Süveyda’da Dürzilerle Şam Yönetimi arasında yaşanan çatışmalar, Suriye’de yeni devletin şekillenmesi sürecinin İsrail’in provokasyonuna hala açık olduğunu bir kez daha gösterdi.
Yeni sosyo-politik sistemin sağlıklı bir biçimde şekillenişi için normal şartlar altında birkaç yıl uzun değil.
Ama İsrail’in “Dürzilerin hamisi” rolüne soyunarak Suriye’yi rahat bırakmayacağını açıkça gösterdiği ve kendi çıkarını Suriye, Türkiye, İran dahil tüm bölge ülkelerinin istikrarını ortadan kaldırmaya bağladığı ölçüde çok da geniş bir zaman yok demektir.
“Acele et ama yavaşça”
Bu durumda ne yapmalı?
Öncelikle yeni yönetim yapısını oluşturmada acele etmek ama aceleye de getirmemek gerek.
Kadim bilgelik “acele et ama yavaşça” diyor (Roma İmparatoru Augustus’a atfedilen söz). Suriye’de devletin yeniden inşası sürecinde bu sözün anlamı şu olabilir: Odağı kaybetme, başka işlerin bunun önüne geçmesine izin verme, her şey iyi görünse bile bu sorunu çözmek için istikrarlı biçimde adım atamaya devam etmeyi ihmal etme ve sündürme.
Güven inşa etmek, anayasa ve beraber yaşamanın çerçevesini somutlaştırmak
Suriye’de yeni dönemdeki tartışmalardan biri de anayasa olacak. Kısa zamanda ideal bir anayasa üzerinde uzlaşmak mümkün olmayabilir. Ancak öyle bir durumda dahi anayasa konusunu bir engel olmaktan çıkarmak mümkün.
Bu anlamda aslında bütün mesele, çocuğun anası olabilmekte.
Eğer Suriye’nin tüm renklerini bünyesinde toplayabilen, birbirine güven duymayan ve intikam almak isteyen ailenin tüm fertlerini çocukların annesi gibi bir araya getiren bir iradenin egemen olduğu, yeni dönemde kuruluş çalışmalarını onun yürüttüğü şeklinde güçlü bir kanaat hâkim olursa, şaşırtıcı bir biçimde devletin şekli, rejim ve anayasa tartışmasının önemini kaybettiği ve görülecektir.
Eğer bu olmazsa, dünyanın en ideal anayasa yapımı bile sorunları çözmeyecektir.
Talepleri uzlaştırabilmek
Bunu yapmaya çalışırken en uzlaşmaz görünen talepleri uzlaştırmak mümkün olabilir mi?
Her zaman değil ama evet, mümkün olabilir.
Birlikten yana olmakla da iş bitmiyor. Devletin yapısı üniter mi, federal mi konfederal mi olacak? Bu konuda da bir karar vermek gerekiyor.
Merkeziyetçiliğin sorunlarından kurtulmanın da tek yolu yok. Bunun üniter sistem içinde de pek çok ara kademesi var.
Bazen birlik için merkezi ve tek biçimli yönetim yapısında ısrar etmemek doğrudur. Farklılıkları tanıyarak onları bir uyum içinde bir arada yaşatmak birliği de güçlendirir.
Üniter sistemin kendi içinde ve onunla federal sistem arasında da ara formlar var. Kimi zaman toplumlar bu sınırı aradan bir yerden de geçirebiliyor.
“Üniter devlet” ile “ülke bütünlüğü” birbirine karıştırılmamalı
Bölünmekten yana olmamak zorunlu olarak üniter devlet formunu savunmayı gerektirmiyor. Ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunmanın tek veya en iyi yolu da üniter sistem olmayabilir.
Yani ülkenin bütünlüğü ile devletin üniter olması arasında da bir ayrım yapmamız, bu ikisini birbirine karıştırmamamız gerek.
Bazı Dürzi grupların İsrail ile işbirliği yapmasının hiçbir açıklaması olamaz elbette. Bölgedeki varoluşlarını ırkçı ve yayılmacı bir devlete bağlamak ve onun yayılmacı emellerinin aracı olmayı içine sindirebilmek, ahlaki bakımdan kabul edilebilir olmadığı gibi, birlikte yaşamanın zeminini de tahrip edici bir tercihi ifade ediyor. Baas rejimi altında 50 yıl boyunca susup, şimdi onu devirip Suriye’de yeni bir sayfa açan ve herkesin özgür biçimde içinde yer alacağı bir ülke iddiasında bulunan bir iradeye şans vermeyenlerin tutumu makul değil.
Ama buradan hareketle Dürziler hakkında indirgemeci yorumlar yapmak yanlış. Suriye’de ve Lübnan’da Dürzilerin çoğunluğunun İsrail İşbirlikçiliğini onaylamadığı çok açık. Ama çoğunluğu onaylasaydı ve beş kişilik bir Dürzi grubu kalsaydı bile, onların da bugünün ve geleceğin Suriye’sinde onurlu biçimde içinde yerlerini alabilecekleri bir düzeni kurmak gerekirdi.
Birliğin en garantili yolu
Birliğin garantisi, bir dış gücün, mesela yabancı bir devletin ülkedeki bir toplum kesimine, “isyan et” dediğinde, onun “niye ki?” diye sormasını sağlamaktır.
Herkesin hukukunu koruduğu, kendi dini, etnik ve kültürel haklarını garanti altına aldığı, merkezi hükümetin bu alanlara müdahale etmeyeceğinden emin olduğu bir sosyo-politik sistemin barış ve bütünlük açısından en garantili zemin olduğunu gönül rahatlığıyla tespit edebiliriz. Bu tespit, Kürtler, Nusayriler ve diğer tüm gruplar için aynı şekilde geçerlidir.
Birlik için merkeziyetçiliği tek çözüm sanmak veya gerçekçilik adına geçmişte yaşananlara takılıp gruplar hakkında özcü değerlendirmeler yapmak (“Bunlar öteden beri böyledir” gibi) doğru değil. Çünkü kimlikler de değişmez değil.
Ama değişmeyeceğini varsaysak bile, olabildiğince sorunsuz biçimde birlikte yaşamanın yolu yine aynıdır.
İki endişeyi anlayabilmek ve iki talebi uzlaştırabilmek
Elbette dünyadaki tüm sorunları çözemezsiniz. Ama eğer adil bir çözümü makul bir biçimde doğru iletişim diliyle sunabilirseniz pek çok sorunu çözebilirsiniz. Tıpkı Mevlana’nın “üzüm meseli”ndeki gibi, bazen insanlar üzerinde mutabakat sağlanabilecek bir konuda taştırıyor veya aynı talebi farklı biçimlerde ifade ediyor olabilirler.
Dürziler, Nusayriler, Sünniler ve Şiiler, Êzidiler, Araplar, Türkmenler, Süryaniler ve Yahudiler ne ister? Elbette her gruptan bir diğeriyle birlikte yaşamak istemeyen, çatışmayı çatışma, savaşı savaş adına isteyen unsurlar vardır. Ama ortalama insan böyle değildir. Herkes kendisi gibi olmak, kendisi olarak kalabilmek, dilini, dinini, kültürünü, inancını yaşamak ister; çocuklarını kendi değerleri doğrultusunda yetiştirebileceği, inancının gereklerini serbestçe yaşayabileceği bir atmosfer, onlar için bir gelecek ister. Yeni Suriye’den de bunu bekler. Devletin buna uygun biçimde tasarlanmasını ister. Çoğu kez ayrılıkçı talepler de bunun olamayacağına dair kaygılardan doğar. Evde mutlu olmayanın gözü dışarıda olur.
Yeni Suriye’deki başka bir kaygı ise bölünmeden bir arada barış içinde ortak bir gelecek tasavvur edebilmeyi ifade ediyor. Bu da makul bir talep. Özellikle de İsrail’in kendi çevresinde büyük ve güçlü devletler yerine hepsine ayrı ayrı diş geçirebileceği etnik, dini ve mezhepsel bakımdan bölünmüş devletler istediği bir sır değil. Bu anlamda bütünlüklü bir Suriye istemek de yanlış değil.
Bu durumda geriye iki talebi veya kaygıyı uzlaştırmak kalıyor. Bunun için özel bir keşif yapmaya gerek yok. Çeşitliliği tanıyan, koruyan ve onları kalıcı ve sağlam güvencelere bağlayan bir sosyo-politik düzen. Birliğe evet diyeceksek, bunu da herkesin kendi kimliğini devlette yok ettiği bir bulamaç gibi değil herkesin kendi tadını koruduğu bir aşure gibi tasarlamak gerek.
Bunun anlamı da tektipleştirici, düşünce, etnik kimlik ve inanç üzerinden homojenleştirici bir resmî ideolojiye dayalı devlet yerine (Bu konuda Suriye’nin bakıp ibret alabileceği bir komşusu var), herkesi kendi tadı ve rengiyle geniş birliğe katabilecek, halkı zorla dönüştürmeyi öngörmeyen bir anlayışa dayalı, vatandaşlarının tüm kimlik farklılıkları karşısında kör olan bir devlet. Burada da uzlaşmanın yolunu farklı yollardan giderek bulmak, dini ve seküler biçimlerde temellendirmek mümkün. Örneğin devletin herkesin diline, dinine, inancına (bu kapsamda inançsızlığına veya çoğunluktan farklı biçimlerde inanışına) uygun biçimde yaşamasının aracı olarak tasarlanmasının İslam’ın adalet ilkesinden liberal tarafsızlık ilkesine kadar çok yolu var.
Zarfa değil mazrufa bakmak
Yani zarfa değil zarfın içindekine bakmak. İsimlendirmelere değil içeriğe odaklanmak. Devletin İslam devleti veya laik devlet olarak isimlendirilmesine değil onun içinde din ve vicdan özgürlüğünün herkesi, ülkedeki en küçük inanç gruplarını ve en küçük azınlık olarak bireylerin haklarını garanti edip etmediğine bakmak gerek.
Nasıl bir devlet tahayyül edilirse barış daha sağlam olur?
Herkesin bir ülke olarak Suriye’ye yüklediği anlam farklı olabilir. Ona ahlaki bir beraberlik veya çok özel bir vatan anlamı yükleyenler de olabilir. Çok aşkın veya yüce de olabilir bu anlamlar.
Ama devleti esas olarak teknik bir mesele olarak görüp, onu herkesin barış içinde bir arada yaşamasının bir aracı olarak formüle etmek, herkesin “bu benim devletim” diyebileceği adil bir formda inşa etmek mümkün.
Bütün çeşitliliğiyle tek tek insanları değerli görüp, o beraberliğe bir anlam atfedip, devleti bunun hizmetindeki bir kurum bir araç olarak tahayyül etmek hem daha güçlü bir devleti hem de sosyal barışı daha güçlü hale getirmenin bilinen en iyi yoludur.
İşte bu beraberliğin orkestrasyonu, herkesin “bu benim devletim” diyebileceği bir devlettir.
Yeni bir başlangıç herkes için ihtiyaç
“Geçmişte Nusayriler Esat diktatörlüğünün harcı oldu. Onlara güvenilmez. Ahmed eş-Şara falanca örgütten geliyor. Ona güvenilmez. Şiiler İran’ın günahlarına ortak oldu. Onlara güvenilmez. Dürziler…”
Listeyi uzatmak mümkün.
Geçmişte yaşananlar geçmişin kötü olmasına sebebiyet vermişti. Ama geçmişte yaşananların bugünü ipoteği altına alıp geçmiş gibi yapmasına izin vermemek lazım.
“Hepimiz bir yerlerdeydik, başka bir yere geldik” diyor şair. Şimdi birinin “kötü bir rüya gördün, geçti artık” demesinin vaktidir. Ahmed eş-Şara’nın veya diğerlerinin nereden geldiğine bakacak olursak bunu yapacak kimse kalmaz. O yüzden söz konusu tüm aktörlerin bugün, şimdi ve yaptığına ve bugünkü işlevlerine odaklanmak gerek.
Evrensel tecrübeyi bilmek, izlemek ve ondan uygun olanı almak, bu tecrübenin ışığında Suriye’ye özgü hem her grubun hukukunu koruyacak hem de birliği sağlayacak bir modeli beraberce inşa edip hayata geçirmek gerek.
Aceleye getirmeden ama geç de kalmadan…