PKK’nın kendini feshetmesi ve silahlı mücadeleden vazgeçmesi karşısında çeşitli refleksler var. Bundan memnun olanlar, memnun olanlar ama soruları olanlar, sadece soruları olanlar, memnun olmayanlar, böyle bir çözümden normal şartlarda memnun olması gerekenler ama bu İslamcılar bunu yapmasın isteyenler, daha basitçe bu iktidara yarar diye endişeye kapılanlar, bu iktidarın herhangi iyi bir şey yapabileceğine inanmayanlar ya da kendi fikri konforu bozulmasın diye içten içe yapmamasını isteyenler, otoriter iktidara karşı demokrat olma kolaycılığıyla görünmeyen milliyetçilikleri dışarı fırlayıp Devlet Bahçeli’nin gerisine düşenler ve tabii bir de bütün fikri, siyasi sermayesini, itibarını yıllardır bu çatışmaya, soruna, ikiliğe borçlu olup oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi bağıranlar…
Sonuncusunun en çok sesi çıkan örneği şüphesiz müstafi amiral Cihat Yaycı.
Emekli değil, müstafi. Çünkü 2020’de muvazzaf bir amiral olarak Mavi Vatan teorisinin ve FETOmetre’nin banisi olarak yüksek bir şöhrete sahipken bilinmeyen bir sebeple YAŞ’ta Genelkurmay emrine verilerek tenzili rütbe yaşadı ve o da tepki göstererek istifa etti.
2020’de istifa ettiğinde “Cumhurbaşkanımıza sadakatim ömrüm boyunca devam edecektir” diyerek önce iktidar cephesinden bütün tartışmalara daldı. Kanal İstanbul’a karşı çıkanları “müstemleke zihniyetine sahip” olmakla suçladı, KHK’ların mağduriyetini gidereceğiz diyen Kılıçdaroğlu’na “vatan haini” dedi. “Türkiye’deki mali sorunun sebebi Maliye Bakanlığı’ndaki FETÖ’cüler olabilir” gibi laflar etti.“15 Temmuz’da Yunanistan, Türkiye’nin batısını işgal edecekti”, “Yangınların küresel ısınma nedeniyle çıktığını söylemek PKK, vatan hainleri ve FETÖ söylemidir” gibi iddialı çıkışlar yaptı.
Sonra ulusalcı tonunu yükseltti. Sümela Manastırı’nda yılda bir kere yapılan ayini engellemek için Trabzon’da gösteriler yaptı. “BOP projesi yürürlükte”, “İsrail arzı mevdud planı devrede” “ABD Kürdistan kuracak” gibi halkın duymaya aşina olduğu beylik laflarla kanal kanal, üniversite üniversite, şehir şehir dolaşıp, plaket, alkış topladı. En son Veli Küçük ile Türk Ortodoks Patrikhanesi’nde göründü.
Çözüm sürecine karşı ise muhaliflik dozunu artırdı. Öznesiz cümlelerle de olsa iktidarı eleştiriyor. Ümit Özdağ ile yakınlaşmıştı. Şehit aileleri derneklerini dolaşıyor. Son günlerde sık sık Sözcü TV’ye çıkıp, Cumhuriyet gazetesine “Büyük Türk milletine çağrılar” yapıyor, “büyük oyunu deşifre ediyor”, “Tarihi uyarılar” yapıyor, devleti PKK’dan medet ummakla suçluyor, ulus devletin bittiğini ilan ediyor, Lozan tehlikede diyor.
Mesela en son PKK’nın fesih kararını açıkladığı kongresi için şöyle demiş:
“Bu süreci övenlerin; Sözde Kongre bildirisinde – güvenlik güçlerimizin etkisiz hale getirdiği teröristlere “şehit”, – teröre “tarihi mücadele”, – ülkemizin bir bölümüne “Kürdistan , – sadece PKK adı altındaki faaliyetlere son verilip, YPG, PYD, PJAK, PÇDK, HPG vs’nin devamına, – Lozan’a meydan okunmasına, – Türkiye Cumhuriyeti’ne “soykırımcı” denmesine, – Teröristbaşının “barış lideri” “Önder” olmasına açıklamalarını da merak ediyoruz.”
Bir paragraf içerisinde onlarca bilgi hatası, daha kötüsü düşünce hatası var.
Mesela Kongre neden sözde olsun, herkesin kendince bir kongresi olabilir. PKK, kendi ölülerine neden şehit diyor, teröre neden tarihi mücadele diyor şaşkınlıklarını anlamak zaten zor. PKK’nın KCK olarak yola devam edeceği artık herkesin birbirinden çaldığı bir Wikipedia harikası analiz faciası. Ama bir amiral mesela HPG’nin PKK’nın silahlı kanadı olduğunu, onun başında Karayılan olduğunu, onun da bu fesih kongresinde olduğunu en azından göz aşinalığıyla bilmeli. Yine PYD, PÇDK’nin silahlı örgütler değil, siyasi partiler olduğunu da. PJAK’ın 2012’de İran’a karşı savaşını bitirmiş, artık nerendeyse var olamayn bir örgüt olduğunu da.
Tabii kendisi bir müstafi amiral. Sorunun coğrafi parametreleri yüzünden emekli askerler arasında PKK konusuyla en az ilgili olanlar denizciler olsa gerek.
Ama Cihat Yaycı’yı coğrafi şartlar durdurmuyor.
Çünkü sadece müstafi amiral değil, 2020’den beri kendi kurduğu Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi’nin de başında.
İsminin başında bir de doktor titri var.
Evet, Cihat Yaycı uluslararası ilişkiler alanında doktor ve halen Topkapı Üniversitesi’nde kadrosu var.
2004 yılında Deniz Kurmay Binbaşı rütbesindeyken İstanbul Üniversitesi’nde yapmış doktorasını.
“Irak’ta Ekonomik-Sosyal Dönüşüm ve Türkmenler” başlıklı doktora tezi Nisan 2004’te oyçokluğuyla kabul edilmiş. Tez danışmanlığını rahmetli Prof. Dr. Toktamış Ateş yapmış.
Bu PKK, Kürt meselesi üzerine yaptığı iddialı konuşmalar ve ekranlarda Dr. Olarak uzmanlığının vurgulandığı sunumlar üzerine doktora tezini YÖK’ten indirip okumaya başladım.
Kaynakçası ile 400 sayfalık bir tez.
Ülkedeki tezlerin malum durumunu bilen, eski bir doktora öğrencisi, akademide epey dirsek çürütmüş bir gazeteci olarak, uzun bir gazete makalesine benzeyen tezden cümlelerden şüphelenip Google’lamaya başlayınca karşıma intihalin her türlüsünden yapılmış bir copy-paste tez mucizesi çıktı.
İki günlük bir kütüphane araştırmasında daha fazlasını buldum.
İntihalin türlü yöntemi var: Hayalet yazar (The Ghost Writer), Fotokopi (The Photocopy), Unutulan Dipnot (The Forgotten Fotnote), Yanlış Haber Veren (The Misinformer), Fazla Mükemmel Alıntı (The Too-Perfect Paraphrase), Mükemmel Suç (The Perfect Crime), Dolaylı Atıf-Kaçak Atıf (Aggregator)
Bu tezde hepsi denenmiş.
Şöyle bir tez düşünün, daha en başında 65 satırda oluşan “Önsöz”deki 41 satırın tamamı hiçbir kaynak göstermeksizin (Fotokopi yöntemi) intihal.
Üstelik kimden?;
Ümit Özdağ’dan.
Yaycı, Ümit Özdağ-Sedat Laçiner-Serhat Erkmen imzalı ASAM yayınlarından çıkmış “Irak Krizi (2002-2003)” adlı kitabın Önsöz’ünden paragrafları aynen kopyalayıp kendi doktora tezinin önsözüne yapıştırmış.
O kadar ki kitabın arka kapağındaki yazı bile alınıp önsöze konmuş.


Hala devam ediyor

Yetmemiş, kitabın arka kapağını da alıp önsözüne final yapmış.

Önsöz tezin kendisi hakkında epey fikir verince, incelemeye devam ettim.
Tezin Giriş bölümündeyiz.
Daha birinci paragraftan itibaren Giriş yine intihal.
Üstelik tez hocası Toktamış Ateş’ın derlediği bir kitaptaki Galip İsen imzalı makaleden birebir intihal yapıp, dipnotta sadece Ateş’e atıf yapacak kadar da cüretkâr bir intihal bu.


Ama bu kadar değil, benim tespit edebildiğim sadece 27 paragraftan oluşan tezin “Giriş” kısmında toplam 9 paragrafta intihal var.
Öyle temel şeyleri bile başka yerlerden alıp koymuş ki.
Mesela Genelkurmay Yayınları’ndan çıkan “Uluslararası İlişkiler Işığında Ortadoğu” adlı bir kitabı almış, Ortadoğu’dan hangi medeniyetlerin geçtiğini bile aynen oradan alıp koymuş.


Tvlerde, verdiği konferanslarda herşeyi bağladığı Büyük Ortadoğu Projesi üzerine Türkiye Gazetesi yazarı İsmail Kapan’ın bir makalesinden aldığı paragrafları, Kapan’ın makalesinin dipnotundaki kaynaktan almış gibi göstermiş.

Sonra İdris Bal’ın “Ortadoğu’da İstikrarsızlığa Yol Açan Faktörler ve PKK’nın etkisi” başlıklı bir makalesini alıp, uzmanlığını yine konuşturmuş.
Paragraf paragraf intihalden yine sadece bir örnek

Emekli askerlerden intihal yaparken daha rahat davranmış.
Mesela Armağan Kuloğlu’nun 2002 tarihli “Körfez Savaşı’ndan 10 Yıl Sonra Ortadoğu’daki Askeri Durum”, Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, 2002” makalesi aynen Yaycı’nın tezine copy paste edilmiş.

O kadar gözü kara bir intihal ki güya cümleleri geniş zamana çevirmiş ama mesela “Saddam Hüseyin’in Sony Play Station-2’leden bir süper bilgisayar inşa etmekte olması ihtimal dahilindedir”i aynen almış.
Halbuki Yaycı 2003’de bu tezi yazdığında öyle bir ihtimal yoktu, çünkü Saddam o ihtimal dahilinden çıkmıştı!

Bazı kitapları diğerlerinden çok beğenmiş olacak ki aynen aşırmakta bir beis görmemiş.
Mesela Ramazan Gözen ve İhsan Dağı’nın “Türkiye’nin Dış Politika Gündemi, Ankara, Liberte Yayınları, 2001” kitabının etinden sütünden yine tabii atıfsız hatta dipnotlarını bile çalarak ‘yararlan’mış.
Sayfalarca süren aşırmalardan sadece bir örnek

İki üç günlük bir internet ve kütüphane araştırmasıyla bulduklarımın kısa bir özeti.
“Savaşlar ve Türkiye’ye Etkileri” başlıklı 20 sayfadan oluşan ikinci bölümünün en az 8 sayfası intihal.
Her yerde büyük büyük komplo teorileri anlattığı “ABD’nin Bölgesel Hedefleri” alt başlığı altında yazdığı 33 sayfanın neredeyse 19 sayfası intihal.
“ABD’nin Irak’a Müdahalesi ve Türkiye’de Yaşanan Gelişmeler” alt başlıklı 37 sayfalık bölümün 32 sayfası Fikret Bila’nın Ankara’da Irak Savaşları kitabından birebir intihal.
16 sayfalık “Sonuç” kısmının ise en az 8 sayfası intihal.
İntihal mağduru olmamış kimse kalmamış; Fikret Bila, Emre Kongar, Ümit Özdağ, Muzaffer Özdağ, Armağan Kuloğlu, Necdet Pamir, Cengiz Çandar, Şanlı Bahadır Koç, Ramazan Gözen..
Artık bu kadar da olmaz denilen intihal yöntemi ise “kanaatimce” ile başlayan yerlerde yaptıkları.
Doğal olarak kendi kanaatini yazdığını düşünüyorsunuz.
Ama sonra anlıyorsunuz ki kendisine ait olan tek kelime orada “Kanaatimce”.
Birkaç örnek de ona vererek toparlayalım:
“Kanaatimizce, Türkiye, köprü ülke olma anlayışından bir an evvel kurtulmalıdır. Köprü niteliği sürekli öne çıkarılan bir coğrafyada kimlik kavramının dayandırılacağı sabiteler inşa etmek mümkün değildir. Bir toplumun tüm hayatını bu köprü psikozu içinde geçirmesi, sonunda içten ve dıştan gelen etkiler karşısında çözülmeye sebep olabilir. Bu sebeple Türkiye, bu “arada kalmışlık” duygusunu acilen üzerinden atmalıdır” şeklindeki paragrafta kendisine ait tek kelime “kanaatimizce”den ibaret.
Bu paragrafın tamamı, Mert Gökırmak’ın 2001 tarihli “Avrasya Jeopolitiğinde Türkiye” başlıklı makalesinden intihal.
Bir örnek de şimdi uzmanı gibi konuştuğu PKK meselesinden gelsin:
“Ancak kanaatimizce değişen çok husus vardı. Bunlardan başlıca iki hususu ise şu şekilde özetleyebiliriz. Birinci Birinci Körfez Savaşı öncesinde Kuzey Irak diye bir sorun yoktu. Bu 1991 sonrasında ortaya çıktı ve Türkiye’ye çok büyük zarar verdi. O zaman Kuzey Irak değil, karşıda bir Irak vardı ve Türkiye terör belasıyla bu savaş sonrasındaki gibi karşı karşıya değildi.İkinci husus, o zaman sınırımızın karşısında Irak ordusunun altı tümeni vardı. Eğer Kuzey Irak’tan Irak’a girilmesi kararı verilseydi, çok kanlı bir kara savaşı yapılması gerekiyordu. Türkiye’nin çıkarları açısından böyle bir savaş gerekli değildi. Oysa 2002 itibarı ile, on yılı aşkın süredir bir Kuzey Irak sorunu vardı. PKK bu alana yerleşti, savaş sonrası Irak ordusunun silahlarıyla güçlendi ve Türkiye’ye çok büyük kayıplar verdirdi. Artık Türkiye’nin Kuzey Irak diye bir sorunu var, Irak diye Bağdat diye veya Saddam diye bir sorunu yoktu. Bu süre içinde Kuzey Irak’ta fiilen bir devlet nüvesi oluşturulduğu da bir gerçekti. Karşımızda da bir Irak ordusu yoktu. Savaş çıkması halinde bir oldu bittiyi önleyecek, Türkmenlerin kırılmasını engelleyecek, Türkiye’nin bölünmesine dönük faaliyetlerin merkezine yönelecek tek güç Türk Silahlı Kuvvetleri idi.”
Buradaki paragraflarının tamamı Fikret Bila’nın “Ankara’da Irak Savaşları” kitabında Bila’nın konuştuğunu söylediği komutandan yaptığı alıntı.


Yani denizci subay, karacı generallerden kanaat çalmış.
Bu kanaatlerle doktora yapmış.
Şimdi de bu şekilde elde ettiği Dr. titriyle üniversitelerde ders veriyor, uluslararası ilişkiler uzmanıymış gibi her konuda konuşuyor.
O kadar iddialı konuşmasa, herkese vatan haini demese, bu kadar uydurmasa ve 50 yıllık bir mesele çözülürken toplumu klişelerle, sloganlarla tahrik etmese kimsenin umurunda olmazdı bu örmeği çok olan hak edilmemiş Dr. ünvanı.
Bu kalitesizlikte tabii Topkapı Üniversitesi’nden çıkmadıktan sonra o Dr. ünvanı da dikkat çekmezdi.
Ama gemisini denizlerden karalara çıkarıp, pupa yelken ilerleyince tabii dikkat çekti.
YÖK, İmamoğlu’nun diploması yerine bu teze baksa ülkedeki intihal yöntemleri hakkında örnek bir esere ulaşabilir. (İsteyen olursa ya da umurunda olan varsa daha ayrıntılı intihal dökümü de paylaşılabilir.)
Böylece 50 yıldır insanların öldüğü bir mesele hakkında cahilce bağırıp çağıran, halkı kışktırtan bir amiralin titri de artık sadece müstafi olurdu.