Sergen Yalçın’ın yıllar önce, Del Bosque döneminde sarf ettiği “Mourinho’yu, Guardiola’yı da getirseniz olmaz, aşı tutmaz” sözü, bugünlerde Fenerbahçe’nin Jose Mourinho ile yaşadığı süreçte yankılanıyor. 2024-2025 sezonu başında büyük umutlarla Fenerbahçe’nin başına geçen Mourinho, ligde Galatasaray’ın gölgesinde kalmış ve Kayserispor maçıyla şampiyonluk umutlarını daha da zora sokmuş durumda. Peki, sorun Mourinho’nun oyun felsefesinde mi, yoksa Türk futbolunun yapısal dinamiklerinde mi yatıyor? Bu soru, futbol oyun inşasında teknik direktörü merkeze alan yorumcular için çetin bir tartışma konusu. Mourinho’nun Fenerbahçe’deki performansı, onun dünya çapındaki itibarını, Türk futbolunun karakteristik niteliklerini ve kadro yapısını analiz ederek değerlendirilmeli.
Mourinho’nun oyun felsefesi ve Fenerbahçe’deki uygulamaları
Jose Mourinho, kariyeri boyunca pragmatik, sonuç odaklı futbol anlayışıyla tanınır. Direkt hücum ve geçiş oyunlarının ustası olarak, Porto, Chelsea, Inter ve Real Madrid gibi kulüplerde bu stratejiyle büyük başarılar elde etti. Ancak Fenerbahçe’de, ne bu geçiş oyununu tam anlamıyla uyguladı ne de dominant, hegemonik bir oyun inşa edebildi. Bunun yerine, topu ve takımı hızlıca üçüncü bölgeye taşıyan, orta sahayı bypass eden bir doğrudan oyun stratejisi benimsedi. Bu strateji, kısa ve uzun pas kalitesine dayalı bir oyun gerektirir; ancak pas isabet oranları düşük kaldığında, rakip takımlara geçiş fırsatları sunar. Nitekim Galatasaray’a karşı oynanan iki maçta, sarı-kırmızılıların yoğun presi bu oyunu etkisiz hale getirdi. Bu durum, Mourinho’nun stratejisinin bölgesel preslere karşı kırılgan olduğunu ortaya koydu.
Mourinho’nun Fenerbahçe’de top hakimiyetine öncelik vermemesi, onun klasik yaklaşımına uygun. Ancak kenarlara taşınan topların isabet yüzdesinin düşük olması, Youssef En-Nesiry, Edin Dzeko ve Talisca gibi hava hakimiyetine sahip oyunculardan beklenen verimin alınamamasına yol açtı. Dusan Tadic ve Filip Kostic gibi yaratıcı oyuncuların beklenen katkıyı sağlayamaması ise Fenerbahçe’nin rakip yarı sahada uzun süreli baskı kurmasını engelledi. Yine de Galatasaray maçları hariç, Mourinho’nun takımı alan kontrolünü ve oyun inisiyatifini rakiplere kaptırmadı. Bu, onun saha içi liderliğini ve taktik disiplinini koruduğunu gösteriyor.
Sorun Mourinho mu Türk futbolu mu?
Türk futbolu, tarihsel olarak kaotik, duygusal ve baskı odaklı bir yapıya sahip. Taraftar beklentileri, medya eleştirileri ve yönetimsel istikrarsızlıklar, teknik direktörlerin uzun vadeli projeler geliştirmesini zorlaştırıyor. Mourinho gibi dünya çapında bir teknik adam bile bu dinamiklerden etkileniyor. Fenerbahçe’nin kadro yapısı, Mourinho’nun alıştığı elit seviye takımlardan farklı. Kadroda bireysel yetenekler mevcut olsa da bu oyuncuların kolektif bir oyun anlayışına adaptasyonu sınırlı kaldı. Örneğin, Tadic ve Kostic’in formsuzluğu ya da pas isabet oranlarının düşüklüğü, Mourinho’nun stratejisini sekteye uğrattı. Ayrıca, Türk futbolunda rakip takımların fiziksel ve pres odaklı oyun tarzı, Mourinho’nun doğrudan oyununu zorlaştırdı.
Öte yandan, Mourinho’nun tercihleri de sorgulanmalı. Fenerbahçe kadrosu, dominant bir oyun için yeterli miydi? Belki de Mourinho, kadronun bu tarz bir oyunu kaldırabilecek kapasitede olmadığını düşünerek doğrudan oyuna yöneldi. Ancak bu strateji, pas kalitesine ve kenar organizasyonlarına bağımlı olduğu için, eksiklikler belirginleşti. Galatasaray maçlarında görülen pres dayanıklılığı sorunu, Mourinho’nun oyun planının Türk futbolunun yüksek tempolu, fiziksel yapısına tam uyum sağlayamadığını gösteriyor.
Kadro yapısı ve oyun inşası
Fenerbahçe’nin kadrosunda En-Nesyri, Dzeko, Talisca, Tadic ve Kostic gibi isimler, kağıt üzerinde etkileyici. Ancak bu oyuncuların çoğu ya formsuzluk ya da adaptasyon sorunları nedeniyle beklenen katkıyı sağlayamadı. Mourinho’nun geçiş oyunlarını uygulamak yerine doğrudan oyuna yönelmesi, kadronun pas kalitesi ve oyun temposu açısından yetersiz olduğunu düşündüğünü ima ediyor. Örneğin, orta sahayı hızlıca geçen bir oyun, Fred gibi bir dinamo ya da Amrabat gibi bir oyun kurucuyla desteklenmediğinde, etkisiz kalıyor. Kenar organizasyonlarında da beklerin (Osayi-Samuel, Mert Mürdül) ve kanat oyuncularının düşük isabet oranı, hücum verimliliğini düşürdü.
Mourinho’nun bu kadroyla hegemonik bir oyun oynama şansı var mıydı? Muhtemelen evet, ancak bu, uzun vadeli bir proje gerektirirdi. Türk futbolunda ise teknik direktörlere böyle bir zaman tanınmıyor. Mourinho’nun kısa vadeli başarı odaklı yaklaşımı, Fenerbahçe’nin mevcut kadrosuyla uyumsuzluk yarattı. Galatasaray’ın Okan Buruk yönetiminde sergilediği disiplinli, prese dayalı oyun, Fenerbahçe’nin eksikliklerini daha da görünür kıldı.
Sonuç: Bir çarpışma hikayesi
Mourinho’nun Fenerbahçe macerası, Türk futbolunun yapısal sorunları ile dünya çapında bir teknik direktörün pragmatik yaklaşımının çarpışması olarak özetlenebilir. Türk futbolunun kaotik doğası, yüksek beklentiler ve kadro dinamikleri, Mourinho’nun oyun felsefesini tam anlamıyla uygulamasını zorlaştırdı. Öte yandan, Mourinho’nun doğrudan oyun tercihi, kadronun teknik kapasitesi ve rakip takımların pres odaklı yapısı karşısında yetersiz kaldı. Sergen Yalçın’ın kehaneti, belki de Türk futbolunun “aşı tutmama” gerçeğini işaret ediyor. Ancak Mourinho’nun kariyerinde defalarca yaptığı gibi, bu durumdan sıyrılıp bir “özel an” yaratıp yaratamayacağı, kalan maçlarda vereceği taktik cevaplarla belli olacak.
Fenerbahçe’nin geleceği için ise daha geniş bir soru ortaya çıkıyor: Türk futbolunda başarı, dünya çapında bir teknik adamın varlığına mı, yoksa yerel dinamiklere uyum sağlayan bir sistem inşasına mı bağlı? Mourinho’nun hikayesi, bu sorunun cevabını aramaya devam ediyor.