Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISumud Filosunu bekleyen tehlike: Mavi Marmara’dan alınacak dersler

Sumud Filosunu bekleyen tehlike: Mavi Marmara’dan alınacak dersler

Mavi Marmara Davası’nın avukatlarından Doç. Dr. Ramazan Arıtürk, Gazze’ye üç günlük mesafedeki Sumud Filosu için önerilerini yazdı: “Mavi Marmara, 31 Mayıs 2010’da uluslararası sularda işlenen bir katliam. Ve o katliamın öğrettiği dersler, bu zamanlarda Sumud filosunun kaderini anlamamız için yol gösterici. Sumud filosu gemileri yol alırken karşılarında yalnızca dalgalar, rüzgârlar veya doğanın engelleri olmayacaktır. Onların karşısına, modern çağın en pervasız, en saldırgan, en haydut devletlerinden biri dikilecektir.”

Denizler insanlık tarihi boyunca sadece ticaretin ve keşfin değil, aynı zamanda adalet arayışının, direnişin ve vicdanın sahnesi oldu. Her gemi, her yolculuk, sadece yük değil; aynı zamanda bir fikri, bir umudu, bir davayı taşır. Bu bazen Akdeniz’in tuzlu sularında yol alan bir gemi, bazen açlıktan kıvranan bir çocuğun ekmek umudu, bazen hastanede ilaçsız bekleyen bir annenin duası, bazen de on yıllardır ablukalarla nefes alamayan bir halkın özgürlük hayalidir. Sumud filosu da böyle bir anlam yüklüdür: Gazze’de abluka altında yaşayan milyonlarca insana destek olmak, onların yalnız olmadığını göstermek, insanlığın vicdanına seslenmek. Ancak aynı zamanda bu filo, devletlerin korkularını, istihbarat ağlarının karanlık planlarını ve güç politikalarının acımasız yüzünü de karşısına alıyor yada devletlerin görünen görünmeyen yüzünü dünya kamoyuna ifşa ediyor.

Bugün Sumud filosunu bekleyen tehlikeleri konuşurken, yalnızca teknik risklerden değil; aynı zamanda haydut bir devletin, yani İsrail’in, uluslararası hukuku hiçe sayan, insan haklarını ayaklar altına alan, saldırgan ve vahşi pratiklerinden de bahsetmek gerekiyor. Çünkü Mavi Marmara, hafızamızdaki kanlı bir yara olarak duruyor: 31 Mayıs 2010’da uluslararası sularda işlenen bir katliam. Ve o katliamın öğrettiği dersler, bu zamanlarda Sumud filosunun kaderini anlamamız için yol gösterici. Sumud filosu gemileri yol alırken karşılarında yalnızca dalgalar, rüzgârlar veya doğanın engelleri olmayacaktır. Onların karşısına, modern çağın en pervasız, en saldırgan, en haydut devletlerinden biri dikilecektir.

Mavi Marmara: İnsanlığın hafızasında kapanmayan yara

31 Mayıs 2010… Akdeniz’in ortasında, uluslararası sularda, insanlık tarihine kara bir leke kazındı. Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara gemisine, İsrail komandoları helikopterlerle ve sürat botlarıyla saldırdı. Gemi, insani yardım gönüllülerinden, gazetecilerden, doktorlardan ve sivillerden oluşan yüzlerce insanı taşıyordu. Ellerinde silah değil; un, şeker, ilaç ve bebek maması vardı. Fakat İsrail’in gözünde bu insanların işlediği tek suç, ablukayı kırmaya çalışmak ve Gazze halkına nefes olmaktı. O karanlık gecede, İsrail komandoları gökten indiler ve gemiyi bir savaş alanına çevirdiler. Hedef alınarak ateşlenen silahlardan çıkan kurşunlar masum bedenlere isabet etti, insanlar ellerinde hiçbir savunma aracı olmadan öldürüldü. Uluslararası sularda işlenen bu katliam, aslında sadece Mavi Marmara’da bulunan sivillere değil, tüm insanlığa karşı işlenmiş bir suçtu.

Dokuz masum insan oracıkta hayatını kaybetti, onlarca kişi ağır yaralandı. Daha sonra bir gönüllü daha, ağır yaralarının etkisiyle hayatını kaybetti. Katliamın ardından İsrail’in sergilediği tavır, işlenen suçun vahşetini katbekat artırdı. İsrail devleti, katilleri korumakla kalmadığı gibi öldürülen insanları suçlu gibi göstermeye de çalıştı. Dünya medyasına “gemide silah bulundu” yalanlarını servis etmekten, gönüllüleri “terörist” gibi göstermekten çekinmedi. Oysa gerçeği herkes biliyordu: Gemide silah yoktu, militan yoktu, sadece yardım malzemeleri ve vicdan sahibi insanlar vardı. İsrail daha önce yaptığı tatbikat videolarını dünya medyasına servis ederek gemide bulunan masumlara iftira attı. Fakat servis edilen silah ve çatışma görüntülerinin daha önce yaptığı tatbikattan olduğu anlaşılınca bu haberi geri çekti ancak gemi mutfağında bulunan çatal, bıçak ve diğer malzemeleri silah diye utanmadan dünya medyasına servis etti. İsrail’in propaganda makinesi, gerçeği ters yüz etmeye çalıştı. Katili masum, masumu suçlu göstermek için akla hayale gelmedik yalanlar uyduruldu. Ama hiçbir yalan, Akdeniz’in ortasında öldürülen insanların kanını örtbas edemedi.

Uluslararası hukuk ve çifte standart

Mavi Marmara katliamı, uluslararası hukuk açısından da açık bir ihlaldir. Çünkü saldırı, uluslararası sularda gerçekleşmiştir. Bu, sadece bir ülkenin karasularında yaşanmış bir olay değil; tüm dünyanın denizlerinde işlenen bir suçtur. Buna rağmen, İsrail’e dişe dokunur bir yaptırım uygulanmadı. Katliamın üzerinden yıllar geçti, ama adalet hâlâ yerini bulmadı. Bu durum, İsrail’in haydut devlet kimliğini bir kez daha teyit etti. Çünkü haydut devletler, suç işlediklerinde cezasız kalacaklarını bildikleri için daha da pervasızlaşırlar. Mavi Marmara’dan sonra da İsrail aynı şekilde Gazze’ye saldırmaya devam etti, masum sivilleri öldürdü, çocukları hedef aldı.

Mavi Marmara bize üç acı ama önemli gerçek öğretti: a) İsrail zulmünde sınır tanımaz. Sivilmiş, kadınmış, çocukmuş hiçbir ayrım gözetmez. Uluslararası hukuku da, insanlık değerlerini de hiçe sayar. b) Zulüm için cesareti dünyanın sessiz kalışından bulur. c) Vicdani eylemler, bedel ödemeyi göze almayı gerektirir. Mavi Marmara’ya binen insanlar, sadece yardım götürmediler; aynı zamanda insanlık onuru için canlarını riske ettiler. İşte bu üç gerçek, bugün Sumud filosunu bekleyen tehlikeleri anlamamız için en önemli derslerdir. Çünkü tarih bize, İsrail’in aynı senaryoları farklı sahnelerde tekrar tekrar oynadığını gösteriyor.

Haydut devlet taktikleri

1. Satın Alma ve Çürüterek Teslim Alma; Bir hedefi etkisizleştirmek için ilk başvurulan yöntem, doğrudan kan dökmek değildir. Önce daha “sessiz” yollar denenir. Bir hareketin, bir liderin veya bir organizasyonun karşısına çıkar ve ona maddi imkanlar, makamlar veya cazip tekliflerle yaklaşır. Çünkü bilir ki, birçok insanın zayıf noktası paradır, itibardır, şöhrettir. Eğer bu yolla direnişi kırabiliyorsa, silaha hiç gerek kalmaz. Çünkü mesele, yalnızca düşmanı öldürmek değil; ona diz çöktürmektir.

2. İtibarsızlaştırma ve Psikolojik Savaş; Eğer herhangi biri satın alınamazsa, yapılacak iş onu toplumun gözünde itibarsızlaştırmaya çalışmaktır. Bu bilinen yöntem, Mavi Marmara örneğinde de açıkça görüldü. Katliamdan hemen sonra, İsrail medyası ve Batı’daki siyonist uzantıları, gemide bulunan gönüllüleri, organizatörleri “terörist” olarak damgalamaya kalkıştı. Gemideki yardım malzemeleri “silah” gibi gösterildi, gönüllüler ise “radikal unsurlar” olarak tanıtıldı. Bugün Sumud filosuna karşı da benzer bir psikolojik savaş yürütüleceğini öngörmek zor değil. Filonun organizatörleri ve gönülleri hakkında karalama kampanyaları artarak devam edecektir. Sosyal medya üzerinden sahte görüntüler servis edilecek, uluslararası kamuoyunda “bu insanlar terörist yaftası asılacak, bunlar aslında yardım değil, silah taşıyor” algısı yaratılmaya çalışılacaktır.

3. Tehdit, Şantaj ve Açık Baskı; Diğer bir taktikse, muhalif görülen kişilerin özel hayatlarının deşifre edilmesi, zaaflarının kayda alınması ve gerektiğinde şantaj malzemesi olarak kullanılmasıdır. Bir liderin gizli görüşmeleri, özel ilişkileri, ailevi zaafları… Mesela, Epstein dosyası içinde adı geçen siyasilerin, devlet adamlarının ve dünyaya yön veren şirket sahiplerinin çaresizliğine bakınca bu yöntemin ne kadar etkili olduğu anlaşılmaktadır.

4. Suikast ve Fiziksel Yok Etme; Eğer tüm bu yöntemler sonuç vermezse, sıra en kanlı ve en doğrudan yönteme gelir: Fiziksel Yok Etme. Mavi Marmara olayında ise bu taktik kitlesel hem de bireysel ölçekte uygulandı. İsrail askerleri, belirlenmiş hedeflerin fotoğraflarını ezberlemiş, gemideki hedefteki organizatör ve gönüllüleri doğrudan öldürmeye çalışmıştır. Bu, planlı bir infazın açık göstergesiydi. Halen daha yaşayan organizatör ve gönüllüler suikast tehdidi altında yaşamaktadırlar.   Bugün Sumud filosu yola çıkarken, onun organizatörlerinin ve ön safta yer alan gönüllülerinin hedef listesinde olduğundan hiç şüphe yoktur.

5. Medya Manipülasyonu ve Sahte Senaryolar; Katliamlardan sonra, olayları ters yüz eden sahte görüntüler, montajlanmış videolar, düzmece raporlar dünya kamuoyuna servis edilir.Mavi Marmara’dan sonra bunu çok açık gördük. Askerlerin yanlarında gizlice getirdikleri bazı silahlar, paslı bıçaklar ve metal çubuklar, sanki gemideki gönüllülere aitmiş gibi sergilendi. “İşte bunlar bize saldırdılar” denildi. Halbuki ortada bir orantısızlık vardı: Bir tarafta dünyanın en modern ordusu, helikopterler, otomatik silahlar; diğer tarafta ise ellerinde sadece kamera, mikrofon ve insani yardım kutuları olan gönüllüler.Bu manipülasyon, Sumud filosunda da karşımıza çıkacaktır. İsrail, müdahaleden önce bir tatbikat yapacak, tatbikat görüntülerini ise “gerçek müdahale” gibi servis edecektir. Gemide bulunmayan silahları fırsat bulurlarsa gemiye gizlice yerleştirip sonra “biz bulduk” diyecektir. Ve uluslararası kamuoyunu yanıltmak için medya üzerinden büyük bir yalan kampanyası başlatacaktır.

6. Biyolojik ve Kimyasal Tehditler; Filistin topraklarında denenmiş bazı silahlar, yasaklı mühimmatlar ve kimyasal maddeler, masum sivillere karşı defalarca kullanılmıştır. Gazze’de yanıklarla, kanserle boğuşan çocukların bedenleri, bu gizli savaş yöntemlerinin kanıtıdır.Dolayısıyla Sumud filosunun karşısında yalnızca mermiler ve botlar olmayabilir. Gemideki insanları hasta edecek, direncini kıracak yöntemler devreye girebilir. Kan ve doku örneklerinin alınması, daha sonra biyolojik silahların kişiye özel şekilde kullanılabilmesi ihtimali, İsrail’in nasıl şeytani bir planlama içinde olduğunu gösterir.

7. İşkence ve Gözaltı Politikaları; Mavi Marmara’dan sonra gözaltına alınan gönüllüler, İsrail hapishanelerinde ağır muamelelere maruz bırakıldılar. İşkence, psikolojik baskı, uzun sorgular… Bugün Sumud filosuna yapılacak muhtemel müdahalenin ardından da aynı tablo karşımıza çıkacaktır. Gözaltına alınanlar kan ve doku örnekleriyle arşivlenecek, işkenceyle sindirilmeye çalışılacak ve uzun süre ailelerinden, avukatlarından koparılacaktır.

Sumud Filosu’nu bekleyen karanlık senaryolar

Sumud filosunun yola çıkışıyla birlikte sahneye çıkan tehditler, tek bir şablona sığmaz. Bunlar eşzamanlı, aşamalı ve birbirini tamamlayan bir saldırı paletini oluşturabilir. Her bir unsur, hem fiziksel hem de psikolojik bir yıkım mekaniği taşır. Mavi Marmara örneğinden yola çıkarak İsrail’in Sumud filosuna neler yapabileceğe gelirsek; 

1) Önceden Planlanmış Sabotaj ve İçeriden Sızma

Filoların limandan ayrılmadan önce maruz kaldığı sabotajlar, küçük teknik arızalardan geminin itici güç sistemlerine (motor, yakıt tedariki, rotasyon mekanizmaları) yönelik örtülü müdahaleler olduğunu biliyoruz. Ancak asıl tehlike, içeriden sızma ve “ajanın” devreye girmesidir: Filo içine Mossad tarafından adam sızdırılması veya satın alınması ihtimalini her zaman göz önüne alınması ve çok dikkatli olunması gerekmektedir. Gemideki bir kişinin, bilinçli ya da zorlanmış olarak kritik bilgileri İsrail ile paylaşması veya önemli cihazlara zarar vermesi, GPS sinyallerini manipüle etmesi ya da iletişim hatlarını sabote etmesi ihtimaline karşı yolcuların çok dikkatli olmasını gerektirir. Mavi Marmara öncesinde ve sonrasında yaşanan teknik/lojistik zorluklar ile Sumud filosu etrafında rapor edilen tacizler, bu tür hazırlıklı eylemlerin mümkün olduğuna işaret etmektedir. 

2) Hava ve Deniz Tacizleri Dronlar, Helikopterler, Kuşatma

Modern deniz harp pratiği, yalnızca gemilerin birbirini vurması değil; hava unsurlarının, dronların ve elektronik harp cihazlarının kullanımı üzerine kuruludur. Filoya yönelik dron tacizleri paniğe yol açar, iletişimleri keser, görüntü ve kayıt cihazlarını bozar, hatta küçük patlayıcı veya parlayıcı aygıtlarla fiziksel hasar verebilir. Dronların yanı sıra helikopterlerle yapılan sık uçuşlar, deniz araçlarıyla yakın temaslar ve radar kilitlemeleri filonun ilerleyişini durdurur veya onu tehlikeli bir bölgeye yönlendirebilir. İnsansız deniz araçları, denizaltılardan yapılacak atışlar ya da askeri balık adamların gemilere yapacakları tuzaklamalara dikkat edilmelidir. Özellikle bu saldırıların gece yarısından sonra yapıldığını tahmin etmek zor olmayacaktır. Global Sumud olaylarında çok sayıda dron tacizi ve patlama raporları, bu yöntemin pratikte de kullanıldığını göstermektedir. 

3) Gerçeğinin Değiştirilmesi: Sahte Delil ve Düzenlenmiş Görüntüler

Müdahale anında veya hemen öncesinde servis edilecek sahte görüntüler, montajlanmış videolar ve düzeltilmiş fotoğraflar, uluslararası algıyı hızla şekillendirir. Bir gemiye “gizlice” silah konulması, ardından bulunan silahların medyaya servis edilmesi; bir tanığın ses kaydının manipüle edilmesi, ya da operasyon sırasında çekilmiş bir tatbikat videosunun “gerçek müdahale” gibi sunulması mümkün manipülasyonlardır. Mavi Marmara sürecinde de bu tür manipülasyon iddiaları gündeme gelmiş, İsrail’in olay sonrasında “silah bulundu” türü anlatılarla meşruiyet sağlamaya çalıştığı kaydedilmiştir. Bu nedenle delil bütünlüğünün ve zaman damgasının korunması hayati önem taşımaktadır.

4) Hedefli İnfaz ve Kara Listeleme

İstihbarat birimleri hedeflerini belirlerken, sadece kimlikleri değil; aileleri, hareket planları ve kamu önündeki etkileri gibi verileri de toplar. Birçoğu için “infaz listesi” metaforu abartılı gelebilir. Ancak tarih örnekleri, muhaliflerin yurtdışında dahi hedef alınabildiğini gösterir. Bir filonun liderleri, organizatörleri ve tanınmış aktivistleri eğer “tehlikeli” sınıfına sokulmuşsa, onlar ya kamuoyunda “itibarsızlaştırma” yoluyla etkisizleştirilir ya da daha dramatik yöntemlerle susturulmaya çalışılır. Mavi Marmara’da belirli kişilerin hedef alınması ve öldürülmesi olgusu, bu riskin somut bir göstergesidir. 

5) Gözaltı, İşkence ve Bilişsel Savaş

Müdahale sonrasında gözaltına alınanların muamelesi, potansiyel bir ikinci saldırıdır. Fiziksel işkence, psikolojik baskı, uzun süreli hücre izolasyonu ve adli-bürokratik işlemlerle sindirme. Mavi Marmara sonrası gözaltına alınanların maruz kaldığı muamelelere dair raporlar, buna dair uyarıcı niteliktedir. Ayrıca, gözaltı sırasında alınan biyolojik örneklerin veya kişisel verilerin ileride nasıl kullanılabileceğine dair korkular, bu aşamada da önem taşır. Olası gözaltı sürecinin şeffaf ve uluslararası gözlem altında yürütülmesi için önceden hukuki ve diplomatik hazırlık gerekmektedir.

6) Kimyasal/Biyolojik Tehdit Senaryoları

En uç ve en korkutucu senaryo, denizde veya sonrasında devreye sokulabilecek kimyasal ya da biyolojik silahlardır. Bunların kullanılmasının hem uluslararası hukuk açısından hem de ahlaki açıdan kabul edilemez olduğu açıktır.  Bu nedenle tıbbi olarak hazır olma, mağduriyetin tespiti, hızlı müdahale ünitesi ve izleme sistemleri organizasyon için şarttır.

7)Medyaya Karşı Savunma ve Hakikat Mekanizmaları

Medyayı ve kamuoyunu kaybetmek, fiziksel bir yenilgi kadar zararlıdır. Çünkü meşruiyet kaybı, sonrasında yargı ve diplomasi düzeyinde de ağır bedeller getirir. Sumud filosu için medya savunması, yalnızca sosyal medya takımının aktif olması değil; aynı zamanda delil bilimi, an be an zaman tespiti ve damgası, bağımsız gözlem ve uluslararası hukuk uzmanlığı gerektiren kompleks bir işlemdir. Bu bağlamda; Zaman damgası & hash: Tüm görsel ve ses kayıtları çekim anında hash’lenerek orijinallikleri sağlanmalı ve bu hash’ler bağımsız üçüncü taraflarca doğrulanabilecek şekilde paylaşılmalıdır. Çoklu kayıt: Her olaya birden fazla bağımsız kayıt cihazıyla tanıklık edilmesi (gemi kamerası, cep telefonu, bağımsız gözlemci kamerası) manipülasyonu zorlaştırır. Bağımsız doğrulayıcılar yani uluslararası gazeteciler, akademisyenler veya uluslarası sivil toplum kuruluşlarının erken erişimle veri doğrulaması yapabilmesi için güvenli okuma havuzları oluşturulmalıdır.

Uluslararası yardım kuruluşları, insan hakları örgütleri ve tanınmış bağımsız hukukçularına filonun seyri esnasında anlık bilgi akışı ile olay anında tarafsız rapor sunma imkânı oluşturulmalıdır. Mavi Marmara sürecindeki başarı bu bağlamda bağımsız raporlamaların yapılması ile olayın uluslararası kamuoyuna taşınmasında belirleyici olmuştur. Vicdan sahibi ana akım medya kuruluşları ile doğrudan irtibat kurularak olay anında onların muhabirleri ve editörleri bilgilendirilmelidir. Müdahale olursa ilk saatlerde uzman hukukçular tarafından yapılacak kısa hukuki değerlendirmeler, İsrail tarafından yapılacak “terörist” suçlamalarını boşa çıkartacaktır. Kişisel anlatılar, fotoğraflar ve video tanıklıkları insan vicdanına doğrudan hitap eder; bunlar planlı bir şekilde çok dilli olarak yayılmalıdır. Filoya müdahale edilmesi halinde, önceden belirlenen adli tıp uzmanları tarafından elde edilen veriler ışığında sahte video veya ses iddiası anında profesyonel analiz sunulabilmelidir. İnsan hakları kuruluşlarının ve üniversitelerin adli tıp laboratuvarları bu konuda yardımcı olabilir. 

8) Hukukî ve Diplomatik Cevap Adalet İçin Strateji

Filoya müdahale edilmesi halinde, olay anında ve sonrasında hukuki yolların bilinçli ve hızlı kullanımı, mağduriyetin uluslararası alanda görünür kalmasını sağlar. Mavi Marmara süreci, hukuki ve diplomatik süreçlerin uzun soluklu olacağını gösterdi; fakat aynı zamanda delil ve bağımsız raporların gücünü de ispatladı. Her gemide hukukçular ile irtibat kuracak ve hukuki süreçler hakkında bilgi sahibi irtibat personeli olmalıdır. Müdahale veya gözaltı durumunda hukuki temsil derhal temin edilmelidir.

Müdahaleye ilişkin kayıtlar alındıktan sonra 24 saat içinde BM İnsan Hakları Mekanizması, İnsan Hakları Komisyonu özel raportörleri ve ilgili bölgesel mekanizmalara olayı bildirme süreci işletilmelidir. Bu yöntemin Mavi Marmara sürecinde çok etkili olduğu anlaşılmıştır. Filoda yer alan her ülke için o ülke dışişleri ile doğrudan ve acil temas kurulmalı ve konsolosluk desteği ve koruma talep edilmelidir. Bağımsız uluslararası inceleme talebi: BM ya da uluslararası bağımsız komisyon raporu talep edilmelidir. Mağdur vatandaşlar için kendi ülkelerinde tazminat/dava yolları ve ayrıca uluslararası insan hakları mahkemelerine başvuru stratejileri hazırlanmalıdır. Her kayıt için delil zinciri (chain-of-custody) prosedürü tutulmalı ve deliller mahkeme önüne sunulabilecek şekilde arşivlenmelidir.

9) İnsani Hikâyeler ve Vicdan

Raporlar, analizler ve hukuki argümanlar önemlidir; fakat unutmamız gereken bir şey daha var. Denizdeki her kayıtlı “gönüllü” bir insan, bir aile, bir geçmiş ve bir hikâye taşır. Mavi Marmara’da hayatını kaybedenler yalnızca rakamlardan ibaret değildir. Onlar gözyaşı döken ailelerin, düş kırıklığına uğramış dostların, yarım kalmış umutların vücut bulmuş halleriydi. Sumud filosunda yer alan her isim de birer semboldür: zulme boyun eğmeme kararlılığının sembolü. Onların hikâyeleri, kamuoyuna aktarıldığında politik ve hukuki argümanların ötesinde bir gerçekliği temsil eder. Bu yüzden medya stratejisinde en etkili araç bazen en basit olanıdır: bir fotoğraf, bir mektup, bir annenin sesi.

Sonuç; direnişin sesi susturulamaz

Denizler, tarihin tanığıdır. Mavi Marmara’da dökülen kan unutulmayacak; Sumud filosunun yola çıkışı, bu kanın bir mezar taşına dönmesine izin verip vermeyeceğimize dair bir sınavdır. İsrail’in taktikleri korkutucu ve sistematiktir; ama korku, insanlığın vicdanını susturmaya yetmez. Zulme karşı koyanların sesi, zaman zaman kırılsa da, asla tamamen söndürülemez. Bugün yapılması gereken açık. Sumud filosu sadece fiziksel güvenlik önlemleriyle değil; aynı zamanda hukukî hazırlık, medya savunması, bağımsız gözlem ve uluslararası diplomasi ile korunmalıdır. Çünkü meşruiyet kaybı, alelacele servis edilen sahte görüntüler ve karalama kampanyalarıyla çok hızlı biçimde yaratılabilir. Hazırlık eksik olduğunda, Mavi Marmara’da gördüğümüz o karanlık yeniden sahnelenebilir.

Ve son olarak: insanlık, her zaman zalime karşı duranların yanında olmalıdır. Denizde giden her gemi, özgürlüğün, vicdanın ve kardeşliğin birer elçisidir. Onların güvenliğini sağlamak, sadece insani bir görev değil; aynı zamanda geleceğe bırakılacak bir mirastır.

*Avukat-Doç. Dr. İstanbul Ticaret Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, Mavi Marmara Davası avukatı. 

- Advertisment -