Ana SayfaYazarlarSevgili Erdelhun Paşa

Sevgili Erdelhun Paşa

 

Siz, idamla yargılanan ilk ve son Genelkurmay başkanımızdınız… 

 

Ne esaslı bir kişi olduğunuzu bilen pek yok. Paşalara, darbelere aşina insanlarımız darbelerle başa çıkmayı öğrendi ya, artık kader ve siyaset kalburunda, paşaları da eler, kalburüstü kalanları umarız unutmayız…

 

Ana babanız Romanya’da doğmuş, Osmanlının Erdelhun beyliğindenmişler.

 

Trakya göçü ardından siz Edirne’de dünyaya gelmişsiniz, 1894’de… Birçok dilin hakkından gelmişsiniz, iyi düzeyde İngilizce, Fransızca, Japonca, Almanca, Arapça ve Rusça bilmek yanında, Osmanlıca’ya da hakim olduğunuz biliniyor…

 

Çocuğunuz olmamış.(Japonya göreviniz sırasında oralı bir çocuğu evlad edinmişsiniz.) Eşiniz, Vasfiye hanım… Doksanın eşiğinde 9 Kasım 1983’de  ayrılıyorsunuz dünyamızdan. Tarihler de denk düştü, bunu bilmeden daha, bu Pazar mektubunu size yazmaya çok önceden karar vermiştim, rahmet olsun…

 

Topçu asteğmen rütbesiyle Harp okulunu bitirdikten ve batarya takım komutanlığı, yaverliği görevleri ardından 1917’de ilk büyük savaşta Kafkas çephesinde savaşıyorsunuz. 1914’İzmir silah komisyonunda görevliyken, 1921 Nisan’ında Anadoluya geçip, Milli Mücadeleye katılıyorsunuz. 1923’de Harp Akademisine girişten üç yıl sonra kurmay subaysınız.

 

45’te Tuğ, 47’de tümgeneralsiniz.52’de korgeneral, iki yıl sonra orgeneralsiniz. 2.Ordu komutanıyken 58 yılında Kara kuvvetleri komutanısınız.23 Ağustos 58’de de Genelkurmay başkanı…Darbeden  bir hafta sonra zorla emekliediliyorsunuz…

 

Gerekçe, darbe karşıtlığınız…

 

Kısa süren Genelkurmay başkanlığınızda, askerin siyasete karışmasına da karşıydınız, cuntaya da… Genç subaylardaki huzursuzluk, size rağmen yayılıyordu.Ordu içindeki darbeci eğilim, DP kadar,ordunun komuta kademesini de hedef alıyordu. 60 darbesini haberalınca başkent dışından kuvvet getirilmesi buyruğunu verdiniz.Ancak darbeci ekip, komutanlarının bu hamlesini  savunma bakanı Ethem Menderes ile boşa çıkardı.

 

Ethem bey, takviye kuvvetin rahatsızlık yaratacağına Adnan beyi inandırdı…

 

Kuvvet komutanları ve yirmi kadar generalle birlikte, 27 Mayıs’a bir hafta kala, Başbakan Menderis’i ziyaret ederek, bağlılık bildirdiniz.

 

Rüştü Erdelhun paşa, siz, askerin siyasete karışmasına ve askeri cuntalara karşı birisi olarak görevinız boyunca seçilmiş hükümetlerin yanında yer aldınız. Darbeyi önlemek için 27 Mayıs’ın bir gün öncesi, cuntacılarla birlikte subayları karargahta toplayıp, Balkan harbinden örnek verdiniz, ordunun ittihatçı ve itilafçı bölünmesi ve emir komutayla idarenin ters düşmesi sonucu, koskoca imparatorluğun nasıl parçalandığını anlattınız. Asker savaşmak bilirdi, bunu bilmesi gerekirdi, bunun dışında bilmedikleri ve rejimin onlara vermediği hakkı gaspetmek, suçtu.Demokraside seçim esastı, silahlı kuvvetler seçimle gelen hükümetin emrindeydi. Muhalefet seçim kazanırsa, ordu seçilerek gelecek yeni iktidarın emrindeydi.

 

Dediniz ki, ‘duyduğuma göre, altmış kadar subay Cumhurbaşkanlığı köşküyle Meclisi basarak istifa dayatacakmış.Ülkemizin en büyük değeri Silahlı Kuvvetlerimiz.

 

Bunun diğer maddi ve fiziki kıymetlerinden başka hassaten itaatkârlığı, hükümet ve milletime; kanunlarına riayeti sayesinde malıdır. (Silahlı Kuvvetlerde) Kıta ile veya kıtasız, cüzî ve küllî yapılacak böyle bir hareket, yukarıda Türkiye için değerli mal olarak ifade ettiğim biricik kıymetli Silahlı Kuvvetlerin bu değerini gaip etmesiyle (kaybetmesiyle) neticelenir. Sonra, demokrasiye ve seçime bir darbe olacak böyle bir hareketin milletin büyük ekseriyetince tutulmayacağından neticesi hüsran olur. 1941’de İkinci Dünya Harbi’nde Japonlar, Amerikalılarla anlaşmaya çalışırken silahlı kuvvetlerin tazyiki ile Pearl Harbor baskını yapılarak Amerika ile harbe tutuşmuş ve neticesinde mağlup olup kayıtsız şartsız teslim olmuşlardır. Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin Geminis hükümetine müdahalesi neticesinde İstiklal harbinde mağlup olmuşlardır. İtalyan ordusunun Mussolini ile faşizme kayması neticesinde silahlı kuvvetler siyasete girmiştir. 1935’te Japonya Silahlı Kuvvetleri bütçesinin zayıf tutularak gerekli askerî silah ve malzeme teçhizatının temin edilmemesi nedeniyle maliye bakanını öldürmeleri neticesi, Japonya’nın mali buhranlara uğramasına neden olmuştur.’

Bu konuşmanızdan 12 saat sonra 27 Mayıs günü gece saat 03’de tutuklandınız,Harp Okulu’na götürüldünüz. Aynı gün cuntacı subaylar size ‘Cuntanın lideri ol’ dediklerini şöyle anlatmışsınız:

‘27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin (27 Mayıs darbesi) benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükümete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilâlcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti. Bu ilgisine teşekkür ettim, fakat 15-20 saat evvel, yani dün Genelkurmay’da ihtilal aleyhine konuştuğumu ve böyle bir hareketi asla tasvip etmediğimi söylediğimi ve halen mevkuf olup, ne sıfatta olduğumu bile bilmediğimi, hayatım pahasına da olsa böyle bir dönekliğin kabil olmayacağını söyledim ve reddettim.’

 

Yassıada’da siz de yargılandınız, idam cezasına çarptırıldınız. Demokrasiye inanmak cezasız kalmaz… Bu ceza sonra ömür boyu hapse çevrildi. 1964 yılında Gürsel tarafından affedildiniz. Kayseri Cezaevi’nden ailenize yolladığınız mektuplarda: ‘Çok şükür ki görev yaptığım süre içerisinde orduyu siyasete karıştırmadım. Bizim hakkımızda tarih karar verecek.’

 

Dediniz.

 

Sonradan nicesini yaşattılar bize, Erdelhun Paşa, nicesini…İşgale kadar vardı, iş…

 

Ve siz , ilk darbeden, peşisıra idamdan dönüp, cunta mahkemesi marifetiyle demokrasiye bağlılığınızdan ötürü suçlu görülerek, tenzil_i rütbe ettirildikten, ölümünüzden sonra nice darbe, darbe hükmündeki kalkışımlardan, son darbeden ve işgalden sonra makamınızda ilk kez geçen yıl, ziyaret edildiniz. Askerler, üniformalı  geldi, saf durdu, selam verdi, mezarınıza çiçek koydu…9 Kasımda, Cebeci mezarlığındaki kabriniz başında onuncu Genelkurmay baş kanına saygı sundular. Rütbeleriniz 1966 ‘da geri verilmiş ise de,bu 2012’de kamuoyuna açıklamıştı.

 

Çabalarınız, ‘geliyorum’ diyen darbeyi durduramadı. 27 Mayıs günü 37 düşük rütbeli subay askeri bir müdahaleye kalkışıp, amaçlarına ulaştılar. Seçilmiş  hükümeti devirip, meclisi feshedip, Cumhurbaşkanını, Başbakanı ve hükümet üyelerini tutukladılar. Darbeci subaylar ( Milli Birlik Komitesi adını aldılar) daha sonra kendileriyle birlikte hareket etmeyen subayları Hükümet yanlısı ve darbe karşıtı oldukları için, tutukladılar. Tutuklananların başında Genelkurmay Başkanı olarak siz vardınız. Evinizi tanklar kuşattı, yalnızdınız, eşiniz attan düşüp sakat kalmıştı, hastanedeydi, kapınız dipçikle kırılarak gözaltına alınıp, tutuklandınız. Rütbeleriniz söküldü er yapıldınız, Yassıada'da sürekli dayak atılarak, aşağılandınız.

 

Kayseri Cezaevinde hapis yatarken, karar, ömür boyu hapse çevrildi. Sonrası malum, affedildiniz.

 

Ülkemizi yüz yıl geriye götüren, tarihe demokrasinin birinci ayıbı olarak geçen ilk darbe hepimize kıydı, size en fazla…

 

1'inci Dünya ve Kurtuluş Savaşı'na katılmış. ERDELHUN paşa siz; Harp Madalyası, İftihar Madalyası, İstiklal Madalyası ile Mecidiye Nişanı, Alman Demir Haç Nişanı ve Kore Meziyet Nişanı sahibi bir Genelkurmay başkanı olarak, İmralı’ya yüzbaşı Argun kumandasındaki subay ve erler arasında, elleriniz arkadan kelepçeli, götürüldünüz, rütbeleriniz sökülmüş, dayak atılmış olarak…Partili gibi yargıladı sizi Başol ve ekibi. Partiliymiş gibi gösterrmeye çalıştılar. Ordunun başındaki bir asker, emrindekilerin oylarıyla ölüm cezasına çarptırılıyordu.

 

Kayseri'deki cezaevi günlerinize tanıklık edenlerden biri de Demokrat Partili eski bakanlardan Rıfkı Salim Burçak anılarını derlediği kitapta sizle ilgili bölümlere de yer veriyor. Genelkurmay Başkanı olduğunuz 26 Ağustos 1958de, Ankarada büyük bir subay kitlesinin Halk Partisi'yle sempatize olduğunu, Ankarada teşekkül eden grupların hükümeti devirecek kuvvetleri elde edebilmek için kendi adamlarını kilit noktalara getirdiklerini, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderesin de buna farkında olmayarak göz yumduğunu söylemişsiniz. Personel tayin yetkisinin Genelkurmaydan alınarak Savunma Bakanlığı bünyesine alınmasını da ihtilale giden yolun önemli bir kilometre taşı olduğunu..

 

21-22 Mayıs gecesi Çankayaya çağrılmışsınız, sizden önce Garnizon Komutanı Selahattin Kaptan Paşa da Köşktedir. Tedbirler konuşulur. Siz, önlem olarak İzmitten ve Adapazarı'ndan 2. Tümeni Ankara’ya getirmeyi, Harbiyeyi Ankara dışına çıkarmayı önerirsiniz. Bu konuda fikrini amak için savunma Bakanı Ethem Menderes, onu makamına çağırınca şu  cevabı alır: ‘Eğer Erdelhun Paşa böyle birşey yaparsa işte o zaman ihtilal olur. Böyle bir hareket orduda ikilik yaratır. Bu sözleri söyleyen Selahattin Paşa meğer ihtilaciler tarafına geçmiş , bu zatı tanıyamamış olmanızın hata olduğunu söylüyorsunuz zaten.

Yassıadada yargılama süreci devam ederken Mahkeme Başkanlığından bir istekte bulunuyorsunuz; askeri mahkemede yargılamak, gerekçesi; bütün duruşmalarda burada görüldüğü veçhile bendenize suç diye isnad edilen şeyler, tamamen askeri mahiyettedir. Hükümetin umumi siyasetine genelkurmay başkanı sıfatı ile iştirak etmek veya ondan mesul olmak hususunda kanuni bir vasfım yoktur. Adalet Divanı'nın takdirleri ile yahut vazifesizlik kararı ile bunu istiyorum.’ Bu talebiniz, Yassıada yargılama sürecinde avukatarınız aracılığıyla iletilir. Ancak Başsavcı Egesel buna karşı çıkar ve eski genelkurmay başkanının bu talebinin yersiz ve mesnetsiz olduğunu ileri sürer, ‘değilim demesi kurtarmaz’…

 

Size yöneltilen suçlamalardan birisi de Kışlada Demokrat Parti propagandasını yapmak.

 

‘Ben Tugaya veda için gittiğimde Demokrat Parti için propaganda konuşması yapmadım. Benim bütün hassasiyetim ordunun siyasete ve politikaya karışmaması idi. Tabii birtakım hadiseler vardır, gençlik vardır, subaylar, askerler mütemadiyen heyecan halindedir. Ordu nihayet memleketin otoritesini temin edecek. Bu esnada İstanbulda birçok yabancı kimseler gelmiş, Nato Konseyi toplanmış. Çok hassas bir devre yaşıyorduk. Bu bakımdan subaylara politik işlere karışmamaları için nasihat ettim. Hükümetin kendileri lehine düşündüğü birçok hususları anlattım. Fakat asla Demokrat Parti lehine propaganda yapmadım. ‘ 

Ancak kendinizi ne kadar savunsanız, Demokrat Partili olmadığını ne kadar anlatsanız da, idama mahkum edildiniz. Darağacına gönderilen Menderes ve arkadaşlarının itibarlarını yıllar sonra iade edecek, Erdelhun Paşanın cenazesine de yüksek düzeyde katılarak bir bakıma özür dileyecekti. Ancak siz, Yassıada’nın izlerini ömrünüzün sonuna kadar silememiş ,cezaevinden çıktıktan sonra münzevi bir yaşamı yeğlediniz. Siyasetten, politikadan ve sosyal yaşamdan kendinizi soyutladınız. Demokrat Partili olmakla yargılanmış ama hiç bir zaman siyasete girmemiş, politikaya karışmamış biri olarak, gelen bütün siyaset tekliflerini de geri çevirdiniz. 

 

15 kişilik idamlıklar listesindeydiniz. 15 Eylül günü , 8 gün kalacağınız İmralı'ya sevk edilince, Menderes ve iki bakanın idamlarına cezaevi duvarlarının ardından tanık oldunuz.

 

Ağabeyiniz Cavit Paşa, Atatürk döneminde Kars mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde görev yapmış. Darbeden sonra maddî sıkıntı çektiniz, bunu kimseyle paylaşmadınız.Emrinde on binlerce askeri olan bir Genelkurmay Başkanıyken. 26'ı Mayıs'ı 27 Mayıs'a bağlayan gece "Saat 3.30… Çankaya'dan Cumhurbaşkanı, yaveri Yarbay M.Tayyar'ın telefonu ile uyandım. Köşkün arkasından sesleri gelen tankların emniyet birliklerine ait olup olmadığı soruluyordu. Eşim rahatsızlığı nedeniyle Almanya'da hastanede olduğundan evde yalnızdım. Saat 3.45'te emir subayı Binbaşı Abidin Serpil, Harp Okulu'nun 21 Mayıs günü olduğu gibi nümayişe başladığını Genelkurmay dahil bütün binalara Harp Okulu'ndan nöbetçiler konduğunu ve bize ait otomobillerin çıkmasına müsaade edilmediğini bildirdi. Örfi İdare, Garnizon, Merkez ve Tümen Komutanlık telefonlarından cevap alınamıyordu. Çankaya'ya yaver Yrb. Tayyar'a telefon ederek Sayın Cumhurbaşkanına "Harp Okulu'nun nümayişe başladığını, görünüşe göre Örfi İdare, Emniyet ve Merkez Komutanlığı birliklerinin pasif kaldıklarını, Köşk arkasındaki tankların Harp Okulu nümayişçilerinin gösterisi olabileceğini, arabam olmadığından evden çıkamadığımı; Muhafız Komutanı Albay Osman Köksal'a savunma için emir verilmesini" bildirdim. Saat 4.30 olmuştu. Bu esnada Veteriner General  Uluç bir Harp Okulu subay talebesi ile kapıya gelmişler, benim telefon muhaverem esnasında kapı açılmadığından, dipçikle kapıyı kırmaya başlamışlardı."

 

Örfi İdare ve Genelkurmay Karargahı'nın da  Çankaya Köşkü gibi kuşatıldığını öğrenince endişeleriniz artıyor.  Çankaya Köşkü'nü arayarak elindeki kuvvetleri hareketlendirmek, hiç olmazsa Cumhurbaşkanı, Muhafız Alayı Komutanlığı'ndaki askerlere savunma emri vermek istiyorsunuz,oysa, Muhafız Alayı Komutanı Kurmay Albay  Köksal da cuntacı ekibin içindedir. Komiteci albay, ne kendisini ne Cumhurbaşkanı Bayar'ı dinler, cuntanın başlattığı darbenin en sıcak dakikalarını, yaşandığını anlıyorsunuz. Devletin kurumları Çankaya Köşkü, Genelkurmay Karargâhı, Başbakanlık, Meclis ve sıkıyönetim komutanlıkları işgal ediliyordur. Evinden çıkmaya hazırlanırken cuntacıların kapı kırarak içeriye girdiği   el yazısıyla kaleme aldığı notlarınızda şöyle anlatır:

 

"Esasen çıkmağa hazırlandığımdan elimde şapkam vardı. Harp Okulu'na gideceğim söylendi. Pekiyi dedim. Fakat General (Uluç) koluma girmek istedi, reddettim. Kapımın önünde bir tank ile bir Tomksav top ve makineli tüfekli jeeplerin sıralanmış olduğunu gördüm. Bu esnada teğmen, 'Satılmış adam!' diye bağırdı ve Tomsunu (yarı otomatik silah) bana tevcih etti (yöneltti). Jeepe binince General (Uluç), 'Dün Genelkurmay'da konuştuk ne idi, neler söyledin?' Harp Okulu öğrencisini göstererek, 'Bunları mı vurduracaktın?' dedi. Teğmen de 'Sen bize geçen sene hükümete destek ve imara yardımcı olmamızı söylemiştin' diye ekledi. General (Uluç) 'sen konuşma!' diye onu susturdu."

 

Bir grup cuntacı daha birkaç saat önce emri altında bulundukları Genelkurmay başkanının tek kelime etmesini bile istemez. Bakışlarda nefret vardır. Eller tetikte. Konutun kapısındaki koruma subayları da cuntacılara direnemez. Askerî cip, Paşa'yı Harp Okulu'na götürmek üzere yola çıkar.  "Harp Okulu'na gelince kapıda Okul Komutanı olarak General Sıtkı Ulay, Tomson'lu duruyordu. Jeepten inince o günün modası olan kola girmek pozunu General (Uluç) tatbik etmek istedi. Ben, 'Okul Komutanı, bu da ne demek!?' dedim. O da Veteriner Paşasına 'Boş veriniz, general serbest gitsin' dedi. Bu suretle Harp Okulu şeref salonuna alındım. Derhal üstümde ne varsa, para ve saat; gömlek hariç her şey alındı."

 

Gün ağarmış, radyoevinden okunan bildiriyle tarihe kara bir leke olarak geçen, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk darbesi ilan edilmiştir.

 

 "27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükümete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilalcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti.

 

Darbeci subayların size bu teklifi yaptıkları saatlerde en büyük korkuları Ankara ve İstanbul dışındaki komutanların karşı bir müdahale ile onları derdest etmesidir. Dönemin 3. Ordu Komutanı Ragıp Gümüşpala'nın "Şayet başınızda benden daha kıdemli bir ihtilal lideri yoksa 3. Ordu'ya Ankara'ya yürüme emrini verir, isyanı bastırırım." sözleri cuntacıları daha da korkutur. Cuntacılar, Kara Kuvvetleri'nde ayrılarak emeklilik hesabı yapan Cemal Gürsel'i İzmir'den uçakla getirerek cuntanın başına geçirirler.

 

Er rütbesine indirildikten sonra, miras bir yere yaptırılan apartmandan kira alarak yaşıyorsunuz… Apartmanın adı :Kader…

 

Siz bir darbe ve  kaderin cilvesini gördünüz, Erdelhun Paşa, biz o gün bugün darbe/ muhtıra/ kalkışım ve işgal kadersizliğini yaşadık…

 

Sonunda sivil kuvvetler, silahlı kuvvetleri altetti.

 

Artık rahat uyuyabilirsiniz…

- Advertisment -