Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIOtomobil uçar gider

Otomobil uçar gider

Çocukluğumdan beri kulağıma çalınan o operet bugün de kulaklarımı çın çın çınlatıyor: “İki tane otomobil /Biri açık biri değil”… “Lüküs Hayat”ın 100 yıl önceki motorize tasviri. Bugün de güncel... Mâlum, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ayağını yerden kesen “lüküs” dönemi yeni sona erdi. Halefi garajdan çıkardığı kırmızı TOGG’la “geldi”. Herkeste bir heyecan… Bence asıl önemlisi yeni başkanın devir-teslim töreninde cübbesinin düğmelerini Erbaş’ın iliklemesine -ısrarla- izin vermemesi! Hani ilk düğmeyi yanlış iliklersen…

“Lüküs hayat, lüküs hayat /Bak keyfine yan gel de yat /Ne güzel şey /Oh ne rahat”… Cemal Reşit Rey’in 100 yıl önce bestelediği bu operet, çocukluğumuzdan beri kulağımıza çalınan bir tür müzikal tekerleme aynı zamanda. Hatta hayal meyal Münir Özkullu sahneler, aranje fasıllar bile beliriyor gözlerimin önüne.

Sözleri Ekrem Reşit Rey’e atfedilse de “sözlü tarih”te dizelerin Nâzım Hikmet’e ait olduğu iddiaları da kuvvetli. Epey “sınıfsal”… İlk kez Cumhuriyetin 10. Yıl Kutlamaları’nda, 1933’de İstanbul’da sahnelenen operetin taş plağı da basılıyor. Cemal Reşit Rey ünlü “10. Yıl Marşı”nın da bestecisi.

Bilhassa İstanbul’da göze batan “lüküs hayat”ın başrolünde de aslında “sosyete” var. Lâkin “antagonist” güftesiyle zenginlerin apartmanlarına, mobilyalarına yağlıboya tablolarına, “aşçı”larına “uşak”larına, “mutfak”larına “kiler”lerine, “gündüz çayları”na “balo”larına, adalara-modalara-mayolara-motorlara, şampanyalara, çapkınlıklara ayrı ayrı dokunması az mesele değil. Hele 1930’ların “Büyük Buhran”ında… Direksiyonunun biraz sola çekiyorsa Ankara Devlet Tiyatroları’nda ilk kez 2019’da sergilenmesi bile mânâlı.

Motorize “lüküs hayat”

Operetin hemen girişine asılan motorize “lüküs hayat” manzarası da uzun hikâye… Bugün de kulaklarımı çın çın çınlatıyor. Yılların ezberiyle mırıldanıyorum: “İki tane otomobil /Biri açık biri değil”… Bu yazımda “züğürdün”, daha resmi hâliyle “açlık ve yoksulluk sınırında yaşayanlar”ın çenesini yoran, muhalif manşetleri donatan mevzunun cilalı-“pastalı” kaportası da oralardan zaten; devletlû lüks otomobiller…

Son yıllarda (yani 15-20 yıldır) hep güncel de… Mâlum, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın ayağını yerden kesen “lüküs” dönemi yeni sona erdi. Altı yıl genel müdürlük de yaptığı başkanlıkta son sekiz yılını böyle eleştirilerle, haberlerle tamamladıktan sonra görevini tamamen duygusal bir konuşmayla devrediyor:

“Demek ki Diyanet İşleri Başkanlığı bizi sevmiş, biz Diyanet İşleri Başkanlığı’nı sevmişiz tekrar geri dönerek günü gününe, tamı tamına burada, peygamber varislerinin hizmet etmiş olduğu yerde (…) sekiz yıl hizmet etmek nasip oldu.”

İlk düğmeyi yanlış iliklersen…

Konuşmasının sonunda podyuma çıkan halefi Safi Arpaguş’a da cüppesini sarığını giydiriyor özenle. O da hafifçe elini öpüyor selefinin… Velâkin Erbaş cüppesinin düğmelerini iliklerken Arpaguş hareketleniyor, hemen araya giriyor, kalan düğmelerin hepsini hızla, ısrarla kendi iliklemeye çabalıyor.

Ben devir-teslimdeki bu çarpıcı andan da büyük, derin bir mânâ çıkarıyorum tabii. Hani “ilk düğmeyi yanlış iliklersen/ilikletirsen…” gibilerinden. Nitekim koltuğuna otur oturmaz kurumda iki dönemdir, 15 yıldır ayyuka çıkan “lüküs” makam araçları meselesine noktayı koyuyor. Herkeste bir coşku, heyecan.

İlk icraat… Devletin üst makamlarının önüne park etmesine pek alışık olmadığımız “yerli” TOGG sonunda çıkıyor Diyanet’in garajından. Hem de kırmızı kaynaklara göre… “Sahibinden hiç kullanılmamış” olduğu için ayrı bir ışıltısı da olmalı. Otomobillere mahsus o “yeni kokusu” da…

Kamuda niye kullanılmaz ki?

TOGG’un kamusal makamlarda kıtasal, zorunlu olarak kullanılmamasını da tuhaf karşılıyorum doğrusu. İki yıl önce Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, hatta selefi Nureddin Nebati de “zorunlu olacak” demişti ama durum ortada.

İzlediğim kadarıyla mesela Avrupa’da makam, kamu araçları genellikle kendi ürettikleri otomobiller zira. Alman’ı, İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı, Çek’i öyle… Maliyetinden öte “örnek olsun” meselesi belki.

Uzak Doğu’da da öyle. Çin Devlet Başkanı Hongqhi (Çince kırmızı bayrak) marka makam aracı kullanıyor misal. Bayrağını oradan sallıyor.  Güney Kore Devlet Başkanı Hyundai’de, koca Japon İmparatoru, başbakanı Toyota’da…

Papaların devşirme “papamobil”i

Yazımın makam alanı kapsamına dönersem… Roma Katolik Kilisesi’nin dünya lideri Papalar da makam aracı geleneğini en mütevazı Fiat marka arabalarla, küçük bir cipten devşirilen “papamobil”le sürdürüyor. Hatta bu yıl ölen Papa Franciscus’da Fiat’ın “mini”si var. Eh, din adamı, ilgi alanı mütevazı bir yaşam gerektiriyor. Öyle itibarlardan tasarrufu da…

Velâkin Amerikalı yeni Papa’ya dair kapıyı biraz aralık bırakıyorum. Ama Mercedes serisinden yıllar sonra yenilediği cip papamobili “elektrikli” olduğu için o da lüks sayılmaz sanıyorum. İddiasız, küçümen, standart görünümü de öyle.

Diyanet’te bayram havası

İşte bizde o kırmızı TOGG da bir anda umutla, mutlulukla dolduruyor insanların içini, haberlerin başlıkları kanatlanıyor. Kulislere anında konuşan bakanlık çalışanlarına göre Diyanet’te eski “Yerli Malı Haftaları”nı hatırlatan bir bayram havası:

“Yeni başkan güven tesis edecek. Kamuoyunda da çok olumlu bir hava var. Kurum son yıllarda çok yıprandı, kamuoyu hassasiyetine sahip bir ekip kurulmasını bekliyoruz.” Bekliyoruz tabii, bütçesiyle fetvasıyla atılacak her adım, yapılacak her türlü “tasarruf” devrim kıymetinde.

Yıllardır aranan kan, yanaklarımızda… İçimden konuşan kaynaklar bile “Çeyrek asır sonra, sonunda -bir tanecik- tasarrufu da gördü gözlerimiz” diyor. Lâkin “tasarruf” hafızam maalesef oyunbozan.

“Şaşaa, debdebe -bitti- bitiyor”!

Anında yedi yıl öncesine gidiyor. Yeni yıla sayılı günler kalmış… 2018 yılı bütçesi cuma günü Meclis’ten geçiyor. Son Başbakan Binali Yıldırım’ın bir ay önceki müjdesinin de detayları beliriyor yavaş yavaş:

2018 tasarruf yılı… Şaşaa, debdebe bitiyor artık. Herkes normal şartlarda işine gücüne bakacak, vatandaşın işleri ile daha fazla meşgul olacak. Kamudan başlayacağız.  Yeni araç alımı yok. Kapattık dükkânı.” Eh tasarruf şart tabii; dolar 3.5 lirayı aşmış, gram altın 161 lira! Henüz “kaygı”lar arasında yedi yılda doların 40 lirayı, altının 5 bin lirayı geçeceği olmasa da ekonomi yaman.

2018-2020 yıllarını kapsayacak tasarruf seferberliği kapsamında kamuya araç alımı zorunlu haller dışında yasaklanıyor. Harika da, bu kez muhalif manşetlerde TBMM Başkanlığı’nın 2019 yılı için 66 yeni lüks makam aracı kiralamak için açtığı ihale. Araçların ihale şartlarındaki özellikleri de “lüküs” donanım: “Yüksek beygir gücü, deri donanım vb.”

Lastiği değil arabayı değiştirmek

Diyanet’teki devir-teslim coşkusuna dönersek…  O da yersiz sayılmaz bir bakıma.  Google’a “Diyanet skandal” yazınca trafik ya otomobillerle sıkışıyor, ya da fetvalarla… Haberlere göre Erbaş’ın araç filosu biri zırhlı üç Mercedes, bir Mercedes Vito VIP minibüs,  bir Audi A8, bir tane de kırmızı TOGG. A8’in satış fiyatı 25 milyon civarında… Günlük kirasıyla ilgili haberler bile milyonların yevmiyesini kat kat aşıp aylık asgari ücretle yarışıyor.

Erbaş’ın savunması da aklımda: “Eski araçla gelirken lastik patladı, şoför zor kurtardı”… Konuya vakıf mı bilmiyorum ama o otomobille değil yoldaki bir sorunla yahut değişme zamanı gelen lastikleriyle ilgili bir problem. Normalinde lastik patladığında (yani yarıldığında) otomobil değil lastiği değiştiriliyor mesela.  

Diyanet’te Mercedes krizi yeni de değil, 15 yıldır gündemde… Haberlere baktığımda Erbaş’ın selefi Mehmet Görmez’le ilgili önce “Din adamına 1 milyonluk zırhlı makam aracı” başlıkları çıkıyor karşıma. Görmez “Araç kesinlikle zırhlı değil, ibret-i âlem olsun diye o aracı hediye edeceğiz” dese de görevi bırakana kadar o “hediye” Mercedes kapısının önünde.

“Küçük ama dev adım”

Zırhlı araçla korunma deyince yeni başkan Arpaguş’un altı olan koruma sayısını ikiyi indirdiğini de eklemeliyim araya. Böylece yeni dönemle ilgili sadece israf değil “halktan kopukluk” konusunda da o özlenen, hiç rastlanmayan bir mütevazılık mesajı veriyor bir bakıma. Böyle bir ülkede “insan için belki küçük bir adım ama insanlık için dev bir adım”.

Umutlarımız, hayallerimiz de zaten yarım asır önce ilk kez aya ayak basan Neil Armstrong’un dünyaya mal olan bu vecizesine yabancı, uzak sayılmaz. Dört yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması manşetlerde: “2023’de aya gideceğiz.” Hani Armstrong gibi olmasa da, “kendi milli roketimizle aya sert bir iniş”… Sonra misafiren de olsa ilk Türk astronotla uzaya da “gitti, gidiyor” olduk.

Umut özünde kurtuluş ihtimali

O mahur makamdan eski Münir Nurettin Selçuk şarkısında uçup giden otomobiller misali… Görmez ve Erbaş’la ilgili haberlerde “fetva skandalları” başlıkları da uçuşuyor tabii. Ama bu yazının konusu o değil. Meramım ülkeye umut, kaynaklara göre halka güven veren TOGG esasında… TOGG ne kadar yerliyse, bu “jest”le umut, güven de o kadar yerli yerinde diyeceğim ama umutlarımız, güvenimiz daha yerli belki.

İktidar kanadından bir vaat, bir küçük adım, bir jest, hatta bir tebessüm yıllardır gönüllere umut serpebiliyor. Ötesi bazen geçmişteki tüm sorunları, israfları, usulsüzlükleri, yolsuzlukları örtebiliyor. En azından bir süre, gerektiği kadar, ömrü kadar… Zira umut aynı zamanda bir durumdan, bir şeylerden kurtuluş ihtimali. Fakirin durma gramajı düşen ekmeği…

Toplumsal hafıza da bazen bir küçük bir adım, istisnai bir davranışla, baş okşamasıyla çözülüveriyor. Umut, müjde, vaat hafızanın yok edilmesinde en kullanışlı “araç”lardan zira.

“Hafızanın yok edilmesi”

Milan Kundera da 1979’da yayınlanan “Gülüşün ve Unutuşun Kitabı”nda buna değiniyor. Çekoslovakya’daki siyasi baskıları, yozlaşmalar anlatan Kundera, iktidarın geçmişteki büyük yanlışları “sistematik olarak unutturduğu”na dikkat çekiyor. Ve bunu  “hafızanın yok edilmesi” olarak nitelendiriyor: “İnsanlar gerçekleri değil kendilerine sunulan küçük, parlak anları hatırlamayı seçer.”

Kitabında “Varşova Paktı”nın Çekoslovakya’nın işgalinden sonra Çekoslovakya Komünist Partisi Birinci Sekreterliği, yedi yıl sonra, 1975’de de cumhurbaşkanlığı koltuğuna yıllarca oturan Gustav Hustak’dan da söz ediyor. “O dünyanın yaratıcısı”, hafızanın yok edilmesinin öncüsü, asıl mimarı…

Husak’ın bu niyetle ilk icraatı üniversite ve bilim enstitülerinden 145 Çek tarihçisini kovmak. Kundera da 1971’de o tarihçilerden birisiyle, Milan Hübl ile buluşuyor küçük dairesinde. İkisi de hüzünlü, pencereden bakıyorlar. “Bir halkı ortadan kaldırmak için belleğini yok etmekle işe başlanır” diyor Hübl.  İçini çekip devam ediyor: “Ve böylece halk, yavaş yavaş ne olduğunu, daha önce ne olmuş olduğunu unutmaya başlar. Çevresindeki dünya da onu daha çabuk unutur.”

Umutsuzlar Parkı’nda unutmak

Bu satırları okurken Edip Cansever yıllar önce “Umutsuzlar Parkı”ndan sesleniyor; sanki hüzünlü ama ritimli bir şarkının nakaratı: “Bir daha, bir daha, bir daha /Unutmak, unutmak, unutmak.”  

Benimse British Museum’da altın bir tablette yazan uyarı geziniyor beynimde, durma güncelleniyor: “Hades’in ülkesine indiğinde kapılardan birinin solunda, beyaz servinin yanında bir çeşme göreceksin. Bu unutuş çeşmesidir, sakın suyundan içme.”

YAZI FOTOĞRAFI: Fotoğrafta Porche’nin içinden çevresindekileri selamlayan din adamı Malta Başrahibi John Sultana. Yedi yıl önce göreve geleneği sürdürerek törenle başlıyor. Ama çok özel bir törenle… “Times of Malta”ya haber de olan etkinlikte spor arabayı da küçük çocuklardan oluşan bir kalabalık çekiyor.

Bazı tepkiler Malta Üniversitesi ilahiyat profesörü René Camilleri ile zirvede: “Tam bir saçmalık… Bu rahibin Porsche ile ayağa kalkarken çocukların onu çekmesini kabul edenleri kınıyorum.” Oysa Sultana’nın amacı artık gelenekselleşen bu törende eğlenceli bir şey şeyler yapmak. Bir tür şaka. O kadar… Kuzeninin Porche’sini ödünç almış. Onu tanıyanlar da zenginlik, gösteriş peşinde olmadığını, çocukların çok eğlendiğini söylüyor.

- Advertisment -