Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMahalle ve mahallemizdeki ihtilafın sebepleri

Mahalle ve mahallemizdeki ihtilafın sebepleri

Her ne kadar Ahmet Çiğdem, değerli bir sosyoloğumuzu “karga”, beni de “kargadan başka kuş tanımayan “ebleh” biri görse de- yıllardan beri kullandığım “mahalle” kullanışlı bir kavramdır, bildik aktarma/tercüme sosyolojinin birbirini tutmaz sayısız doktrininden bizi daha iyi anlatmaya yardımcı olmaktadır.

Bundan önce yazdığım üç yazıda küresel düzeyde bir paradigma değişiminin eşiğinde olduğumuzu, bu meyanda bölgesel ve ulusal düzeyde sürüp giden olayların da bir paradigma değişimine uğramakta olduklarını, bu arada Kürt meselesinin de bundan derin bir şekilde etkilendiğini yazdım. Eğer sahiden bir paradigma değişimi söz konusuysa, bu değişimde hangi bilgi ve düşünce kaynaklarından beslenen yeni paradigmaların öne çıkacağı konusu önemlidir.

Takip edenler bilir ki, benim düşünce hayatımın ana teması son iki 300 seneyi şekillendiren Aydınlanma’nın a. Tarihsel olduğunu, b. Sorunları çözmekten ziyade sorunun sebebi ve parçası olduğunu c. Bizim yeni bir paradigma için yeterli bilgi ve düşünce kaynaklarına sahip olduğumuzu anlatmaya çalışmakla geçti.

Önceden öngörülemeyen ani olaylar, bize akutlaşmaya yüz tutmaya başlayan sorunlarımıza bir kere daha ve yeniden bakma fırsatını vermiş bulunuyor. Söz konusu fırsattan yararlanabilmek oluşmuş önyargılarımızdan elimizden geldiğince zihnimizi özgürleştirmeyi gerektirir; bu sayede gerek bölgesel gerek küresel düzeyde yeni bir pencere açabiliriz.

Tabii ki Kürt meselesi de bu çerçevede bir çözüm bulacaktır.

İlk üç yazıya bizim mahalleden gelen tepkiler beni hayal kırıklığına uğrattı. Sebebini anlatmaya çalışacağım. Ama önce son yıllarda sosyolojik analizlerde kullanılmaya başlanan “mahalle” metaforu üzerinde durmak istiyorum.

Serbestiyet’te Cemil Meriç, Şerif Mardin ve Nilüfer Göle ile ilgili yazdığım yazılarda “mahalle” kavramını kullanmış, mahallenin metaforik olarak bize özgü sosyolojimizin anlaşılması bakımından iyi bir kavram olduğunu belirtmiştim. Mahalle lokal bir yerleşim birimi olmanın ötesinde, belli ve kendi içinde organik beşeri ilişkilerin sürdüğü küçük bir topluluğa atıftır.  Bazı durumlarda bir şehrin, hatta bir ülkenin sosyal hayatını ve değişim dinamiklerini anlamak için daha lokal düzeyde mahalleye bakmak lazım.

Bugüne kadar mahalle veya genel olarak sosyolojiyle ilgili yazdıklarım konularında dikkate değer bir eleştiri veya katkı gelmedi. Ahmet Çiğdem’den şöyle bir cümle geldi: “Ali Bulaç’ın kargadan başka kuş, Nilüfer Göle’den de başka sosyolog tanımadığını okuduk…”

Akademik kariyer kazanmış bir insandan sadır olan bu cümle bir eleştiri değil, Nilüfer Göle’ye ve bana hakarettir, ben kimsenin zihinsel, bilimsel çabasını küçümsemem, paylaşmasam da saygı duyar, lüzum hissedersem paylaşmadığım fikri kendi eleğimden geçiririm:

“De ki: “Herkes kendi yaratılışına (mizacına, ahlak anlayışına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir.” (17/İsra, 84.)

Son yıllarda takip edebildiğim kadarıyla “mahalle” metaforunu en doğru kullanan Tarık Çelenk oldu; özellikle sağ muhafazakâr kesimin, özellikle mütedeyyin muhafazakarların sosyo kültürel dönüşümü üzerinde kafa yormaktadır, Çelenk’in bu çabaları son çeyrek asırdar devlet aygıtını elinde tutan sağ, milliyetçi mütedeyyin muhafazakar kesimin gerçek yapısı hakkında doğru bir fikre sahip olmamıza yardım eder. Zaman zaman galat-ı meşhur kabilinden sağ muhafazakârlık ile İslamcılık arasında aynileştirmeye varan ilişkiler kurulsa bile, bu tamamen yanlış ve uygunsuz bir analoji sonucudur. Tarık Çelenk bu hataya düşmüyor ama hala ahım şahım nice akademisyen ve yazar bu hatayı tekrar edip sürdürmeye devam ediyor.,

Sonuç itibariyle – her ne kadar Ahmet Çiğdem, değerli bir sosyoloğumuzu “karga”, beni de “kargadan başka kuş tanımayan “ebleh” biri görse de- Yıllardan beri kullandığım “mahalle” kullanışlı bir kavramdır, bildik aktarma/tercüme sosyolojinin birbirini tutmaz sayısız doktrininden bizi daha iyi anlatmaya yardımcı olmaktadır. (Bkz. Bizim mahallede eleştiri yürek ister”,Zaman, 6 Mayıs 2000; Bizim mahallenin hikayesi, Zaman, 9 Mayıs 2000.)

Yeni bir paradigmanın eşiğinde Kürt sorununda üzerinde durulması gereken ana konulardan biri “İslamcı Kürtler”dir. İlk üç yazıda İslamcı Kürtler’i üç ana grupta ele aldım: a. Paradigmatik olarak soruna İslam’ın ana kaynakları, tarihsel tecrübe ve bugünkü reel durumdan bakanlar, b. İslamcı kimliğini muhafaza ettiğini beyan ettiği halde modern ulus devlet ve Kürtlerin diğerleri gibi uluslaşma hakkına sahip olmaları gerektiğini düşünenler, c. İslamcılığın ve hatta Müslümanlığın Kürtleri uyuşturduğunu, ümmet ve din kardeşliği adı altında Türk veya Arap milliyetçiliği içinde kimliksiz, iddiasız ve edilgen halde nesneleştirdiğini iddia edenler. Bu sonuncular için özellikle “eski İslamcılar” demeyi ihmal etmedim.

Zihinsel kavrayış ve bilgilenme açısından üçünü sıfatlandırmak gerekirse ilk kategoridekiler “sahih İslamcılar”, ikinci kategoridekilere “zihn-i müşevveş İslamcılar”, son kategoridekilere de “eski (sâbık ve sâkıt) İslamcılar” demek mümkün.

İlk üç yazıyla ilgili yapılan tartışma ve polemiklerden neredeyse hiç biri söz konusu ayırım yapmıyor, herkesi ve herşeyi bir torbaya doldurup atış yapıyor, sanki İslamcıların tümünü ve hatta Kürt halkının/kavminin maruz kaldığı baskı ve sıkıntıları gözardı ediyormuşum gibi yazıp çiziyorlar. Benim kastım “zihn-i müşevveşlerle sâbık ve sâkıtlar”ın yeni paradigma değişimi aşamasında eskiyi tekrar etmekte olduklarını, soruna buradan bakmaya devam etmeleri durumunda anakronik duruma düşeceklerine anlatmaya çalışmaktır. İslamcılara yaraşır olan hiç değilse Abdullah Öcalan’ın bile gerisine düşmemekti.

Dijital çağda bilgi ve düşünce alanında başgösteren en büyük sorun, insanların okuduklarını anlayamaması, hele sosyal medyada karşılıklı cedel yöntemini kullanarak görüşlerini beğenmediği kimselere semantik değeri zayıf kelime ve sloganlarla dayak atmasıdır. Bu notu düştükten sonra haftaya “kavimlerin hakkı”yla konuya devam edeceğim, inşaallah.

- Advertisment -