Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISana yazılmış şiirler

Sana yazılmış şiirler

Erdoğan Çakır’ın şiirleri 12 Eylül’ün kaotik ortamında yolunu ve sesini bulmaya çalışan, bu amaçla muhtemel bütün etkilere açılan ve sonra kendi içine kapanarak dünyaya sırtını dönen bir kuşağın tecrübelerine ve yönelimlerine ışık tutuyor.

Serbestiyet, hangi deyimi tercih edeceksek, yaşını başını almış, veteran yahut benim gibi doğrudan yaşlı yazarlara zaman zaman hatırâlarından bahsetme imkânı sunuyor-bu bayağı bir lüks. Memleketin ve dünyanın içinden geçtiği bütün bu felâketler düşünülülürse üstelik. Hayatta kendisinden hiçbir şeyin kaçırılmasına izin vermeyen ve zaten buna tahammül de edemeyen eski kuşak münekkidler, bir eserle dönemi arasında objektif bir karşılık bulamadıklarında, kaşlarını kaldırarak, “kaçış edebiyatına yönelmiştir” yargısına varırlardı. Görev ahlâkından ve sorumluluk duygusundan özgürleşmiş insanın içine düştüğü bataklıkta inşa ettiği görkemin faydasızlığını vurgulayarak. Dolayısıyla bu türden bir suçlamayı baştan görüyor ve sessizce kabulleniyorum. Diğer bir husus, bu yazıdaki açık “nepotist” boyutla ilgili. Fakat son yıllarda neredeyse üçbeş kişilik ganglerin birbirlerini övgülere boğmasının kurumsallaşması, neredeyse tabii bir eleştiri vasatı hâline gelmesi çok da garipsenecek bir şey yapmadığıma iknâ edebilir kibirli okuyucuyu. Kibir kalsa da, dikkat devam edebilir, bir ihtimal, belki.

80’lerin başında bir grup üniversite öğrencisi, Sakarya Caddesi’nin dibinde polülasyonu işsiz güçsüz ve dönemin Anayasa tartışmalarında kendilerinden sık sık bahsedilen serserilerden ibaret, ürik asit kokusu, kötü çay ve rahatlatıcı bir kayıdsızlığın hâkim olduğu bir kıraathanede oturur, bol bol edebiyattan ve ülkenin problemlerinden bahsederken, laf dönüp dolaşır bir dergi çıkarma hayâline bağlanır ve bu hayâlin verdiği saadetle dağılırdık. Sonraları Ankara’daki herkesin kendisine geçmiş yazdığı Sakarya Çay Ocağı’nı (burada tarihe de not düşmüş oluyoruz) böyle bulduk. Sanırım Selahattin Oral’di (hikâyecimiz), “yahu buradan çıkalım, şu yukarda açık bir çay ocağı var, zaten soğukta oturuyoruz, bir şey kaybetmiş olmayız” ısrarıyla grubu orada konumlanmanmaya ikna eden. Hatırladığım kadarıyla, Sakarya Çay Ocağı’nı mekân tutan ilk grup, bir müddet sonra Ütopya dergisini çıkarmayı “başaracak” bizim gruptu. Başarmak doğru kelime. 12 Eylül rejimiydi. Dergi çıkarmak için gerekli bürokrasi gözümüzü korkutuyordu ama sonuçta Emniyet Genel Müdürlüğü’nden talebimizin onaylandığına dair bir yazı geldi. Şimdi Almanya’da yaşayan ve derginin mesul’ul müdürlüğüne “atadığımız” Çetin Zeren resmi yazıyı Sakarya’ya getirdiğinde çocuklar gibi sevindik.

Erdoğan Çakır, o Ütopya dergisinin esas şairiydi. Bizim şairimizdi. Gazi’de edebiyat okuyordu ve üflenirse düşecek kadar zayıf, marazlı bir Dostoyevski kahramanı görünümüyle başka bir şey olacak gibi de durmuyordu. Sonra araya yıllar, başka şeyler, iş güç, çoluk çocuk, öğretmenlik, uzaklar, Samsun vs. girdi. Neredeyse birbirlerine yapışık yaşadığı S’si büyük Semrayla evlendi. Görüşmesek de dostluk bakiydi. Burada artık hatırâ kısmını atlıyorum; çünkü uzun uzun anlatmam gereken, yaştan dolayı kısmen hatırlamakta güçlük de çekeceğim bir yığın şey var. Belki sonra, belki başka bir zaman.

Sana Yazılmış Şiirler* Erdoğan Çakır’ın inanması güç ama ilk şiir kitabı. Ütopya’dan sonra başka bir yerde şiir yayınlamadı sanırım. 40 yıldan 26 şiir. Şairimiz, vel’ut sayılmaz. Ama elimizde olanla yetinmek zorundayız.

Tekrar aynı ifadeyi kullanmak gerekirse, 80’lerin başında bizim buralarda şiir yazıp da İsmet Özel’den etkilenmemiş olmak yedi ölümcül günahın sekizincisiydi. Evvela İsmet Özel, hem şiiriyle hem düşünsel tutumuyla moderndi. Bu uzun müddet Özel’i benzerlerinden ayıran bir nitelik olarak devam edecek bir özellikti. İslâmcılığın yahut muhafazakârlığın içinden Mavera, Türk Edebiyatı yahut Hisar dergisiyle beslenerek büyümenin bir sınırı vardı. 12 Eylül bu sınırı kesinleştirdi. Fakat bunun sadece bize ait bir özellik olduğunu düşünmemek gerekir. Edebiyat Dostları dergisinin, Halkın Dostları’yla ilgili özel sayısında gözüktüğü kadarıyla, bizden önceki ve öteki taraftaki kuşakta da bariz bir “etkilenme endişesi” baskındı. Üstelik, hasıla sular durulduktan sonra çıkarılmasına rağmen. İsmet Özel etkisinin kaçınılmazlığı, Özel’in, şair personasıyla ve bu personanın tuttuğu istikâmetle açıklanabilirdi. Özel’in şiirsel olarak işgâl ettiği konum, poetik ve sosyal olanın dönemsel özgün bireşimiyle güçlenen bir etkiye yol açmaktaydı. Bir çok figürü, dönemi, hikâyeyi ve şiirsel macerayı birleştiren bir etkiydi bu. Hem politik şiire, hem diyelim İkinci Yeni’ye hem de Hececilerin “sesine” ulaşmayı mümkün kılan bir etki. Bazı şairlerin önü ve arkası yoktu; Özel, hem geride bıraktıklarıyla hem de vaadettiği şiirle daha imkânlı bir isimdi. Evet, İsyan (1969) bütün folkloru ve kültürüyle herkesin kendi tikel geçmişine veda etmenin hüznünü ve duygusunu veren (çünkü kitabı 10 yıl sonra okumaktaydık); Cinayetler Kitabı’yla (1975), 12 Eylül sonrası yaşanan kopuşları, ayrılıkları belgeleyen ve tutulacak istikâmetin belirsizliğine yüreklenmenin işâretlerini sunan; çoğu daktilo edilmiş nüshalarıyla çıkmadan önce defalarca okunan şiirleriyle Celladıma Gülümserken (1984) diliyle ve imgesiyle modern, yönelimiyle antimodern bir soluklanmanın imkânlarını açığa çıkaran tutumlarıyla vazgeçilmez kitaplar olmuşlardı. Arada Yeryüzü Yayınları’nca basılan Şiirler 1962-1974 (Nisan, 1980) ve Şiir Okuma Kılavuzu (Ocak, 1980) Özel’in bilinirliğine önemli bir katkı sunmuştu, geçerken belirtelim.

Dolayısıyla Erdoğan Çakır’ın şiirlerinde, sadece ona ait olmayan bu etkilenmenin izlerini, kavramlarını, imgelerini nadiren de olsa mısralarını bulabilmek mümkün** ama ses, şiirin kendisini kuran esas öge, değişmiştir artık. Çünkü İsmet Özel etkisi aynı zamanda kopulması, mücadele edilmesi gereken, kendi sesini bulmayı, bulabilmeyi zorunlu kılan bir bütüncül bir etkiydi. Orada kalmak mümkün, bazen kalakalmak kaderdi ama öteye, başka bir yere belki, konumlanmayı da dayatıyordu. O şiir yazılmıştı çünkü. O şiiri gönüllü bir şekilde yeniden üretmek biçimseldi ama o şiirin uğrağına takılıp kalmak, esasa ilişkin bir körleşme yarattı. Bağıran, şiirsel özneyi sokaklarda seyyar satıcılığa, kapalı mekanlarda reklamcılığa mahkum eden (ikincisinden bayağı mutlu olan ve kârlı çıkanlar vardı), yüceltim bombardımanına tutulmuş “benin” kendi sarkazmından kurtulmakta hiç muvaffak olamadığı, hatta bunu istemediği bir saymaca düzenin anaforunda şairin, şiirini ve kendi güvenliğini bir kenara bıraktığı açık, pazarda yer tutmaya teşne ama bunun için gerekli arkaplana gönül indirmediğini ilânda cömert bir dönem oldu ve bu dönem hâlâ devam ediyor. Neticede, anonim bir dil, anonim bir ses egemendi artık.

Erdogan Çakır’ın şiirleri bu dönemi haber veren ve fakat bu dönemin içinde bir yerde kalakalmanın ızdırabına sahip şairlerle kesişir-mesela bu söylediklerimi en iyi örnekleyen ve şair olduğu için unutulmakla cezalandırılan Ahmet Erhan’la. Çakır’ın şiirlerindeki temaları bu izlekler üzerinden takib edebileceğiz. “Herkesin acısı farklı/Herkesin rüzgârı herkesin yağmuru herkesin/Kesin olan bir şey var gelişi/Kara bulutlarıyla üstümüze/Hüzünle çöküyor ve sonra/Kalıyor geride ne bırakılırsa o/Kalbe batmış cam kırıkları” (Eylül) diye başlıyor Erdoğan Çakır; Eylül, ruhsal yıkımın ve kahramansılığın bitişi, yalnızlığın itirafı, yenilginin sessizliğidir. “İyi insanlardı güneşi gökyüzünde tutan/Sevgili yapan genç kızları/Yolları koynunda biriktiren” (Bidayet) bir şey kaybolmuştur. “Biz neresinde vurulduk bu hayatın?/ Çocukluk yaklaştırılmadı hiç yanımıza/Aşk, burkulmuş yürekler taşıyan gövdemizde/umarsız bir yara olarak kaldı hep/Sadece o kadar mı?” (Yıldız). Eylülün sonrası da karanlıktır: “Sular çekilir deniz kirlenir martılara yer kalmazdı hayatımızda/Aşkı bir dilim ekmekle saklar çıkardım sokaklara/Her tarafta/kuş kanadı ilkyaz kokuları ve bando sesleri/…Sonbahar idamlık eller dalda titreyen yaprak/ölüm ilanları ülser icra takipleri kısırlık ve bombalarla/Cevaplayamadığımız soru” (Soru).“Bir çocuk ölüsü demek o gördüğüm rüya…/Kuru bir ekime çarparak çıkardığı/Kabuğu kırılırken sesi yaraların” (Bidayet). Neredeyse varoluşsal bir olumsuzlanma, belki bir yoksayılma: kamudan, kentlerden, insanlardan. “Hangiyi doğruyu yaşasam yanlış oluyor/Ölüyorum yeniden hangi yanlışa gitsem/Yorgunum ağlamak gelmiyor içimden” (Korkarak). “Göğsüme ihanetin sızıı vurdu/Kavgalarda büyüdü yüreğim/Bıçaklar indi boynuma/ellerim titrek dizlerim bükük/Dört yanımda hırıltılar çığlıklar/Siren sesleri kulaklarımda/sonra ya daha sonra?/ Toprak..ateş..hava..su/ve sonsuzluk sonra” (Ertelenen Hayat). Yanlış bir ihtimale, olmıyacak bir düşe kapılanmak kurtarıcı bir duygu olabilir mi? “Kimdir ellerimi tutan/Silkinip bir varmış bir yokmuştan kalbim/Beni avutacak şeyler istiyor hayattan” (Yaşamak). “Sokulsun haykırışlarla kızıl renkli büyü/Dağlardaki ateş, domuran karanfil/Birlikte ayaklansın güneş, yağmur, rüzgâr/Ve o uzak tarlalarda ayaklanarak kavga/Büyütsün bu türküyü” (Danyar’ın Türküsü). Yine de çaresizlik daha sağaltıcıdır: “Ezil ve Dodurga sularına karış/Suların bulanık ve girdaplı yerlerinde/Elinde kuş kanatları tütün artıkları/Yılan ıslıklarıyla süzül ve git” (Cah). “Yükseliyor dalgalar/Yağmur vuruyor damlara/Bir sandalye bir kilim sönmüş ocak/Üstüme boşanan yılgı//Boynumda patlayan urgan/Yankılanan bir sesim boşlukta/Un ufak omuş yaldızlar dökülürken geceye/Yenildim ve yorgunum/bırak…” (Işığı Açık Bırak). Bir bilmeme durumu söz konusu değildir: “Yohanna’dan bir satır okuyarak başladı yargıç/Böylece daha merhametli bakıyordu dünyaya/ ‘Tanrı’ dedi, ‘Böyle istiyor’/yanına gelirken yoksullar ayakları kan elleri kan/ve sırtlarında kütükleri/… Ve üstüne uzandığım sonsuz çayırlar/Verin kararınızı biliyorum/Solacak bütün renkler sallanan gövdemde” (Yargı).

Çakır’ın suskun kaldığı uzun yıllarda ortaklığı kimlerledir? Manidâr öteki, ‘sen’ belki ama esas ortaklık şairler topluluğuyladır. Politik, sosyal bir birliktelik değildir bu. Duyguda, “artık olamayışla” pekişen bir birlikteliktir: “Kimsesi yoktur şairin acısından başka/Bir de ölümünden, hiç ayrılmadığı/Ve sakladığı gülüşlerinin içinde” (Beni Sev). “Şairler, kardeşlerim/Nasıl aştınız duvarları deyin bana/Nasıl inandınız/Nasıl yazdınız aşkları/ ‘Şairler yalancıdır!’sözünü nasıl geçtiniz?/Ayaktaysanız hâlâ/Şehir dokunmadıysa gövdenize/Kire bulaşmadıysa elleriniz, nasıl?/Şairler, kardeşlerim deyin bana” (Şairler, Kardeşlerdim). Yine de, Çakır’ın, “Gözlerinden Yıldızlar”, “Bir Uzak Türküdür Sevda”, “Soluksuz”, “Telde Kuş Taneleri” gibi “sana yazılan şiirleri” utangaç bir duyguyu, paysız kalmışlığın payını çağıran şiirlerdir. “İşte çağırıyorum, gelen kimdir haykırışlardan başla/Kine ikiliğe, küfre, kavgaya. Çağırıyorum bölüşmeye yokluğu ve hiçliği/Kırıntılar koparmaya kara ülkeden/Çağırıyorum işte, gelen kimdir sen başka?/ey gözyaşı ve acılar anası!/Gelen kimdir senden başka?” (Çağırıyorum!). Kitabın en güzel şiiri, anneye, “Öldüğünde şöyle dedim/O girmeyecek de kim gerecek cennete” denilen bir anneye yazılan şiir belki de (Anneyi Yazmak).

Son bir ümid, bütün kaybetmelerden, bütün o yenilmişlikten, gidememişlikten ve kalamamışlıktan mütevellit çaresizlik son bir uyarıya, bir son çığlığa engel olmaz yine de: “Bunlar onlar, dikkat et/Bir gün sonra belki bir saat/Şimdi şu anda yamacında bir dağın/Hani çarmıha germişlerdi/Aslanlara parçalatırlardı isteseler…/Geliyorlar ellerinde listeler/Her şey var, peki niçin yok/Susamlar, zakkumlar, gelincikler?/Bunlar onlar, hani ateşe atmışlardı/Derimi de yüzerlerdi isteseler”. (Bunlar Onlar)

————————–

*Erdoğan Çakır, Sana Yazılmış Şiirler, Ankara: Vulgus Yayınları, 2025. ** “Genç Kız Cesetleri”, “Mor bir ceset”, “Bir bıçağın karna gömülmesi”, “Çocuk kadavrası”, “Kanatlarında frengiler taşıyan gece”, “Domuran karanfil” gibi. “Mesela: “Dodurga akşamlarıyla sallanan düşlerde/Her görüşte jandarmaya verilecek cevaplar olurdu/Her görüşte ağlardım bir balonun uçtuğuna” (Cah); “Ben rolünü oynayamayan sefil, cesaret/Nerede bulduysam orada yitirdim/Yargıçların önünde suskun ve kederli/Görünmekten geliyor utancım” (Ay Işığında Gecesefaları); “Üstüme boşanan yılgı/Boynumda patlayan urgan/Yankılanan bir sesim boşlukta/Unufak olmuş yaldızlar dökülürken geceye/Yenildim ve ve yorgunum” (Işığı Açık Bırak). Parantez içinde verilenler, şiir adlarıdır.

- Advertisment -