Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIGazze’yi kurtarmak Superman’e mi kaldı?

Gazze’yi kurtarmak Superman’e mi kaldı?

Geçen hafta vizyona giren yeni Superman filmi Trump’a, Hollywood’a ve İsrail’e meydan okuyan tarihi bir yapıt. Superman, ABD’nin müttefiği olan Boravia’nın yoksul ve kimsesiz Jarhanpur’u işgal edip sivilleri katletmesine engel oluyor; bir nevi ABD’nin itirazına rağmen Netanyahu’yu tek başına durduruyor. Milyonlarca kişinin izleyip konuştuğu bu özgün film aynı zamanda muhtaç bırakıldıkları bir dilim ekmek için birbiriyle yarıştırılıp makineli tüfeklerle taranan Gazzelilerin tek umudunun Superman olduğunu da gösteriyor. Evet maalesef Superman, Gazzelilerin tek umudu; ama Gazze’ye el uzatamayan bizlerin de çaresizliği.

Jerry Siegel ve Joe Shuster, 95 yıl önce Ohio’da bulunan Glenville Lisesi’nde okuyan iki lise öğrencisiydi. İki genç liseli de Avrupa göçmeni Yahudiler olarak Amerika’ya yeni yerleşen ve bu yabancı ortama uyum sağlamaya çalışan orta sınıf ailelere mensuptu. Hem Jerry hem Joe hem muhtemelen göçmen bir ailenin çocuğu oldukları hem de Nazilerin yükseliş dönemindeki antisemitizm ve aşırı sağ rüzgarının Amerika’da da etkisini göstermesi nedeniyle çekingen, içe kapanıktı. Bu iki sessiz sakin liseli ergeni bir araya getirip dost kılan bağ ise bilimkurgu sevdasıydı. 

Aşırı sağın ve Yahudi nefretinin yükseldiği yıllarda lise okuyan bu iki göçmen çocuk, bir yandan Nazilerin iktidarı ele geçirişini bir yandan Holokost’u uzaktan izledi; bütün dünyanın son ana kadar sessiz kalması, toplu ve vahşi bir şekilde katledilen Yahudileri kurtarmak için harekete geçmemesini birlikte takip etti, bu atmosferde büyüdüler. 

Jerry Siegel ve Joe Shuster’ın bu tatsız atmosferde geliştirdikleri yaratıcı dostluğun en büyük meyvesi ise “Superman”di. Lise yıllarından beri kurguladıkları Superman karakterini nihayetinde 1938’de bir çizgi roman şirketine bugünün parasıyla yaklaşık 3,000 dolar gibi komik bir rakama satmışlardı. Superman karakteri ise kısa sürede popüler bir ürüne, kültüre dönüşmüştü. Özel güçlere sahip, Amerikalıların ve ülkenin çıkarlarını koruyan, güçsüzlere ve zayıflara yardım eden karizmatik, güçlü bir erkek süper kahraman; 2. Dünya Savaşı öncesi Batı’nın belki de tam ihtiyacı olan bir propaganda kaynağı, popüler kültür ögesiydi. Fakat Superman bu basit okumadan çok daha fazlasıydı. Özellikle de 1930’lı yılların karanlığında büyüyen iki çekingen Yahudi lise öğrencisi yaratıcısı için. 

Her ne kadar doğrudan siyasi meselelere girmeyi tercih etmeseler de elbette Superman karakterinin kurgusu, Siegel ve Shuster’in içinde büyüdüğü atmosferden azade değildi. 

Her şeyden önce Superman, Siegel ve Shuster gibi bir göçmendi. Yok olan Krypton gezegeninden kurtulması için anne ve babası tarafından dünyaya bebekken kundakta gönderilen bir uzaylıydı. Superman’ın bir göçmen olarak dünyayı kurtarmaya ve insanlara yardım etmeye çalışması iki göçmen çocuğunun yükselen faşizme karşı kurguladığı bir yanıttı. Yine Superman’ın ABD’nin en tutucu eyaletlerinden biri olan Kansas’taki Smallville kasabasında büyümesi, buradaki tipik bir Amerikalı aile tarafından evlat edinilmesi de tezatlık üzerinden verilen bir mesajdı.  

Krypton’dan dünyaya gönderilen Superman’ın orjinal adı “Kal-El” İbranice “Tanrı’nın sesi” anlamına gelmesi, Hz. Musa gibi çocukken hayatını kurtarması için kundakta terk edilen bir hikayesi olması da Siegel ve Shuster’in doğal bir şekilde Yahudi geleneklerinden ve inancından etkilendiğini gösteriyordu. 

Fakat bunun da ötesinde Superman, Yahudilerin adım adım yok edilişi ve vatanlarını terk etmek zorunda kalışı karşısında hissettikleri çaresizliğe bulunan bir formüldü. Naziler Aryan ırk teorileriyle formülize ettikleri “übermensch” (üstün insan) teorisiyle hor gördükleri Yahudileri toplumsal hayattan dışlar toplama kamplarına kapatır ve katlederken; Superman iki Yahudi yazarın ürettiği bir başka üstün insan olarak zayıfları koruyor, güçsüzlere yardım ediyor ve hatta devletlerin müdahale etmediği savaşları durduruyordu. Gerçek hayatta kimsenin yardımına koşmadığı Yahudilerin ihtiyacı olan bütün süper güçler Superman’da toplanmıştı. Üstün güçlere sahip olan göçmen bir kahraman, dünyadaki kötülükle mücadele etmek için savaşıyor, reelpolitik sebeplerle Nazilere bir noktaya kadar karışmayan büyük güçlere inat her türlü haksızlığa karşı tepki veriyordu. Yahudilerin ordusu, devleti, teknolojisi yoktu, ama Superman’leri vardı. 

Nitekim Superman çizgi serisinin yarattığı ilk tartışma da tam da bu nedenle çıkmıştı. Siegel ve Shuster, 2. Dünya Savaşı’nın ilk günlerinde Look dergisinin Şubat 1940 sayısı için iki sayfalık kısa bir Superman hikayesi çizmiş; bu kısa öyküde Superman Hitler ile Stalin’i zorla kaçırıp savunmasız ülkelere durduk yere saldırdıkları için yargılanmaları amacıyla Milletler Cemiyeti yetkililerine teslim etmişti. Siegel ve Shuster adım adım büyüyen ve paralel bir şekilde Almanya’daki Yahudilerin hayatını zorlaştıran 2. Dünya Savaşı karşısında ABD, Birleşik Krallık gibi ülkelerin kayıtsızlığını savaşı bitirme görevini Superman’e havale ederek eleştirmiş, “Superman savaşı nasıl bitirirdi?” makalesi özellikle Nazi Almanyası tarafından tepkiyle karşılanmıştı. 

Look dergisinin Şubat 1940 sayısı: “Superman savaşı nasıl bitirirdi?”

Naziler, iki Yahudi çizerin yarattığı bir kahramanın Hitler’i kaçırmasından rahatsızdı. Bu yüzden Nazilerin en önemli propaganda yayınlarından biri olan “Das schwarze Korps” Nisan 1940’ta bir tam sayfasını Superman ve çizeri Jerry Siegel’e ayırmıştı. Siegel’in Yahudi olduğunu her iki cümlede bir belirten dergi, Siegel’in “i”sinin üstüne Davut yıldızı koymuş, Siegel’e “hem fikren hem bedenen sünnetli” demiş, Siegel ve Superman’e hakaret edilen bütün yazı boyunca Siegel’i Yahudiliği üzerinden eleştirmiş ve Almanları kötülemek, kara propaganda yapmakla suçlamıştı: “Jerry Siegellack berbat bir adam. Yazıklar olsun böylesine zehirli bir ortamda yaşayan ve her gün yuttukları zehrin farkına bile varmayan Amerikan gençliğine.”

Superman’ın Hitler’i durdurması Nazileri öfkelendirecek kadar etkili bir propagandaydı, fakat aynı zamanda Nazilerin yükselişini ve Holokost’u uzaktan izleyenlerin de çaresizliğinin sembolüydü. Son noktaya kadar ne Almanya’nın içinden ne de dışından Nazilere yönelik bir tepkinin çıkmaması, Nazilerin korkunç katliamları sistematik ve kamuoyunun tepkisini çekmeden yapması özellikle Amerika’daki endişeli Yahudileri çaresizliğe itmiş, hem yaşadıkları yeni ülkeye uyum sağlamaya hem de uzaktaki akrabalarının akıbetinin derdine düşen bu insanların bulduğu çözüm kimsenin kendilerine yardım eli uzatmadığı bir dünyada gerçekdışı bir süper kahraman yaratmak olmuştu.

Superman, gerçek dünyanın katılığı ve acımasızlığı karşısında harekete geçmeyen kalabalık kitlelerin, büyük devletlerin hantallığı, kendisine benzemeyen karşısındaki empati yoksunluğuna karşı üretilmiş bir cevap, bir çözüm, fakat en önemlisi bir yardım çığlığıydı. 

Siegel ve Shuster her ne kadar haksız bir şekilde yapılan telif sözleşmeleri karşısında Superman’dan olması gerekenden oldukça az kazanç sağlasalar da ortaya koydukları bu gelenek hep devam etti ve geçmişten günümüze Superman çizgi romanları, süper kahramanların göçmenleri, siyahları, insan hakkı aktivistlerini devletin mücadele etmediği veya gücünün yetmediği kötülüklere karşı koruyan bir alternatif evren yarattı, bu evren her gelişen olayda güncellendi, büyüdü. 

İlk günden beri DC Comics ve selefleri bünyesinde önce çizgi roman, sonra film olarak yayınlanan bu gerçeküstü evrene, 2025 yılı kendine özgü yeni bir mücadele ekledi. Geçtiğimiz hafta vizoyna giren 2025 yapımı Superman filmi, ABD’deki güçlü İsrail lobisine ve Trump’ın Netanyahu’ya verdiği şerhsiz açık çeke, ileri sürdüğü Gazze tehcir planına başkaldırırçasına İsrail’in Gazze’de işlediği soykırımı konu edindi ve Superman kimsenin yardımına koşmadığı Gazzelilerin imdadına yetişti.

Böylece bir zamanlar Holokost karşısında kimsesiz kalan Yahudilerin yardımına yetişen Superman 85 yıl sonra, trajik bir şekilde Holokost’tan sonra kendilerine ait bir devlet olmazsa güvenliklerini sağlamayacaklarını fark eden Siyonist Yahudilerin kurduğu İsrail’in zulmü karşısında kimsesiz ve devletsiz kalan Gazzelilerin sesi oldu, yaşanan soykırımın Batı dünyasında Gazzelilerin en çok ihtiyacı olduğu zamanda yeniden konuşulmasını sağladı. 

Sözüm Boravia’ya, İsrail sen anla

DC Comics evreninin bu yeni filmi, ABD’nin tarihi bir müttefiği olan zengin ve yüksek teknolojiye sahip nüfusunun çoğunluğunun beyaz olduğu Boravia adlı bir ülkenin fakir, teknolojik imkanlardan mahrum ve çoğunluğunun esmer, Ortadoğu fenotipli olduğu Jarhanpur’u haksız bir şekilde işgal etmesi, kadın, çocuk ve sivilleri katletmesi üzerine Superman’ın devreye girmesi ve Boravia ordusuna saldırması etrafında dönüyor. 

Superman, göç ettiği ABD’nin dış politika tercihine ve Boravia’ya verdiği desteğe aykırı bir şekilde çatışmaların yaşandığı sınıra gidiyor, Boravia’nın tanklarını yok ediyor ve Boravia’nın tipi, aksanı ile tamamen Netanyahu veya eski İsrailli siyasetçileri andıran lideri Ghurkos’u kaçırarak bir daha Jarhanpurlu sivillere dokunmaması yönünde tehdit ediyor. 

Boravia devlet başkanı Ghurkos

Boravia’nın silahları, tankları karşısında sapanlar, kılıçlarla ülkelerini savunmaya çalışan Jarhanpur halkının çaresizce “Superman” bayrağını sallaması, Ghurkos’un “Biz Jarhanpur halkını yok etmeye değil, kendi zalim yönetimlerinden kurtarmaya, onları özgürleştirmeye çalışıyoruz” demesi akıllara İsrail-Filistin savaşından başka bir şey getirmiyor. Özellikle insanların çaresizliği, Boravia askerlerinin küçük çocukları doğrudan hedef alması, ABD’nin kendi müttefiğinin işlediği zulme sessiz kalması ve destek olması çok çarpıcı benzerlikler. 

Filmdeki bir diğer çarpı çekici nokta ise, Superman’ın bütün bu mücadelesi boyunca Lex Luthor adındaki bir Silikon Vadisi iş insanı ile karşı karşıya gelmesi. Lex Luthor yapay zeka, sosyal medya ve silah teknolojisi alanlarında faaliyet gösteren büyük bir teknoloji şirketinin sahibi. Aynı zamanda Boravia’nın sıkı bir müttefiki. Zira savaş planları kapsamında işgal edilen Jarhanpur’un yarısının Lex Luthor’a verilmesi planlanıyor. Bütün bu savaş boyunca Boravia, Luthor’un teknolojilerini satın alıyor, şirket ile ABD’de kamuoyu oluşturmak için işbirliği yapıyor. Luthor ise kişisel takıntısından dolayı kendisinden üstün gördüğü Superman’ı yok etmek için sosyal medyayı dezenformasyon kampanyalarıyla manipüle ediyor, dünyada alternatif cep evrenler oluşturarak kendi hapishanesini, ordusunu kuruyor, adeta seçilmemiş alternatif bir devlet başkanı gibi dünyaya hükmediyor, ABD hükümetini manipüle ediyor, devletten yetki alıp kendi şirketiyle Superman’i bile tutukluyor. 

Ukala teknopat Lex Luthor. 

Lex Luthor’un İsrail’i destekleyen, İsrail’e savaş teknolojisi satan, birçok yapay zeka silah ürününü veya hedef seçmede kullandıkları algoritma teknolojisini Gazze’de İsrail eliyle Gazzelileri kobay olarak kullanarak ilk kez deneyip geliştiren Silikon Vadisi’nin karanlık teknopatları olduğu aşikar. Özellikle Twitter üzerinden ciddi bir İsrail propagandası yapan ve yaptıran Elon Musk, Parantir şirketiyle İsrail’e ciddi bir veri derleme ve tasnif hizmeti sunan Peter Thiel gibi isimler hem İsrail’e olan destekleriyle hem de devletlere alternatif ciddi bir egemenlik merkezi teşkil etmeleriyle Superman filminin eleştiri oklarını çekmiş. 

Boravia’ya müdahale ettiği için gözaltına alınan Superman. Filistin’i savunan yabancı göçmen öğrenciler gibi gözaltına alınması manidar.

Filmin yazarı ve yönetmeni James Gunn, hiçbir şekilde filmde Gazze veya İsrail adının geçmediğini, bu filmi 7 Ekim’den önce hazırladığını ileri sürüyor ve bu tür tartışmaların içerisine girmiyor. Fakat filmdeki sahnelerdeki insan seçimlerinden temalara uzanan bu yoğun mesaj aktarımı nedeniyle İsrail’i destekleyen birçok kişi tepki göstermeye başladı, filme boykot çağrıları yükseldi.

Tabii ki içerisinde açıkça İsrail geçmemesine rağmen oldukça kötü ve cani bir şekilde tasvir edilen Boravia’nın İsrail’i destekleyen kişiler tarafından “İsrail” olarak algılanıp tepki gösterilmesi oldukça trajikomik bir durum. İsrail’i açıkça savunma ve destekleme onursuzluğunu gösterenlerin bile yaşananların farkında olduğunun da önemli bir kanıtı. 

Fakat James Gunn, İsrail-Gazze konusunda açıkça almadığı mevziyi göçmenlik konusunda aldı. Trump’ın göçmenlere yönelik sınırdışı uygulamalarını arttırdığı bir dönemde Superman’ın bir “göçmen” olduğunu belirtti ve filmin odağındaki meselelerden birinin de bu göçmenlik olduğunu vurguladı. Gunn’a göre, Superman ABD’ye gelen birçok kaçak göçmen gibi ülkeye katkı veren biriydi. 

Bunun üzerine Trumpçılar ve muhafazakarlar Gunn’ı klasik Amerika’nın simgesi olan bir kahramanı duyarbaz yapmak, içini boşaltmakla suçladı, Superman’e “Superwoke” (Süper duyarbaz) lakabını taktı. Beyaz Saray bile tartışmaların içerisine girerek gerçek Superman’ın Trump olduğunu söyledi ve Trumplı yeni bir poster paylaştı.

James Gunn, İsrail karşısında açık bir cephe almasa da dünya çapında 416 milyon dolarlık hasılata sahip, ABD’de yaklaşık 20 milyon kişinin izlediği tahmin edilen ve güncel popüler kültürü esir alan bir filmin İsrail’in en sıkı destekçilerinin bile aklına İsrail’i getirecek kadar mesaj yüklü olması oldukça önemli. 

Zira İsrail, Gazze soykırımında vites arttırmış durumda. Gazzelilere karşı bombalarının yanında artık açlığı da bir silah olarak kullanmasının da ötesinde gıda yardımı için sabahtan itibaren sıraya girenlere “sadece 10 dakikanız var” deniyor, 10 dakika içerisinde doğal olarak kimse zaten yetersiz olan yardımları alamayınca ise yardımları dağıtan Amerikalı özel şirket çalışanı paralı askerlerin arkasına koyduğu İsrailli tanklar ve taramalı tüfeklerle halkın üzerine ateş açıyor, silahsız sivilleri keyfine gaddarca katlediyor.

Önce aç bırakıyor, sonrasında BM yardımlarını engelliyor, ardından kendisinin muhtaç ettiği bir gıdım yardım için insanları istifleyip sıralara dizip onursuz bir şekilde birbirleriyle yarışmalarını sağlıyor ve nihayetinde bu korkunç izdiham sırasında halkın üzerine gelişigüzel ateş açıyor. 

İsrail’in gaddarlığın sınırlarını yaratıcı bir şekilde aştığı “Squid Game”i andıran bu soykırım karşısında ise Gazze’de yaşananlar birçok kişi için sıradanlaşırken Superman filmi özellikle bu zulme vergileriyle, hükümetlerine karşı sessiz kalışlarıyla ortak olan Batı kamuoyuna sesleniyor, bir kez daha kendilerini ve siyasi elitlerini sorgulama şansı sunuyor. 

Fakat verilen bu mesajın yanında tıpku 1940’larda olduğu gibi Superman sadece sosyal bir farkındalığın değil, çok acı bir çaresizliğin de haykırışına dönüşüyor. 

Zira Holokost sırasında Yahudilere yardım eden olmadığı gibi bugün de Gazzelilerin Superman dışında kurtarıcısı, Superman dışında sesini duyan yok. 

Gazze’yi Superman’e terk etmenin utancı

Türkiye’de pek kimsenin dikkatini ve tepkisini çekmedi, fakat geçen hafta Beyaz Saray’da kritik bir görüşme yaşandı. Mossad şefi David Barnea, Trump’ın Ortadoğu danışmanı Steve Witkoff’tan Gazzelilerin tehciri için başka ülkeleri ikna etmesine yönelik ABD’nin resmi desteğini istedi. Mossad şefine göre İsrail, Etiyopya, Libya ve Endonezya gibi ülkelerle Gazzelileri kabul etmesi için iletişim halinde. 

Trump’ın Gazze’ye ilişkin kırılgan ateşkes ve sanki daha ötesi ne olabilirmişçesine “cehennemin kapıları açılacak” tehditlerinden beri açıkladığı tek somut öneri ise Gazzelilerin tehciri sonrası Gazze’nin lüks bir tatil ve kumar bölgesine çevrilmesi. Superman filminde olduğu gibi teknoloji şirketlerinden büyük yatırım gruplarına İsrail’i destekleyen sermayenin Gazze’yi tehcir sonrası Filistinlilerden “arındırma” planı ilk kez ciddi bir şekilde konuşuluyor. Özellikle Netanyahu kabinesinin faşist bakanlar art arda Gazze’nin İsrailli yerleşimcilere açılacağını vurguluyor, İsrail Batı’nın tepkisini çekme pahasına Gazze’deki küçük Hıristiyan cemaatinin kilisesini bile vurdu, sivil halka “sizi yok edeceğiz” mesajını çok net bir şekilde veriyor. 

Bu nedenle Fransa hızlı bir şekilde Filistin’i resmen tanıyacağını duyurdu ve Trump’ın uzun zamandır rafa kaldırdığı iki devletli çözümün yeniden konuşulması için alternatif bir kamuoyu oluşturmaya başladı. Ne acı ki imkanlar kısıtlı. Fransa’nın çabası gidişatı tersine çevirmekten öte Irak’ın işgali öncesi olduğu gibi tarihe şerh düşmek gibi duruyor.  

Bütün bu organize kötülüğün karşısında ise ne yazık ki kimse yok. Filistin için belki de en çok gözyaşı döken nüfus çoğunluğu Müslüman ülkeler, Trump Amerikası karşısında kendi ulusal ve maddi çıkarlarını korumanın derdinde tekil bir şekilde hareket ediyor, herkes Trump’ın tepkisinden çekiniyor. Bölge ülkeleri henüz bir araya gelip Trump’ın önüne Gazzelilerin tehcirini reddeden iki devletli makul bir çözüm koymuş değil. Her bir bölge ülkesi ABD ve İsrail ile kendi tekil pazarlığını yürütüyor, havadan yardım bırakma gibi küçük makyaj çözümlerle günü kurtarıyor. 

Filistin için dökülen gözyaşlarının Gazze’deki ateşi söndürme şansı yok.

Muhtaç bırakıldıkları bir dilim ekmek, bir yudum su için onursuz bir şekilde sıraya dizilip taranan Gazze halkının gerçekten tek çaresi Superman.

İsrail’in bugün arkasındaki tek güç ABD ve Almanya gibi bazı Batı ülkeleri. Bunun için 7 Ekim’den bu yana Gazze soykırımı karşısında en büyük gösteriler Batı başkentlerinde düzenleniyor. Gazze hakkındaki en iyi konuşmalar, metinler Türkçe, Arapça, Urduca değil; İngilizce, Fransızca, Almanca. Gazze’yi en iyi anlatan hatipler belediye salonlarında değil, Beyaz Saray önündeki eylemlerde, Londra’daki sahnelerde söz alıyor. Şiir okuma yarışmaları değil, sadece Gazze’ye yönelik tepki pahasına seçim sonuçlarını değiştiren, Zohran Mamdani gibi Müslümanları zirveye taşıyan seçmenler Gazze’nin sesini duyuruyor. Ortadoğu’da doğup büyüyen Filistinliler Batı kanallarında Gazze’yi kanla canla savunuyor, insanların fikrini değiştiriyor. 

Bu bölge ülkeleri için hem acı hem de doğal bir durum. Zira İsrail, Batı’nın desteğiyle bu soykırımı işliyor. Doğrudan Batı’dan aldığı silahlar ve mermilerle yeri geldiğinde Batı ülkesi vatandaşı Filistinlileri veya yardım kuruluşu çalışanlarını hedef alıyor. Bu nedenle Filistin’deki zulmü durdurmanın yolu Batı kamuoyunun İsrail’e tepki göstermesi ve bu tepkinin elitlerin aldığı kararlara yansımasından geçiyor. Bu çaba meyvesini almıyor değil. 

Yapılan anketlere göre ABD, İngiltere gibi ülkelerde İsrail karşıtlığı rekor derecede zirvede. ABD’den genç Cumhuriyetçiler ciddi anlamda İsrail karşıtı. Fakat esas mesele bu tepkinin ülkelerin resmi politikalarına ve elitlerine yansıması. Bu aşama için henüz erken, ama Gazze için zaman kısıtlı.

İşte bu nedenle kurgu ve karakter derinliği açısından vasat bir ergen filmi olan Superman’ın bile bütün senaryo boyunca isim vermeden İsrail’i eleştirmesi Gazze için çok hayati, çok kritik. Batı’yı dönüştürmek için atılan her adım, yapılan her iş çok kıymetli. 

Fakat yine de Superman, aynı zamanda Filistin’e din, kalp, kimlik, mekan açısından çok daha yakın olan toprakların üzerinde de ağır bir yük. 

Neden Gazzelilerin Superman’i biz olamadık? Hadi Superman olamadık, neden Gazzelilerin derdini, yaşadıklarını anlatan filmler, kitaplar, şiirler, konuşmalar Türkçe, Arapça değil de İngilizce? Neden belediye salonlarında birbirimize bakıp ağlarken dünyayı ikna etme konusunda yetersiz kaldık? 

Holokost karşısında Superman’i yaratmak zorunda kalan iki Yahudi lise öğrencisinin çaresizliği, bugün Gazze’nin sesini dünyaya duyurmaya yarayan popüler bir filmin ve karakterin temellerini atmıştı.

Bizim çaresizliğimiz de bir şeylerin temelinin atılmasına vesile olur umarım, yoksa Superman dışında kimsesi olmayanlar sadece Filistinliler olmayacak. 

Fildişinden Notlar:

- Advertisment -