Beş sene önce bir Ağustos akşamı Beyrut’un kuzeydoğusundaki Rabieh semtinde eşi benzeri görülmemiş bir telaş vardı. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Beyrut limanında yaklaşık 2,700 tonluk amonyum nitrat yüklü bir geminin alev almasıyla gerçekleşen 218 kişinin öldüğü, 300,000 insanın evini terk etmek zorunda kaldığı ve 15 milyar dolarlık hasarın ortaya çıktığı Beyrut Patlaması’ndan sonra ikinci kez Lübnan’a gelmişti.
Macron bu sefer beklenmedik bir şekilde, altı yıl boyunca limanda gerekli güvenlik tedbirleri olmadan patlayıcı bir maddenin tutulması, sorumluların ortaya çıkarılmaması ve yolsuzluk iddialarıyla yıpranmış, istifasını kısa bir süre önce açıklamış hükümet yetkilileriyle görüşmemiş, Beyrut’a iner inmez Lübnan’ın ve Ortadoğu’nun en popüler müzisyeni Feyruz’un Rabieh semtindeki evine gitmişti.
Feyruz, doğduğu zaman Lübnan’ın manda ve himayesinde olduğu Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron’u evinde ağırlamış, Macron’a eski Kudüs müftüsü Emin el-Hüseyni’nin ressam torunu Jumana el-Hüseyni’nin “Kudüs” adlı bir resmini hediye etmiş, 85 yaşında bile Filistin’e dair bir mesaj vermeyi ihmal etmemişti.

Jumana el-Hüseyni’nin Kudüs’ü anlattığı resimlerinden biri.
Birlikte yenen hoş sohbet akşam yemeğinin ardından Macron, Feyruz’a Fransa’nın en yüksek onur nişanı olan Légion d’honneur’u takdim etmiş, farklı mezheplerden, kimliklerden herkesin severek dinlediği, hayranı olduğu Feyruz’u honore ederek siyasetten, devletten umudu kesen Lübnanlılara birlik ve beraberlik mesajı vermek istemişti. Başkentteki bir limanda patlayıcı maddelerin tedbirsiz bir şekilde bekletilmesi, ülke ekonomisini yerle bir eden bir felakete göz yumulması herkesin umudunu sıfırlamıştı. Patlama büyük bir rezalet ve felaketti. Lübnan devletini adeta işlevsizliğinin röntgenini çekmişti.

Fransız heyetinde yer alan Fransız Akademi üyesi Daniel Rondeau’nun anlattığı ve Lübnanlı gazeteci Soulayma Mardam Bey’in aktardığı üzere, Feyruz akşam yemeği sırasında endişeli bir şekilde Macron’a “Umudunuz var mı?” diye sormuş, Macron’un yanıtı ise “Bu geceden itibaren var diyelim mi?” olmuştu. Feyruz kendisinin bu umudu büyütmek için ne yapabileceğini sorunca ise Macron “Kararlı durun. Lübnan’ı seven insanlar sizin özetlediğiniz, fakat hiç var olmayan bir Lübnan hayali kuruyor” demişti. Feyruz ise Macron’a itiraz etmiş: “Böyle bir Lübnan vardı, artık yok. Evet savaş bitti ama asla barış gelmedi. 50 yıl geçti. Savaş daha iyidi, ülke boğulmamıştı, bombardımanlar bizi bugün kıyamete götüren liderlerden çok daha merhametliydi.”
Yıllardır kamuoyuna açıklama yapmayan, sahneye çıkmayan, söyleşi ve demeç vermeyen Feyruz’un yayınlanan fotoğraflarla hayranlarıyla buluşmasını sağlayan bu ziyaret, Macron ve Feyruz arasında Lübnan kimliği ve hayali üzerine çarpıcı bir diyaloğa vesile olmuştu.
Aslında Feyruz ve mensubu olduğu Rahbani ailesinin salonları bu tür tartışmalara pek de yabancı değildi.
Feyruz’un salonu: Lübnan cumhuriyeti
Gerçekten de Feyruz ve besteci eşi Assi Rahbani’nin oturma salonları, özellikle Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu Doğu Beyrut’un adeta kültür yuvasıydı. Feyruz’un kendisi gibi şarkıcı, eşi Assi Rahbani ve amcaları gibi besteci oğlu Ziad Rahbani’nin ailesinin oturma salonunu “cumhuriyet” diye tanımlaması oldukça normaldi. Ünlü şairler, siyasetçiler, gazeteciler, düşünürler ve yazarlar; Arap milliyetçiliği, Lübnan’ın geleceği, İsrail ve mezhepler arası çatışmaları konuşmak için Feyruz ve eşi Assi Rahbani’nin salonunda toplanıyor, şiirler, siyasi tartışmalar, mezhepler arası gerginlikler ateşli ama ilgi çekici sohbetlerin mezesi oluyordu.

Feyruz ve Ziad Rahbani
Ziad Rahbani de tam da böyle bir atmosferde büyümüş, çeşitli Arapça kelimelerin anlamı, Lübnan üst kimliğinin ve kültürünün inşaası üzerine tartışmaları, babası ve amcalarının oturup saatlerce şiirlere besteler yapmasını izlemiş; daha küçük bir çocukken şiirler, tiyatro senaryoları yazmış, teyzesi ve annesi için şarkılar bestelemişti.
Fakat bu salonda Ziad’ın ilgisini çeken tek şey müzik değildi. Ziad, konuşulan siyasi meselelere de fazlasıyla meraklıydı. Bu nedenle 12 yaşında küçük bir çocukken babasına Hıristiyan Maruni milislerin ordusuna vatana hizmet etmek için katılmak istediğini söylemiş, babası “seni de, vatanı da …” diyerek Ziad’ı terslemişti. Bu küçük diyalog Ziad ile babası Assi Rahbani’nin hayat karşısında duruş farklılığının da küçük bir fragmanıydı.
Zira her ne kadar 2020’de annesinin Macron şerefine evinde verdiği yemeği Batı karşıtı solcu duruşu nedeniyle boykot etmiş olsa da Ziad, Feyruz ve Rahbani kardeşlerin temsil ettiğini ileri sürdüğü “Lübnan ütopyasının” yapaylığı konusunda Macron ile aynı taraftaydı.
Feyruz, Mardin göçmeni Ortodoks bir Süryani babanın, Maruni Katolik bir annenin kızıydı. Feyruz, kariyerinin ilk yıllarında birbirinden yetenekli Arap Ortodoks Assi ve Mansur Rahbani kardeşlerle (bir diğer kardeş Elias Rahbani de çok yetenekli bir besteci) tanışmış; kısa bir süre sonra Assi Rahbani ile evlenmiş ve bu üç yetenekli müzisyen birlikte bugüne değin dünyanın dört bir yanında Arapların sabah kahvelerine eşlik eden birbirinden güzel şarkılar yayınlamış, binlerce kişinin izlediği müzikaller ve konserler düzenlemişti.

Feyruz ve eşi Assi Rahbani
Rahbani kardeşler ve Feyruz, Hıristiyanların yoğun yaşadığı dağlık doğu Lübnan kırsalının pastoral hayatını, hikayelerini ve kültürünü yansıtan şarkılar besteliyordu. Elbette bu şarkılar Lübnan’ın tüm kesimlerine hitap ediyor, Feyruz ve Rahbani kardeşler özellikle Kudüs, Filistin’in işgali konusunda tüm Arap müzisyenlere örnek ve milat olacak şekilde çok etkili ve çarpıcı klipler çekiyor, şarkılar hazırlıyor, konserler düzenliyordu. Fakat Lübnan’ın kaderi, Rahbani kardeşlerin resmettiği gibi insanların mezhep çatışmalarından uzak yaşadığı “pastoral” temiz bir dağı köyü hikayesinin ötesindeydi.
Ziad da ailesinin salonunda harmanlanan bu pastoral hikayeye inanmayanlardı. Ziad’a göre Lübnan’ın gerçek hikayesinin baş kahramanları 15 yıl süren korkunç bir mezhep iç savaşı, yolsuzluğa boğulmuş etkisiz bir hükümet, korkunç bir ekonomik eşitsizlik, İsrail’in işgali nedeniyle evsiz kalan Filistinliler ve Güney Lübnanlılar ve bütün bu karamsarlığa rağmen umutla, fikirle, sanatla, bir arada yaşama inadıyla doğduğu topraklara tutunan insanlardı.
Nitekim Ziad, babasının bestelediği hikayeye olan inancını daha küçükken kaybetmişti. Notre-Dame de Jamhour College gibi elit bir Katolik Cizvit okulunda okumasına, babasının özel aracıyla bir yerlere gitmesine rağmen gözü hep pencerenin ötesindeki yoksullarda, kendisi kadar şanslı olmayan çocuklar da olmuştu.
Ziad’ın Macron’la istemeyerek de olsa aynı noktada buluşmasına ise ne trajik ki yine Ziad’ı müzisyen yapan o salon vesile olmuştu. Ziad, 15 yıl sürecek olan Lübnan İç Savaşı’nın arifesinde bu salonda tüylerini ürperten bir görüşmeye tanık olmuştu. Feyruz ve Assi Rahbani çifti, salonlarını Suriye istihbaratı yetkililerine ve İsrail tarafından desteklenen sağcı Hıristiyan Falanjist milislerin liderlerine açmış; bu iki birbirine benzemez grup bu salonda Doğu Beyrut’ta bulunan Tal al-Zaatar Filistin mülteci kampıyla ilgili tüyler ürpertici bir görüşme yapmıştı.
Lübnan İç Savaşı, İsrail’in desteklediği sağcı Hıristiyan Falanjist milislerle İsrail’in işgali ve baskıları nedeniyle nüfusu giderek artan Filistinli mültecilerin ve silahlı direniş örgütleri arasındaki gerginliğin artmasıyla başlamıştı. 1976 yılında Falanjistlerin Müslümanların yaşadığı Karantina semtini, intikam isteyen Filistinli örgütlerin Hıristiyanların yaşadığı Damour semtini basması ve iki grubun da sivilleri toplu bir şekilde katletmesi 15 yıl sürecek olan bir şiddet sarmalının kapısını aralamıştı. Falanjistlerin karşısında Osmanlı döneminin en etkin İttihatçılarından Dürzi siyasetçi Şekib Arslan’ın sosyalist oğlu Kemal Canpolat önderliğindeki solcu Müslüman ve Dürziler vardı. Canpolat ilkesel bir duruş sergileyerek taciz edilen Filistinli göçmenlerin yanında yer almıştı. Bir eli her daim Lübnan’da olan Esad rejimi ise normalde İsrail’in desteklediği grupların karşısında olması gerekirken kişisel bağlantılar, baba Esad’ın Filistin davasının önderi olarak Yaser Arafat’ın önplana çıkmasından rahatsız olması, Lübnan’ın Esad diktatörlüğüne nazaran demokratik solcu bir bakış açısıyla Canpolat ve Müslümanlar tarafından yönetilip güçlenerek gerçek anlamda bağımsız olma, bölgedeki otoriter ülkelere “kötü örnek” teşkil etme ihtimali ve bazı uzmanlara göre İsrail’in Hıristiyanları koruma gerekçesiyle müdahale etmesini engellemek, Marunileri himayesi altına alarak Batı nezdinde meşruiyet kazanmak istemesi gibi nedenlerle Maruni Falanjistler lehine iç savaşa müdahil olmuş ve Lübnan’ı işgal etmişti.
Kimin kimin evini bastığının belli olmadığı, herkes birbirini keserken aradan Hizbullah’ın güçlü bir silahlı örgüt olarak sıyrıldığı bu tuhaf kanlı iç savaşın en kötü olaylarından biri de Falanjist milislerin Hırıstiyan nüfusun yoğun olduğu doğu Beyrut’ta bulunan Tal al-Zaatar mülteci kampını basmasıydı.

Tal al-Zaatar mülteci kampı katliamından kısa bir süre önce Falanjist milislerin Filistinli göçmenleri toplu bir şekilde katlettiği Karantina katliamı. Filistinli bir kadın öldürülmemek için milislere yalvarıyor. Fotoğrafı çeken Fransız muhabir Françoise Demulder.
Falanjist milisler, Filistinlilerin kaldığı mülteci kampını basmış, yaklaşık 1500 kişiyi katletmiş, Filistinliler bir kez daha evsiz kalmış ve Müslüman mahallelerine doğru kaçmak zorunda kalmıştı. Bu korkunç katliam, Falanjistlerin Sunni ve Şii Müslümanları, Filistinli göçmenleri toplu bir şekilde hedef aldığı Sabra ve Şatila katliamlarının da bir provasıydı.

Ne var ki Esad’ın hesapları tutmamış, Suriye’nin işgali şiddeti veya İsrail’in işgalini durdurmamış; İsrail Filistinli örgütleri bitirmek amacıyla Lübnan’ı işgal etmiş, farklı gruplar ve mezhepler birbirini boğazlamış, 1989 tarihli Taif Anlaşması imzalanana kadar Lübnan’da şiddet sona ermemiş, Kemal Canpolat gibi birçok önemli siyasetçi ve lider suikastlere kurban gitmişti.
İşte böyle bir atmosferde, Ziad Rahbani sadece anne ve babasının anlattığı Lübnan hikayesinin yalan olduğuna değil; aynı zamanda kendi mahallesinin de iki yüzlülüğüne tanık olmuş; İsrail destekli Falanjist milislerle Suriye rejiminin kendi oturma salonunda muhtemelen Filistinli mülteci kampının kuşatılıp basılmasını planladıklarını görünce kendi kimliğinden uzaklaşmış, görüşmeyi gizlice kayıt altına almış ve kendisi gibi bir Arap Ortodoks olan ve arşivlerin açılmasıyla Sovyet istihbaratıyla çalıştığı ortaya çıkan Filistinli George Habash’ın kurduğu Marksist Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne bu görüşme kayıtlarını sızdırmıştı. Ziad Rahbani, kendi mahallesinin katkı verdiği bu mezhepçi katliam karşısında tepkisini koymuş, mahallesini sadece fikren değil, fiziken de terk etmeye karar vermiş, radikal bir karar alarak aile evini terk ederek Müslümanların yoğun bir şekilde yaşadığı Batı Beyrut’a taşınmış, her ne kadar Feyruz ve Rahbanilerin yaşananlarla bağlantısı veya görüşmenin içeriği belirsiz olsa da ailesiyle arasındaki mesafeyi kibar bir şekilde aralamıştı.

Ziad Rahbani
Ziad Rahbani yaşadığı bu tanıklıktan sonra, Feyruz ve Rahbanilerin aksine tarafsız olmayı, herkese hitap etmeyi, siyasetsiz kalmayı reddetti; önce Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne aktif destek verdi, örgüt için anonim şarkılar besteledi ve daha sonrasında son gününe kadar aktif ve tutkulu bir mensubu olacağı Lübnan Komünist Partisi’nin üyesi oldu, Hıristiyan kökenli bir Arap olarak Filistin davasının Lübnan’daki en etkili savunucularından birine dönüştü, hatta İsrail’in işgali karşısında büyüyen Hizbullah’la yakınlaştı, Hizbullah ve lideri Nasrallah’a yakın gazetelerde köşe yazdı, kamuoyunda Hizbullah’ı överek birçok insanı ters köşeye yatırdı.
Ziad Rahbani; kamuoyu önünde aktif siyasi tartışmaya girmekten özellikle kaçınan ailesinin aksine her türlü siyasi tartışmanın ön cephesinde yer alan görünür bir aydına dönüşmüştü.
Falanjistleri eleştirince sevindirdiği Sunnileri ve Dürzileri, Hizbullah ve sonrasında Suriye İç Savaşı sırasında Beşar Esad’ı destekleyince kızdırmış; farklı dönemlerde yaptığı farklı açıklamalarla farklı farklı kesimlerin tepkisini çekmeyi bir şekilde başarmıştı.

Fakat Ziad Rahbani’nin yeteneğine duyulan saygı da aynı annesi Feyruz ve Rahbani kardeşlere olan sevgi gibi 15 sene süren korkunç bir iç savaşta birbirlerini boğazlayan Lübnanlıların nadir uzlaştığı konulardan biriydi.
Bu nedenle büyük ihtimalle kızdırdığı, küstürdüğü insanlar bile Rahbani’nin bestelediği şarkılarda ağlamaya, sahneye koyduğu siyasi hicivlerde gülmeye, verdiği görkemli canlı konserleri dinlemeye devam etti.
Ne de olsa Ziad Rahbani, Feyruz’u yeniden kurgulayıp dirilterek, en önemlisi fil dişi kulesinen indirirerek Lübnanlılara verebileceği en büyük hediyeyi vermişti.
“Feyruz’u aydan indiren adam”
Eşi Assi Rahbani 1972 yılında beyin kanaması geçirip sağlığı kötüleşince, 17 yaşındaki Ziad Rahbani amcası Mansur Rahbani’nin sözlerini yazdığı “Sa’aloni al-Nas” (Bana seni sordular) şarkısını bestelemiş ve çok beğenilen bu besteyle babasının yerini doldurabileceğini bir nevi daha küçük yaştayken göstermişti. Feyruz’un 1979’da Assi Rahbani’den boşanmasa da ayrılması ve Rahbani kardeşlerle profosyonel bağını koparması üzerine Ziad babası ve amcasının yerini almış ve annesinin profosyonel hayatındaki yeni başrolü olmuştu. İç savaş boyunca ülkeyi terk etmeyen fakat ülkesinde sahneye çıkmayı da reddeden Feyruz, Rahbani kardeşlerden sonra üretim hususunda tıkanmışken Ziad Feyruz’u yeniden yaratmış, yeni bir dönemin kapılarını aralamıştı.
Ziad Rahbani, Ermeni bir müzikhol işletmecisi vesilesiyle samba jazz bossa nova müzik türünün ilk örneklerinden olan ve 1 milyondan fazla satan Brezilya yapımı Getz/Gilberto albümü ile tanışmış; bu tarzdan ilham alarak Lübnan’ın etnik ezgileriyle jazzı harmanladığı yeni bir özgün ses yakalamıştı.
1979 yılında Feyruz’un “Wahdon” albümünün yapımcılığını üstlenen Ziad, bu tarzı Feyruz’a da yansıtmış, bunun da ötesinde babası ve amcasının aksine Feyruz’u sokağa indirmişti. Küçüklüğünde yaptığı bir otobüs yolculuğundan esinlendiği ve sıradan bir insanın uzun otobüs yolculuğunu anımsatabilecek olan “Al Bosta” (Otobüs) şarkısı bunun bir örneğiydi. “Lübnan’ın aydaki büyükelçisi” lakaplı Feyruz, bir yorumcunun dediği üzere Ziad Rahbani sayesinde aydan inmiş, otobüse binmiş ve halkın arasına karışmıştı. Nitekim “Al Bosta” şarkısı pastoral steril bir Lübnan ütopyasını değil, karışık ve sahici bir Lübnan otobüsünü anlatmış, ve sanırım bu nedenle de bugün bile gece kulüplerinde çalınan popüler bir hite dönüşmüştü:
“Otobüsün gürlemesinin eşliğinde
Seyahat ediyorduk
Hamlaya köyünden Tannourine köyüne
Hatırladım seni Alya
Ve gözlerini
Evimi başıma yıkan gözlerin
Ah Alya ne de güzeller
Yolculuk ediyorduk
O kavurucu sıcakta ve yorgunluk
Kimisi marul yiyordu
Kimisi incir yiyordu
Bir tanesi vardı ki karısıyla birlikteydi
Karısı her ne kadar çirkin olsa da
Şanslılar!
Zihinleri ne de boş
Tannourine yolcularının
Senin gözlerini bilmiyorlar
Ah Alya ne de güzeller”

1991’de annesi için yazdığı “Kifak Inta” (Nasılsın?) şarkısı da hiçbir şekilde önceki “masum” şarkılara benzemiyordu. Herkesin hayranlıkla baktığı, rol model olarak gördüğü Feyruz, oğlunun yazdığı bu şarkıda yıllar sonra evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş bir adama aşkını ilan eden bir kadını anlatıyordu. Şarkı tepkiyle karşılanmış ama etnik jazz tınısıyla, duru sözleriyle ve Feyruz’un muhteşem sesiyle modern klasiklerden birine dönüşmüştü:
“Nasılsın?
Şimdi çocukların olduğunu söylüyorlar
Gerçekten ülkeden çıktığını sanıyordum
Nasılsın?
Şimdi çocukların olduğunu söylüyorlar
Gerçekten ülkeden çıktığını sanıyordum
Ah, ülke umrumda mı! Tanrı çocukları kurtarır
Ahh, nasılsın? Canımsın sen.”
Ziad, Feyruz’u dağ köylerinden, ovalardan almış, şehirdeki ülkenin kaosuyla, iç savaşla uğraşan, hayatın olağan akışının telaşında otobüsle tıkış tıkış bir yerlere gitmeye çalışan insanlarla, evli bir adama olan aşkını unutamamak gibi konuşulmayan ama sokağın da gerçeği olan tabularla tanıştırmıtı. Ütopyaların Feyruz’u belki de tam olarak Ziad sayesinde gerçekten Lübnan’ın ta kendisi olmuş, bugün bile gençler tarafından dinlenen bir sanatçıya dönüşmüştü.
Ziad sadece Feyruz ile çalışmadı, birçok genç sanatçıya destek verdi, Lübnan’ın Madonnası gibi isimlerle de çalıştı. Fakat en önemlisi kendi ismiyle de çok önemli eserlere imza attı. Kendi özgün tarzını en iyi yansıtan 1985 tarihli “Houdou Nisbi” albümü bunun en iyi örneklerindendi. Hiç şüphesiz en ünlü eseri de maddiyattan uzak sade ve sahici bir aşkı anlattığı “Bala Wala Shi” (Tek bir şey olmadan) şarkısıydı:
“Tek bir şey olmadan
seviyorum seni
Tek bir şey olmadan…
Bu aşkta para yok
Ne de lira
Ne de topraklar
Hatta hiç mücevher bile yok
Gel, gölgede oturalım
Kimse buranın sahibi değil
Biraz düşün ve beni sev
Tek bir şey olmadan
sadece sen.”
Ziad ilk tiyatro senaryosunu 18 yaşında sahneye koymuş, iç savaş sırasında yaptığı radyo programlarıyla hicvi eleştiri tarzını Lübnanlılarla tanıştırmış, savaş tüm şiddetiyle devam ederken Lübnan’daki mezhepçilik ve devletin iflasını anlatan siyasi içerikli tiyatro eserleriyle herkesin dikkatini çekmişti. Yeri geldiğinde desteklediği solcularla da dalga geçiyor, özellikle 1980 yapımı “Bir Amerikan filmi” adlı tiyatroyla Lübnan’ın yaşadığı sorunların hepsinin dış güçler kaynaklı olduğu fikrini ters yüz ediyor, Hıristiyanından Müslümanına her mahallenin radikalini eleştiriyor, yolsuzluk ve yoksulluk temalarını işliyordu.
Ziad Rahbani’nin bu siyasi hiciv tiyatroları bugün Youtube üzerinden hâlâ izleniyor, bu oyunlar için bestelediği siyasi içerikli şarkılar hâlâ dinleniyor.
Ziad Rahbani’nin mezhepçiliğe, ekonomik eşitsizliğe mahalle duvarlarını aşmış bir komünist olarak şarkılarıyla meydan okumasını en iyi gösteren parçası ise hiç şüphesiz “Ana Moush Kafer” (Ben Kâfir Değilim) şarkısıydı:
“Ben kâfir değilim
Kâfir olan açlık
Ben kâfir değilim
Kâfir olan hastalık
Ben kâfir değilim
Kâfir olan fakirlik
Kâfir olan zillet
Ben kâfir değilim
Senin için ne yapabilirim ki
Eğer hepsi toplanmış ise bende
Kimisi pazar ibadet eder
Kimisi cuma
Çalıştırırlar bizi
Hafta boyunca”
Ziad Rahbani’nin kronik karaciğer rahatsızlığı nedeniyle 70 yaşında veda ettiği Lübnan’a mirası sayısız şarkı, yepyeni bir Feyruz, bugüne bile izlenen siyasi hiciv oyunlarıydı. En önemlisi normalde siyasi konulara girmeyen, kimseyi eleştirmeyen, taraf tutmayan, Körfez ülkelerinin konserleriyle ve destekleriyle para kazanan, eğlence sektörüne odaklanan birçok Lübnanlı sanatçının aksine yaşadığı Lübnan ile anlattığı Lübnan arasında fark olmayan, Lübnan’a dair bir derdi olan bir sanatçı profili çizdi. Hatta yeri geldiğinde siyasi konularda sessiz kalan annesini de tartışmaların içerisine çekti, bir televizyon programında annesinin de İsrail’e karşı direnişi örgütlemesi nedeniyle Hizbullah ve Nasrallah hayranı olduğunu söyledi, Feyruz bu konu hakkında bir açıklama yapmadı, fakat solcu Dürzi Walid Canpolat gibi Hizbullah karşıtı isimler Ziad’ı Feyruz gibi ortak bir değeri gündelik siyasete bulaştırmakla suçladı. Büyük ihtimalle Lübnan’da tartışmalara sebep olan Feyruz’un 2008’de Şam’da sahneye çıkmasının da arkasında Ziad’ın desteği vardı.

Feyruz, 2008’de Şam’da bir opera sergiledi ve Lübnan’daki Suriye karşıtı isimlerin tepkisini çekti.
Fakat binbir türlü yolla, taktile kendisine benzetmek isteyip benzetemediği Feyruz’un da ötesine geçti. Ortadoğu’nun alışık olmadığı bir müzisyen profili çizdi. Hayatla bir derdi, bir kavgası olan ve bu kavgayı yaptığı şarkıya, esere yansıtan gerçek bir sanatçı oldu.
Ve sanırım tam da bu nedenle birbirine düşmesinden dolayı dertlendiği Lübnan’ı vedasıyla birleştirmeyi başardı; yan yana gelmeyecek onlarca kişiyi cenazesinde buluşturdu.

Vedası da şarkıları gibi Lübnan’ın farklı mahallelerini yatay kesen nadir olaylardan biri oldu, tıpkı babası Assi Rahbani vefat edince sadece cenaze kortejinin güvenli bir şekilde yapılması için iç savaşta ateşkes ilan edildiği gibi.
“Yarası olan adam”
Beyrut’un yazlık banliyösü Bikfaya’daki bir Arap Ortodoks kilisede düzenlenen cenaze törenine, her dinden, mezhepten ve görüşten insan katıldı. Lübnan Cumhurbaşkanı dışında devletin tüm üst kademesi kilisedeydi: Lübnan’ın Sunni başbakanı ve Uluslararası Adalet Divanı eski başkanı Nawaf Salam, Maruni First Lady Nehmat Aoun, Şii Meclis Başkanı Nabih Berri, Hizbullah sözcüsü ve Lübnan Komünist Partisi genel başkanı Hanna al-Garib, Lübnan’ın popüler sanatçıları ve müzisyenleri…

Ziad’ın cenazesi hastane morgundan farklı kesimlerden ve yaşlardan yüzlerce insanın sloganları, alkışları ve zılgıtlarıyla çıkmış ve kiliseye getirilmişti. 90 yaşındaki Feyruz’un kızıyla birlikte cenazeye gelmesi, sessizce tabutun önüne oturması, dua etmesi, ağlaması ve taziyeleri kabul etmesi ise binlerce kişiyi ekran başına kitlemişti. Feyruz 2020’deki Macron ziyaretinden sonra ilk kez kamuoyu önüne çıkıyordu.

Daha önce 17 yaşındaki çocuğu Layal Rahbani’yi beyin kanamasından kaybeden, diğer bir oğlu zihinsel ve bedensel engelli Hali Rahbani’ye hayatı boyunca bakan Feyruz cenaze törenine hayatını birlikte geçirdiği kızı Rima Rahbani ile katılmıştı. Rima Rahbani her anında annesinin yanında durup onu kollayarak bütün tören boyunca manevi bir kalkan ördü, Feyruz’u görmek ve sarılmak için gelen fazla “neşeli ve cenaze adabından yoksun” hayranlarını kibarca uzaklaştırdı.
Ziad’ı törende anlatan en iyi konuşmayı ise Maruni Piskopos Moussa yaptı:
“Ziad kendi içinde bir yara taşıyordu ve bu yara onu yenilikçi kıldı, acıdan insan yaşamı için bir ışık çıkardı. Hayatı boyunca bizimle ve gelecek nesiller için yaptığı şey buydu, bir fark yarattı ve hayatlarımızı ve toplumu dönüştürdü. Ziad derinlerde bir yerde gerçekliğimizi değiştirdi ve işin sonunda kırılmamıza izin vermedi. Bizimle birlikte ruhların dirilişini yaşadı ve bunu kelimelerle ve melodilerle patlattı.”
Moussa daha sonrasında Feyruz’a dönerek Diva’yı da teselli etmeye çalıştı:
“Bugün Ziad sizi terk etti ama sizin çocuğunuz çok. Bu ailenin çocukları her yerde, bu sesle, bu sözle ve çakmak taşını ateşleyen ve her yerde ruhlarda yeni umut ve iyimserlik yaratan bu anlamla uyuyor ve uyanıyorlar. Bayan Feyruz’a ve tüm aileye başsağlığı diliyorum. Geçen ve gelecek on yıllar boyunca tüm ulus için bir aile kurdunuz. Lübnan adında bir ulus, bir aile olduk ve hepimiz bu ulus için varız, böylece her zaman bizim olacak ve onu koruyacak, savunacak ve onun için güleceğiz.”
Maruni piskopos oldukça haklıydı, Feyruz, Ziad ve ailesi Lübnan’ı her şeye rağmen Lübnan yapmaya çalışan insanlardı.
Evet, gugün Türkiye’de olduğu gibi Batı’dan Ortadoğu’ya birçok insan devlet gücünün iflas ettiği, kronik hükümet krizleri yaşayan, birlikte yaşamayı bilen bir toplum olmayı başaramayan ve mezhep, kimlik sorunlarıyla uğraşan ülkeler için kanlı iç savaştan bakiye kalan “Lübnanlaşmak” kavramını kullanıyor.

Lübnan vatandaşların bankadan para çekemediği, devletin tam hakimiyet kuramadığı, silahlı grupların devletten bağımsız hareket edebildiği, iki yıl boyunca siyasi kutuplaşma nedeniyle Cumhurbaşkanının seçilemediği, devlet makamlarının ve meclisin mezheplere göre ayrıldığı bir ülke olarak hafızalarda.
Nitekim Ziad Rahbani’nin yakın bir arkadaşı cenaze töreninde Ziad’ın son zamanlarında İsrail’in saldırılarından, Gazze soykırımına Lübnan’daki siyasi krizlere her şeyi takip ettiği ve ülkenin, bölgenin sürüklendiği kötü durum karşısında tedavi olmayı reddettiğini belirtmişti.
Gerçekten de ne Lübnan’da ne Ortadoğu’da Ziad Rahbani’yi hayata tutunduracak bir gelişme mevcut. Özellikle de Gazze’de açlıkla katledilen insanların görüntüleri ve kimsenin İsrail’e engel olamaması karşısında.
Ne acı ki, Ziad Rahbani de ezbere konuşmayan, mahalle duvarlarını aşmayı başaran demokrat ve özgün her Ortadoğulu gibi uğruna hayatını verdiği hayallerini gerçekleştiremeden, tam olarak anlaşılmadan, derdini tam olarak anlatamadan çok sevdiği ve uğruna dert yüklendiği topraklara veda etti.
Fakat Ziad Rahbani’nin vedasının Lübnan’ı birleştirmesi, gencinden yaşlısına, Sunnisinden Ortodoksuna bütün Lübnan’ı yatay kesmesi, Le Monde’dan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne, Hizbullah’tan New York Times’a taziye mesajları yayınlatması, yurtdışındaki Lübnanlıların Lübnan lokantalarında toplanıp Ziad şarkılarını söylemesi, Beyrutluların müze duvarlarına yansıtılan konser kayıtlarına eşlik ederek Ziad’ı uğurlaması bir kez daha gösterdi ki ne Lübnan “Lübnanlaşmak” kelimesinden, ne de Ortadoğu sadece savaştan ve kandan ibaret.
Ziad Rahbani belki doğduğu topraklardan umudunu kesmişti. Fakat vedasıyla sadece Lübnan’ı birleştirmekle kalmadı, umudun ne olduğunu da herkese bir kez daha gösterdi.
Mahalle duvarlarını aşan, doğumla kendisine tayin edilen kimlikleri “ötekiyi” kesen birer kılıca dönüştürmeyen, kendisi kadar şanslı olmayanları düşünen, kavga etmekten kimsenin kafa yormaya mecali kalmadığı yoksulluğu dert edinen, ülkesinin sorunlarını çözümünü dışarıda aramayan, kavgasını hayatının her köşesinde sahici bir şekilde sürdüren, derdini ürettiği her yazıya, şarkıya, esere yansıtan, neyi savunursa savunsun sahiciliğini, özgünlüğünü yitirmeyen, yarasını ve ülkesini hep yanında taşıyan bir adam.
Feyruz’u aydan sokağa indiren, Lübnan’ı sahneye, söze, şarkılara taşıyan, Filistin’i yüreğinden eksiltmeyen bir müzisyen.
Ortadoğu, Lübnan, ve de doğduğumuz topraklar; küçümseyici ve genelleyici bir edasıyla Batılı bir oryantalisti andırıcı “Lübnanlaşmak”, “Iraklaşmak”, “Suriyeleşmek” gibi “korkunç, geri dönülemez bir distopyayı” betimleyen kelimelerle açıklanmaya yetmeyecek kadar farklı, özgün ve çeşitli.
150 bin insanın katledildiği bir iç savaşın içerisinden çıkan Ziad Rahbani bunun en büyük kanıtı.
Ziad Rahban’in hayatı ve vedası bu toprakların ihtiyacı olan fakat bir türlü fark edilmeyen o hikayenin ta kendisi.
Ve bu hikaye, Ziad Rahbani’nin vedasıyla sonlanmayacak.
İkna olmayanlar, Lübnan’ı “Lübnanlaşmaktan” ibaret görenler Ziad Rahbani’nin tabutunu sırtlanıp alkışlarla uğurlayan, Feyruz’un önünde büyük bir saygı ve sevgiyle taziye sırasına giren, eğilen Lübnanlıların görüntülerine bakabilir.
Bizi birbirimizden ayıran mahalle duvarlarını aşmaya hevesli yüzlerce Ziad Rahbani, bakan gözler, dinleyen kulaklar için oradaydı.
Lübnan’ın tam ortasında, Feyruz’un dizinin tam dibinde.
Tam da şimdi ihtiyacımız olan bir hikayenin ne kadar sonu gibi gözükse de başlangıcında, hatta belki de ilk satırında.
Fildişinden Notlar-
- Ne okudum?
Marietje Schaake- The Tech Coup: How to save democracy from Silicon Valley: Silikon Vadisi’nin nasıl devlete alternatif egemen bir güç olduğu ve demokrasiyi korumak adına bu güçle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini anlatan mükemmel bir kitap.
Antony Loewenstein-Filistin Laboratuvarı: İsrail’in teknoloji şirketleri aracılığıyla Gazze’de nasıl yapay zeka ve üst düzey teknolojik silahları, yazılımları denediğini ve dünyaya ihraç ettiğini anlatan çok çarpıcı ve özgün bir araştırma.
- Ne dinledim?
Ziad Rahbani’nin neredeyse bütün şarkılarını baştan sona dinledim. Mutlaka dinleyin. Allah rahmet eylesin.