Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIGöç yönetiminden dış politikaya konuşulması gerekenler: Alisher Tursunov’un iadesi ne anlatıyor?

Göç yönetiminden dış politikaya konuşulması gerekenler: Alisher Tursunov’un iadesi ne anlatıyor?

Mayıs ayında Özbekistan’ın tanınmış alimlerinden biri, Alisher Tursunov sessiz sedasız geri gönderildi. Alisher Hoca’nın Özbekistan’daki tutuklanma gerekçesi: “Dini materyal oluşturma suçu”. Böyle bir suça hukuk sisteminde yer veren bir devletin bireyi nasıl yargılayacağını anlamak için uzman olmaya gerek var mı? Özbekistan’ın Alisher Hoca’nın kendisine gönderildiğini ve tutuklandığını açıkladığı günden bu yana durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmaması, avukatının ve yakınlarının Özbekistan’da hocadan haber alamadıklarını dile getirmeleri maalesef kimseyi şaşırtmıyor.

Mayıs ayında Özbekistan’ın tanınmış alimlerinden biri, Alisher Tursunov (Alişir Hoca, Mübeşşir Ahmed) sessiz sedasız geri gönderildi.

Özbekistan yönetimi ihbarda bulundu, Alisher Hoca 7 Mayıs’ta İstanbul’da gözaltına alındı ve Geri Gönderme Merkezine gönderildi.

Alisher Hoca zaten her hafta Göç İdaresine imza vermeye gidiyordu. O hafta da gidip imza verdi. Ama imzadan iki gün sonra, üstelik sabah beş buçukta, evinin kapısı kırılarak[1] gözaltına alındı.

İzleyen günlerde kendisinden haber alınamayınca, idare bir açıklama yapmayınca ve hukuki temsilcisi de kendisiyle görüşemeyince Özbekistan’a iade edilmiş olabileceği kaygıları dile getirildi ve yetkililerden bir açıklama beklendi.

Ama Türkiye’den beklenen açıklamayı Özbekistan yaptı ve 10 Mayıs’ta Tursunov’un ülkeye getirildiğini ve “dini materyal yaymak” ile “kamu güvenliğine tehdit oluşturmak” suçlamalarıyla tutuklandığını açıkladı.

Ardından, gelen tepkiler üzerine Göç İdaresi de 15 Mayıs’ta bir açıklama yaptı ve “Kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğu gerekçesiyle işlem tesis edilen bahse konu yabancı hakkında sınır dışı etme kararı alınmıştır” dedi.

“Kamuoyunu alenen yanıltıcı bilgiler yayanlar hakkında işlem yapılacağını” da bildiren Göç İdaresi, “yabancı”nın karara karşı itiraz yollarını kullanarak idare mahkemesinde dava açtığını ancak mahkemenin hukuka aykırılık görmeyerek davayı reddettiğini, kararın kesinleşmesi üzerine sınır dışı sürecinin tamamlandığını açıkladı.

Eğer ortada “kamuoyunu yanıltıcı bilgi” varsa, her halde biri de bu açıklama olmalı. Bunun neden böyle olduğunu, kavramları, zamanları ve olayları yerli yerine koyarak tane tane anlatalım.

“Sınırdışı” değil “iade”

Sırayla gidecek olursak, öncelikle Türkiye’de veya Özbekistan’da “kamu düzeni ve güvenliği açısından tehdit oluşturduğuna” dair bir mahkeme kararı yok. Sınırdışı ile ilgili olarak da birbirinden tamamen farklı iki karar var ve bunlar usul hukuku açısından idareye sınırdışı konusunda “seçmece” marjı vermiyor.

Asıl davada mahkeme, göç idaresinin sınır dışı etme kararını hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle iptal ediyor. Ama daha sonra başka bir avukat da dava açmış ve o davaya ilişkin kararda mahkeme idarenin yaptığı sınırdışı işlemini iptal etmemiş. İdarenin atıf yaptığı karar bu. Ortada aynı konuda verilmiş iki bağımsız karar var ve sonraki karar önceki kararı iptal etmiyor. Esasen, sonraki açılan davada verilen karar hukuksuz; çünkü aynı konuda açılan davanın, derdestlik nedeniyle usulden reddedilmesi gerekiyordu.

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Başkanı Avukat Kaya Kartal ve Tursunov’un avukatı İbrahim Ergin, Göç İdaresi’nin sözünü ettiği “kararın kesinleşmesi” durumunun olmadığını uzun uzadıya izah ediyorlar.

Olayın kısa hikayesi
Alisher Hoca, 28.12.2023 tarihinde Özbekistan’dan gelen bir suç isnadı gerekçesiyle evinden alınıyor. Aynı gün İstanbul İl Göç İdaresi tarafından hakkında sınır dışı ve idari gözetim kararı veriliyor. Kararına karşı dava açılıyor, kanun gereğince sınırdışı işlemi duruyor, yaklaşık iki ay boyunca Geri Gönderme Merkezi’nde tutulduktan sonra, mahkeme tarafından serbest bırakılıyor. O tarihten itibaren her pazartesi günü Kumkapı Koordinasyon Merkezi’ne giderek imza yükümlülüğünü eksiksiz yerine getiriyor. Bu süreçte, İstanbul 15. İdare Mahkemesi sınır dışı işlemini iptal ediyor.   “Göç İdaresi Başkanlığı açıklamasında yer alan ret kararına ilişkin herhangi bir tebliğ veya bilgilendirme yapılmadığı gibi, bu karara tarafımızca da erişilememiştir” diyor İbrahim Ergin. Ve ekliyor: “Eğer gerçekten kesinleşmiş bir sınır dışı kararı mevcut olsaydı, Sayın hocanın haftalık imza yükümlülüğü sırasında alıkonulması gerekirdi. Ancak bu gerçekleşmemiştir.”   Alisher Hoca 8 Mayıs 2025 tarihinde evine yapılan operasyonla gözaltına alınıyor ailesi ve avukatlarına haber verilmeden, ilaç ve kişisel ihtiyaçlarının karşılanmasına dahi izin verilmeden, meçhul bir yere sevk ediliyor. Ailesi ve avukatları kendisine ulaşamıyor. Özbekistan’da hayatını kaybettiğine dair iddialar var ve bu endişe giderek büyüyor.[2]  

Ama bir an için Göç İdaresi’nin dediği gibi olduğunu varsayalım. Sınırdışı etme kararının idarenin söz ettiği yargı kararından önce verildiğine ilişkin vahim iddiayı da gözardı edelim.

Sınırdışı kararından sonra koyulan kodu da unutalım; önce koyulmuş varsayalım. Bu durumda bile Alisher Tursonov’un Özbekistan’a iadesi yanlış olurdu. Çünkü yapılan işlem sınırdışı değil iadedir. “Sınırdışı etmek” ile “iade etmek” tamamen birbirinden farklı iki durum. Sınır dışı etme halinde yabancı kişi idari sebeplerle ülkeden çıkartılır, iade halinde ise suç işlediği iddia edilen yabancıyı isteyen ülkeye belirli prosedürler işletilerek teslim edilir. Devletler, ancak menşe ülkede yaşam hakkı, işkence yasağı gibi temel hakların ihlali konusunda makul bir kaygı yoksa oraya da sınırdışı edebilirler. Aksi halde uluslararası hukukun ve göç hukukunun meşhur prensibi olan “geri gönderme yasağı” (non-refoulement)” devreye girer ve kişi zorunlu halde, sadece “güvenli üçüncü ülke”ye sınırdışı edilebilir. İade halinde de geri gönderme yasağı devreye girer. Alisher Hoca’nın olayında, görünürde sınır dışı edilmiş gibi görünse de gerçekte onu isteyen Özbekistan ülkesine iade edilmiştir. Yani örtülü iade işlemidir.

Peki Özbekistan geri gönderme yasağı prensibi açısından temel hukuki güvencelerin geçerli olduğu bir ülke mi? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (MAMATKULOV VE ASKAROV / TÜRKİYE DAVASIBaşvuru numaraları 46827/99 ve 46951/99) ve Türkiye Anayasa Mahkemesi kararları (AZIZJON HIKMATOV BAŞVURUSU, Başvuru Numarası: 2015/18582) ) tersini söylüyor.

[3]

Ama bu kararlardan haberdar değiliz varsayalım. Bu durumda da temel hukuki güvencelerin olmadığını anlamak için Alisher Hoca’nın Özbekistan’daki tutuklanma gerekçesine bakmanız yeterli. “Dini materyal oluşturma suçu” diye bir suça hukuk sisteminde yer veren bir devletin bireyi nasıl yargılayacağını anlamak için uzman olmaya gerek var mı? Bir devlet olarak asıl yapması gerekenleri bir yana bırakıp vatandaşının diniyle, diliyle uğraşan bir devleti biz kendi tecrübemizden bilmiyor muyuz?

Neden iade etmemek gerektiğini anlamak için Anayasa Mahkemesi’nin S.K. Kararına bakmak da yeterli. O karar, hukuka uygun bir iadenin gereklerini açıklıkla ortaya koyuyor ve hangi yolu takip etmek gerektiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla Alisher Hoca’nın veya bir başkasının neden bu şekilde iade edilemeyeceğini de.

Ama bundan da ibaret değil. Gittiğinde kötü muameleye uğrayacağına dair haklı kaygılar, ciddi riskler var ve Özbekistan ülke raporları da bu açıdan durumun vahametine işaret ediyor. Nitekim Özbekistan’a iade edileli bir ayı geçti, yakınları hala nerede ve ne durumda olduğunu haber alabilmiş değil.

Özbekistan, Mısır gibi ülkelerin muhaliflerini suçlu gösterip iadesini sağlamak veya gittiği yerde mağdur etmek için keyfi kodlar koyabildikleri biliniyor. Öte yandan Türkiye’de de kodların verilme biçiminin objektif olmadığına dair sıkça dile getirilen eleştiriler var.

Ama mesele konulan kodların isabetli olup olmaması değil. Konumuz açısından kişinin suçlu olup olmamasının da önemi yok. Konulan kodun isabetli olduğunu varsaysak bile, kişi gerçekten suçlu olsa bile, eğer gönderildiği yerde adil yargılanmayacaksa veya gayri insani ceza ve muamele görebilecekse yine gönderemezsiniz. Suçlu bile olsa.

Özbekistan’ın Alisher Hoca’nın kendisine gönderildiğini ve tutuklandığını açıkladığı günden bu yana durumuyla ilgili hiçbir açıklama yapmaması, avukatının ve yakınlarının Özbekistan’da hocadan haber alamadıklarını dile getirmeleri maalesef kimseyi şaşırtmıyor. Gönderenlerin de “hayret, nasıl olur böyle bir şey?” şeklinde tepki verdiklerini zannetmemek gerek.

Özetle, idarenin uygulaması ayrıca birçok bakımdan hukuka aykırı.

Hayati hata ya da iade kararının altında kalmak

Yapılacak olan işlem sınır dışı etme işlemi değil de şahsın, onu yargılamak isteyen ülkeye teslim edilmesi ise buna suçlu iadesi (extradition) adı veriliyor ve bunun ayrı bir prosedürü var. Çok daha özel bir hukuki süreç bu. Hem yargının (ağır ceza mahkemesinin) “iade edilebilirlik kararı” hem de siyasi makamın (Cumhurbaşkanlığı) kararı gerekiyor.

Dolayısıyla sınırdışını menşe ülkeye yapmak, bu anlamda kanunun etrafından dolanmak anlamına geliyor.

Konunun mercek altına alınması gereken birçok boyutu var. Çünkü vahim bir karar üzerinden Türkiye’ye bu utancı kimin yaşattığından ülkenin bölgesel ve küresel konumu, iddiaları ve hedefleri bakımdan sarf edilen onca emeğin müsrifçe heba edilişine kadar meselenin görmemiz ve ders almamız gereken taraflarını bu vesileyle konuşmak gerek.

Meselenin Türkiye’nin göç yönetimi açısından ifade ettiği anlam önemli elbette.  Türkiye’nin bölgesel ve stratejik hedeflerinin dar bir “reel politik” bakışla hesapsızca bir “aldım verdim” ilişkisine kurban edilmesinin uzun vadede beraberinde getireceği olumsuz sonuçlar da öyle. Onları da uzun uzun konuşuruz.

Ama bunların hiçbiri masum bir insanın canından daha değerli veya onun karşısına koyulması gereken hususlar değil.

Şimdi acil ve öncelikli olan, bir insanı hayatta tutmak. Bu da sadece Özbekistan devletinin bazı yetkililerinin sorumluluğu değil. Onu başına gelebilecekleri bile bile (Bilmeden gönderiyorlarsa bu da başka bir açıdan daha az vahim değil elbette) gönderenlerin de sorumluluğu.

“Gönderen devlet, iade ettiği kişinin akıbetinden, zulüm görmesinden sorumludur” diyor Türkiye’nin göç hukuku alanında yüz akı olan en önemli hukukçularından Abdulhalim Yılmaz. Hem ahlaken hem de hukuken böyle.

Hali hazırda olayın vahametinin altında kalmış durumdayız. Bunun hukuki ve siyasi faturası ödenir mi bilmem. Bir hukuk devletinde ödenmeli. Ahlaki bakımdan ikame edilemez zararı bir yana, hiçbir kamu görevlisi hesapsız ve sorumsuz bir iade kararıyla ülkesine bu ölçüde zarar verememeli. Kararın insani faturasının bedelini ödemek ise mümkün değil. Hiçbir özür veya para bunu tazmin etmeyecek.

Ama aciliyet arz edene dönelim:

Alisher Hoca şu an nerede ve ne durumda?

Şimdi ilk aşamada bu soru sorulmalı ve onun hukukundan kalanı korumak için acilen girişimlerde bulunulmalı.

Sonrasını sonra konuşuruz. Uzun uzun konuşuruz; şimdi hayati önem taşıyan bu.

Hem de kelimenin her anlamında hayati.



[1] Bunu da ayrıca konuşmak gerek. Her an erişilebilecek bir kişinin, sabaha karşı kapısını kırarak evine girmenin ve sadece ona yönelik olarak değil tüm ev halkı ve komşular üzerinde dehşet yaratıcı bir etki yapması kaçınılmaz olan bir uygulamanın hukuken gerekli bir önlem veya makul bir şiddet olduğuna ilişkin açıklama gerek. Hukuk devletinde şiddet kullanma tekeli devlete aittir ama devletin bu yetkiyi hukuka ve ölçülülük ilkesine uygun şekilde kullanması zorunludur. Fazladan şiddet hukuka aykırı olup onu irtikap ettiren kamu görevlisi açısından sorumluluk doğurmalıdır.

[2] Avukatı İbrahim Ergin’in açıklamasından kısaltarak aktarılmıştır. Bkz. https://x.com/erginibrahm/status/1922971560387752197?s=46&t=jcG8ayTOXjO3fVA53YNurQ

[3] Zeyneddin Askarov’un ismini daha önce gerçekleştirilen iade ve ardından gelen cinayet dolayısıyla duymuştum. Ancak internette ulaşabildiğim tek görseline baktığım zaman, metinlere yansımayan hüznü de gördüm. Tıpkı Sezen Aksu’nun “Son bakıştaki o gözler kaldı aklımda” dediği gibi gibi benim de aklımda hüzünle bakan bir çift göz kaldı.

[4] Gülden Sönmez tarafından yapılan Mazlumder Açıklaması, Askarov’un işkence ile infazı, Türkiye’nin sorumluluğudur, mülteci.net, 10 Aralık 2010, https://multeci.net/2010/12/askarovun-ikence-ile-infaz-tuerkiyenin-sorumluluudur/

- Advertisment -