetle İsrail destekçisi mezun ve bağışçılarının da baskısı altında. İsrail’i destekleyen bağışçılar, mezunlar ve öğrenciler uzun bir süredir üniversite yönetiminden kısıtlayıcı tedbirler almasını, Filistin’i destekleyen öğrencilere disiplin cezası vermesini, Filistin’i gündemine taşıyan hocaların derslerinin iptal edilmesini istiyor, bu konuda özel raporlar hazırlıyor, Trump yönetimine iletilen fişleme listeleriyle yabancı hocalar ve öğrencileri özellikle hedef alıyor. Harvard da bu doğrultuda Filistin’in Harvard’ı denebilecek en prestijli Batı Şeria üniversitesi Birzeit Üniversitesi ile işbirliğini sonlandırdı, İlahiyat Fakültesi bünyesinde öğrencileri Batı Şeria’ya götüren İsrail-Filistin odaklı Din, Çatışma ve Barış İnsiyatifi programının fişini çekti.

Yine özellikle ülkemizde ilgiyle takip edildiği üzere Prof. Dr. Cemal Kafadar ve yardımcısının Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’ndeki idari görevlerine somut bir gerekçe olmaksızın ani bir şekilde son verildi. Cemal Kafadar, Harvard’ın İsrail destekçilerinin okula sunduğu raporda Filistin’i destekleyen bildiriye imza attığı için hedef gösterilmiş, başında olduğu araştırma merkezinin Filistin-İsrail konferansları “dünyada birçok sorun varken neden İsrail konuşuluyor, bu antisemitizm” denilerek eleştirilmiş, sunulan kitap öneri listesi bile sosyal medyada McCarthyci bir tavırla yaftalanmıştı. 

İş o kadar irrasyonel bir noktaya geldi ki Cemal Kafadar’ın önümüzdeki sonbaharda vereceği “Filistin’in 1000 yıllık tarihi” başlıklı ders, “1000 yıldan önce de Yahudiler vardı, onları bilerek dışlamak için sadece 1000 yıl seçilmiş” denilerek “antisemit” ilan edildi. Harvard, her ne kadar Trump’ın talepleri doğrultusunda çok radikal tedbirler almasa da dünyaya örnek gösterilen bir akademik özgürlük ortamını içten içe yavaş ama sistematik bir şekilde kısıtlama yoluna çoktan girmişti.

Harvard’ın özgürlük mücadelesi aslında sadece Trump’a karşı değil, kendine karşı da olacak. Nitekim Harvard’ın Trump ve Trumpçılar tarafından “nefret odağı” olmasının tek sebebi İsrail de değil.

Trump’ın derdi ne?

Amerika’da artık seçmen davranışını etkileyen önemli bir unsur da üniversite diploması. Trump’ın etkisiyle Cumhuriyetçiler giderek üniversite mezunu seçmenlerini kaybederken, bugüne kadar Demokratların ve solcu sendikaların güçlü olduğu lise mezunu işçi sınıfını kazanıyor. 2024 seçimlerinde Kamala Harris özellikle üniversite mezunu beyazlarda ciddi bir rekor kırdı, üniversiteli seçmenin %55’nin oyunu aldı. Trump ise üniversite mezunu olmayan seçmenin %56’sını kazandı. Cumhuriyetçiler eğitimli elitleri Demokratlara, Demokratlar da bir zamanlar fırtınalar estirdikleri lise mezunu işçileri Trump’a havale etti. 

Trump, Harvard, Columbia gibi elit üniversitelere karşı açtığı savaşta sadece 2024 seçimlerinde kendisine ciddi bir yatırım yapan Miriam Adelson başta olmak üzere İsrail lobisine yönelik borcunu ifa etmiyor; kendi seçmenlerinin elitlere müesses nizama duyduğu öfkenin de biletini kesiyor. Trump’ı destekleyen çoğu beyaz birçok orta ve alt sınıf Amerikalı’ya göre bu üniversiteler, kendilerinin veya çocuklarının kapısından dahi giremeyeceği elit kurumlar. Üstüne üstlük, Amerikan vatandaşlarına rakip olan “yabancıları” ülkede eğiten, bilgiyle donatan “düşman” kurumlar. Trumpçılara göre, Bu kurumlardan mezun olanlar da genellikle fabrikaların yurtdışına taşınmasını destekleyen “küreselci” elitleri yetiştiriyor, LGBT, kadın hakları gibi kimlik politikalarını önceleyen Demokrat siyasetçileri bünyesinden çıkarıyor.

Üniversiteler Trump için paha biçilmez bir “düşman”. Üniversiteler hedef gösterilen bir düşman olmanın ötesinde Trump’ın yükselişine denk gelen korkunç bir kültür savaşının da arenası. Cumhuriyetçi Parti’ye kabuk değiştiren Trumpizm ve yeni Amerikan sağının yükselişinin baş kahramanları, üniversitelerde konuşmalarının iptal edilmesi, konferanslarında protesto yapılmasını ileri sürerek Demokrat ve liberallerin ifade özgürlüklerini kısıtladığını söylüyor, bu tür elit üniversitelerdeki muhafazakar hocaların azlığına dikkat çekiyor. 

ABD’nin yarısının pek de haz etmediği Harvard’ın Trump’a karşı koyması ve arkasına halk desteğini alması için ise sadece mevcut olanı savunması yeterli değil.

Harvard’ın zinciri, Trump’ın planı

Trump, sistematik bir şekilde teker teker üniversitelere bütçe kesintisi tehditleri savuruyor, Demokratlara yakın büyük hukuk bürolarına hükümetle çalışmama yaptırımları uyguluyor, büyük medya şirketlerine davalar açıyor, vergi soruşturmalarıyla muhalefeti etkisiz hale getirmeye çalışıyor. Trump’ın amacı belli: maddi yaptırım tehditleriyle kendisine karşı çıkabilecek, hedef gösterdiklerini savunabilecek özel şirketleri, avukatları, üniversiteleri susturmak, etkisiz hale getirmek. Özel şirket ve kurumların Trump karşısında kaybedecek tek şey zincirleri değil. Bu nedenle Trump karşısında hizaya geçme olasılıkları yüksek.

Harvard’ın Trump karşısındaki direnişi ise ABD için önemli bir milat. Bernie Sanders ve Alexandria Ocasio-Cortez’in rekor kıran mitinglerinin, sınır dışı edilen suçsuz yabancılar için yapılan yürüyüşlerin, solla dirsek temasındaki orta sınıf eğitimli Müslümanların başı çektiği Filistin eylemlerinin ardından en çok ses getiren olaylardan biri. Fakat yine de toplumsal muhalefeti alevlendirmek için tek başına yeterli değil. Zira Harvard da Trumpizm’i yükselten “müesses nizamın” bir parçası.

2019’daki bir araştırmaya göre, Harvard’a kabul alanların %43’ü ya Harvard mezunlarının veya önemli bağışçıların çocukları, altsoyları. Trump, yoksul siyah ailelerinin çocuklarının pozitif ayrımcılık ile Harvard’a girmesini hedef gösterip kendisini destekleyenlerin “gazını alırken” Harvardlı Demokrat elitlerle Trumpçı zenginlerin belki de uzlaştığı tek husus elitlere yönelik bu “pozitif ayrımcılığının” sessizce devam etmesi. Üstüne üstlük Harvard Trump’tan gelen mektubu okuyunca hatırladığı anayasa hükümlerini, Cemal Kafadar’ı fişleyen ve hedef gösteren ihbar mektuplarını okurken unutabiliyor, söz konusu Filistin olunca “Batı Şeria diye bir yer yok” diyen Trumpçıların alkışını alabilecek kararlara imza atabiliyor, mezuniyet töreninde Filistin için eylem yapanlara diploma vermeme disiplin yaptırımı uygulayabiliyor. 

Bu nedenle üniversite mezunu olmayan işçi sınıfını Demokrat Parti’den uzaklaştırıp Trump’a yaklaştıran öfkeyi dindirecek, insanların gündelik hayatına dokunacak yeni bir hikaye yazmadıkça, Trump’a karşı bayraktarlığını yaptıkları demokratlık ve insan hakları hikayesini eksiksiz ve sahici bir şekilde “herkes” için uygulamadıkça Harvard ve toplumsal muhalefetin Trump’a karşı koyma şansı pek yok. Harvard’ı kurtaracak reçete sadece Trump’a karşı direnmek değil, sisteme öfkeli işçi sınıfının çocuklarının girebildiği, muhafazakar hocaların ve konuşmacıların kürsü haklarını kullanabildiği, iptal kültürünün tartışma kültürünü zehirlemediği, Filistin için eylemlerin yapılabildiği bir özgürlük ortamının sağlandığı serbest bir “Harvard”ı inşa etmek. Trumpların üzerinde nefret sörfü yapamayacağı kapsayıcı ve gündelik hayata dokunan sahici bir hikaye yazmak, yazılan bu yeni hikayelerin şevkle bir parçası olmak.

Seçmen de bunun farkında olacak ki son günlerde en kalabalık siyasi etkinlikler solcu Sanders ve Cortez’in mitingleri, en çok dinlenen konuşmalar Elon Musk ve diğer iş insanlarını hedef alan oligarşi karşıtı içerikler. Demokrat Parti’nin 2026 ara seçimleri ve 2028 başkanlık seçimlerine giderken arkasına sol rüzgarı alması muhtemel. New York Times’in muhafazakar yazarı David Brooks bile bu haftaki yazısını Marx’tan alıntılar ve halk gösterileri fikirleriyle bitirdi, Trump’a karşı mücadelenin ilacının toplumsal muhalefet ve sokak hareketi olduğunu söyledi.

Sadece İsrail’i eleştirdiği gerekçesiyle sınırdışı edilmek istenen Rümeysa Öztürk için yapılan bir protesto

Harvard’dan New York Times’a, avukatlardan Filistin eylemcilerine herkes Trump’a karşı koyarken, Amerika’da alttan alta sessiz yeni bir hikaye yazılıyor. Filistin bayrakları, sadece bir dövme nedeniyle El Salvador’un korkunç hapishanelerine yollanan göçmenlerin adını taşıyan pankartlar, sisteme öfkeli gençlerin ellerinde yükseliyor; Demokratların salt Trump karşıtlığına dayanan siyasetsizliği artık fazlasıyla tepki çekiyor.

İşte Harvard’ın mücadelesinin seyrini de bu yeni hikayeye ne kadar ortak olacağı, kendi “demokratlık” hikayesini ne kadar sahici ve çelişkisiz yazacağı belirleyecek. Harvard, “zincirleri dışında kaybedecek bir şeyi olmayanların” da çocuklarının girebildiği bir okul olduğu zaman Trump ve Trumplara karşı dik duracak, akıntıya karşı set çekecek. 

- Advertisment -