Çoğumuz sık sık “Artık hiçbir filmi başından sonuna izleyemiyorum”, “Filmler bana eski heyecanı vermiyor” diyen insanlara rastlıyor veya belki bizzat böyle insanlara dönüşüyor olsak bile küresel film endüstrisi iyi durumda. Mesela Netflix’in şu anki piyasa değeri 400 milyar dolar civarında. Dünya, bir film ve dizi selinin içinde yüzüyor gibi.
Tabii şu da çok açık: Bu çağın sınırlı kaynağı, içerik değil. İçerik gayet bol. Her yer içerikle dolup taşıyor. Sınırlı olan, zaman ve dikkat. Eskiden “Bugün ne izlesek?” diye heyecanlanırdık; şimdi Netflix menüsünde 45 dakika tur atıp, en sonunda yorulup uyuyakalıyoruz. Platform aboneliklerine aslında içerik izlemek için değil, dünyanın en pahalı ekran koruyucularına bakmak için para ödüyor gibi hissedebiliyoruz.

Film ve dizi sektörünün en “derin” ülkelerinden İspanya’ya bakalım: İspanya’da son yıllarda sinema üretimi belirgin biçimde arttı: Pandemi sonrası yıllarda vizyona giren yerli uzun metraj sayısı yıllık ortalama 300’ün üstünde seyrediyor. Gişede özellikle aile komedileri büyük kitleyi taşırken, Amenábar’ın “El Cautivo”su gibi daha “büyük” projeler ve çeşitli “festival görünürlüğü yüksek” filmler de yılın öne çıkanları arasında anılıyor. Asıl tartışma, bu görünür başarıların arkasındaki “görünmez” kalabalık: Vizyona girip hızlıca kaybolan, seyirciye ulaşamayan çok sayıda film var.
Bizde de benzer bir “yetişememe” duygusu var ama ağırlık merkezi farklı: Türkiye’de sinema tarafında görünmez kalan bağımsız işler bulunsa da “kitlesel yorgunluk” dizilerde yaşanıyor. Dizilerin haftalık bölüm süreleri çok uzun: Bir prime-time dizisini takip etmek neredeyse düzenli bir mesai gibi. Üstüne dijital platformların mini dizileri, yarışma programları, sosyal medyada sürekli dönen sahneler eklenince izleyicinin temel hissi şuna dönüyor: “Bu kadar diziye nasıl yetişeceğim?”

Bu “mesai” hissi sadece izleyici psikolojisiyle ilgili değil. Üretim temposu, tabloyu büyütüyor. Son yıllarda sezon bazında yayınlanan dizi sayısı yüksek seyrederken, yeni başlayan dizilerin önemli bir kısmı erken final yapıyor ve bu hem üretici tarafında “çok dene, hızlı ele” modelini, hem izleyici tarafında “başlasam mı, yarıda kalır mı” kararsızlığını büyütüyor. Bütün bunlar, yorgunluğun artışı anlamına geliyor. Bazı sezon özetlerinde TV’de yayınlanan dizi sayısının 40-50 bandında gezdiği, toplam bölüm sayısının ise yüzlerce bölümü bulduğu görülüyor Prime-time dizilerde 120-140 dakika bandına uzayan süreler, içerik bolluğunu daha da şişiriyor.
Bu kadar filme (İspanya) ve diziye (Türkiye) yetişmek artık imkânsız. Film ve dizi sektörü, normal insanın kapasitesini çok aşan bir noktada. Tabii bu konuyu daha genel bir çerçevede ele almak da mümkün. Örneğin dünyadaki ve Türkiye’deki toplam yazılmış kitap sayısı, toplam yazılmış makale sayısı da hızla artıyor. Yeni yazılan bir kitap veya makalenin okura ulaşması, bu nedenle, zorlaşıyor. Henüz klasiklerin bile çok azını okuyabilmiş insanlardan sizin ilk kitabınızı okumalarını beklemeniz, çok gerçekçi bir beklenti olmayabiliyor. Yani “toplam üretim”in hazmı giderek zorlaşıyor. Dikkat ekonomisi, çok ciddi bir mesele.

ABD ve İngiltere verileri, bu “dikkat yetmezliği” tezini destekliyor: ABD’de 2024’te yerel gişe toplamı yaklaşık 8,7 milyar dolar seviyesinde kapandı. İngiltere ve İrlanda’da 2024’te sinema seyircisi 138,2 milyon bilete ulaştı. Ortalama bilet fiyatı da yaklaşık £7,73 olarak raporlandı.
İspanya’daki Filmin platformunun kurucularından Jaume Ripoll meseleye şöyle bakıyor: Dünya sinemasının ürettiği film miktarıyla, izleyicinin ayırabileceği zaman ve dikkat arasında bir uçurum söz konusu. Ripoll’e göre çekim ve dağıtım maliyetlerinin düşmesi ve filmlerin dijital yayın servisleri sayesinde daha geniş pazarlara taşınabilmesi, üretimi artırdı. Ancak aşırı içerik bolluğu, izleyicide “kararsızlık ve ilgisizlik” doğuruyor. Ripoll ayrıca büyük ticari sinemanın giderek “çocuk işi” kalıplara daha fazla yaslanmasından yakınıyor: Risk almak yerine genelde tanıdık formüller tercih ediliyor, bu da “aynı hamurdan çıkmış” hissini büyütüyor.
Filmin(Filmin.es), İspanya merkezli bir dijital yayın ve dağıtım platformu. Seçkici bir sinema kataloğu ile bilinir. Zamanla, yalnızca gösterim değil, dağıtım ve ortak yapım tarafında da etkin bir oyuncuya dönüştü. Türkiye’de buna en yakın karşılık herhalde MUBI’dir. İspanya’da “Filmin Solcusu” diye bir solcu türünden bile söz edilmekte. Yani Filmin, İspanya’nın iç sosyolojik analizlerinin en eğlenceli parametrelerinden birini oluşturuyor ve bu bağlamda MUBI’ye göre bir adım önde denilebilir.
Öte yandan İspanyol yapımcı Míriam Porté daha iyimser bir yerden konuşuyor: Ona göre filmler artık yalnızca salon için üretilmiyor. Farklı “gösterim pencereleri” var ve dijital yayın, bir filmin salon sonrasında ikinci bir ömür kazanmasını sağlayabiliyor. “Gişe” tek ölçüt değil. “Üretim fazlalığı”, yaratıcılık için daha geniş bir deneme alanı anlamına geliyor. Elbette kargaşa içinde bazı filmlerin gözden kaybolması pahasına.
Jaume Ripoll’ün bahsettiği uçurum, akşam eve gelip televizyonun karşısına geçtiğimizde vücut buluyor: İzleyecek bir şey seçmek için harcanan süre, seçileni izleme süresini aşmaya başladı. Artık platformlarda Oynat tuşundan çok, Menüde Aşağı İnme tuşu aşınıyor.
Dijitalleşme, maliyetlerin düşmesi ve “her şeyi her yerde aynı anda izleyebilme” fikri, film üretimini, dünyanın birçok yerinde hızlandırdı. 2022 yılında dünya genelinde üretilen uzun metraj yapım sayısı 8.748’e kadar çıktı. Avrupa geneline bakarsak, biletli sinema seyircisi sayısı 2024 için 841 milyon civarında.

İtalyan dizi sektörü de pandemi sonrasında bir nevi ikinci baharını yaşıyor. İtalyan Kültür Bakanlığı’nın verileri, 2024’te TV ve internet için üretilen içerik sayısının 262’ye ulaştığını söylüyor. Bu genişlemede vergi teşvikleri ve ortak yapım modelleri kadar, İtalya’daki ulusal kanal ve küresel platformların yerli diziye yatırım iştahı da etkili. İtalyan dizi sektöründe (özellikle 2024 verilerinde) bir “hızlanma + seçicileşme” öne çıkıyor. Rai Fiction (İtalyan devlet kanalının film ve dizi platformu) tarafının 2024’te izlenme payları açısından güçlü bir yıl geçirdiğini vurgulaması, önemli. Öte yandan 2025’te orijinal içerik siparişlerinin (özellikle platform cephesinde) bir miktar gerilediğine dair haberler, İtalya’daki piyasanın daha seçici bir karaktere evrilebileceğini düşündürüyor.

İspanya’ya geçelim… İspanya’da üretim artarken, aynı filmlerin İspanya dışındaki bilinirliği (örneğin Türkiye’deki görünürlüğü) otomatik olarak artıyor denilemez. Dış pazara ulaşan, çoğu zaman, iki uçtan biri oluyor: Ya festival çevrelerinde dolaşan az sayıda “prestij filmi” ya da küresel platformlarda bir anda patlayan az sayıda “mega hit”. Kısacası, İspanya’daki içerik artışı, Türkiye gibi ülkelere nitelik ve nicelik olarak tam yansımıyor. İspanyollar ve İtalyanlar Türk dizilerini ana akım TV kanallarından izlerken, Türklerin İspanyol ve İtalyan dizilerini sadece dijital platformlardan tanıması ve dolayısıyla daha az tanıması, uzun süredir devam eden ve sürecek gibi görünen bir asimetri.
İtalyanlar ve İspanyollar bizim dizilerimizi ana akım kanallarda, bazen adeta bir milli spor gibi izlerken, bizim onların ödüllü işlerini ancak dijital platformların kuytu köşelerinde bulabilmemiz, gerçekten tuhaf. Onlar bizim “bakışmalarımız”la akşamı ederken, biz onların mega hit’lerini 1.5 hızda tüketip bir sonraki içeriğe saldırıyoruz. Bu durum, bir kültürel alışverişten ziyade, bir tarafın sindire sindire yemek yerken, diğer tarafın dijital bakkal rafından beslenmesine benzetilebilir.

Türkiye’de geniş kitlelere bir ölçüde de olsa ulaşabilmiş İspanya kökenli yapımlar bağlamında daha çok “olay dizileri” akla geliyor: La Casa de Papel ve onun evreninden Berlin gibi yüksek tempolu, sosyal medyada hızla dolaşıma giren işleri konuşuyoruz. Bu ünlü yapımlar elbette kendi ülkelerinde yani İspanya’da da izleniyor. Ama İspanya’da yerel seyir zevkine daha doğrudan hitap eden romantik-komedi, mahalle draması ya da mini dizi formatındaki yerli işler, ana damarı oluşturuyor. Örneğin 2025’in ilk yarısına dair paylaşılan izlenme verilerinde El jardinero, Manual para señoritas, Entrevías, Olympo, Machos Alfa, La chica de nieve ve Valeria gibi farklı türlere yayılan yerli dizilerin öne çıktığı görülüyor. Yani “Gerçek İspanya” ile “dışarıya yansıyan İspanya” arasında hep bir fark var.

İspanya 2024’te kişi başına satın alınan sinema bileti 1,5 düzeyinde kalırken, nüfusun %48,8’i son bir yılda en az bir kez sinemaya gittiğini söylüyor. İspanya’da TV ekranındaki toplam izleme süresinden geleneksel kanallar hâlâ yaklaşık %77’lik pay alırken, internet ve dijital platform kullanımları %23’e ulaşıyor. Tabii bilgisayar, tablet ve telefon izlemelerini ayrıca analiz etmek gerekiyor, onlar bu hesabın dışında.

İspanya’da sinema, Türkiye’de dizi ekseninde görünür hale gelen açmaz aynı: Üretim hızlandı ama izleyicinin zaman ve dikkati aynı hızla genişlemiyor. Üretimin bol, dikkatin az olduğu bu çağın sorunu, izleyici ve okur yorgunluğu.
Ki Türkiye’de bir prime-time dizisini takip etmek gerçekten tam zamanlı iş gibidir ve bu yeni bir durum da değil. Öyle ki, bir bölümün süresiyle (140 dakika), Yüzüklerin Efendisi’nin bir ordusunun kurulup savaşıp dağılması aynı süreyi alıyor. Tabii biz savaş meydanı yerine mutfakta 20 dakika boyunca birbirine bakan karakterleri izliyoruz.
Okur yorgunluğunu, yani bir diğer ifadeyle edebiyat dünyasındaki krizi ise ayrı bir yazıda ele almak gerekiyor… Sonuç olarak, dünyadaki değişimi şöyle özetlemeyi deneyebiliriz: Eskiden “Ne izlesek/Ne okusak?” diye sorardık. Şimdi ise “Keşke izlemeye/okumaya vakit ve ortam bulsak” diye iç çekiyoruz.













