Ana SayfaYazarlarGeçmişle yüzleşme sine die öteleniyor mu?

Geçmişle yüzleşme sine die öteleniyor mu?

Almanya Federal Meclisi Bundestag, 2 Haziran günü ezici bir çoğunlukla “ "1915-1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu'nda Ermenilere ve diğer Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması" başlıklı bir karar tasarısını kabul etti. İlk soykırım kararının, bundan tam 51 yıl önce, 24 Nisan 1965’te, Uruguay Genel Meclisince benimsenmiş ve bugüne kadar 20’den fazla ülkenin parlamentosundan benzer kararların çıkmış olduğu göz önüne alınacak olursa, bu kararın özgünlüğü dünyada soykırım yaptığı hukuken kabul görmüş ilk ve tek ülkenin parlamentosunca da kabul edilmiş olması. Ayrıca Ermenilerinin yanı sıra “diğer Hristiyan azınlıklardan” da söz etmesi.

 

Kararda Almanya’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nun müttefiki olarak, Ermeni Tehcirinde oynadığı role de atıfta bulunuluyor ve “geçmişle yüzleşme” arzusu da dile getiriliyor ama asıl hedefin Ermenistan’ın benzeri kararlarla Türkiye’yi siyasi olarak uluslararası arenada köşeye sıkıştırma stratejisini desteklemek olduğu açık. Nitekim Ermenistan Dışişleri Bakanı Edward Nalbandyan karar çıktıktan sonra yaptığı açıklamada,“ Osmanlı İmparatorluğu’nun iki eski müttefiki olarak Avusturya ve Almanya bugün Ermeni Soykırımı’ndaki sorumluluklarını tasdik ederken, Türkiye’deki yetkililer inatla soykırımın Osmanlı Devleti tarafından işlendiği yönündeki inkâr edilemez gerçeği reddetmeye devam ediyor” dedi.  

 

Ne var ki Bundestag’ın bu kararı Ermenistan’ın diasporasını kullanarak izlediği stratejinin siyasi ve hukuki yönden artık iflas ettiği bir döneme rastlamış bulunuyor. Siyasi olarak, bu karar, Cengiz Alğan’ın “ Kazanın doğurduğuna inanıyorsun da… “ başlıklı yazısında altını çizdiği gibi, Suriye’de katliamları ve tehciriyle yaşanan bir soykırıma sadece Almanya’nın değil, parlamentoları benzer kararları almış tüm ülkelerin sessiz kaldığı bir döneme rastlıyor.  O bakımdan Alğan da haklı olarak, “Suriye ve Irak’ta yaşanan güncel soykırıma hepsi birden sessiz. Hepsini biliyoruz, görüyoruz da insanlık tarihi için utanç verici katliamlarla dolu şu 20. Yüzyıl’da bir tek bizim İttihatçıların mı eli temizdi” diye soruyor. Esat’ın beş yılda tehcir ettiği 5 milyonu aşkın vatandaşından daha şimdiden 3 milyonuna kapılarını açan Türkiye’den bundan 101 yıl önce dönemin İttihat ve Terakki hükümetinin 1,5 milyon Ermeni yurttaşını ülkenin ücra köşelerine sürmüş olmasının hesabının tam da bugünlerde sorulmak istenmesi anlamlı mı gerçekten?    

 

Kabul etmek gerekir ki, Suriye’den toprak bütünlüğümüze yönelik saldırılarda bulunan terör örgütlerine dolaylı destekleri ortadayken müttefiklerimizden birinin Türkiye’den geçmişiyle yüzleşmesini talep etmesi makul bir talep değil. Busdestag’ın bu kararını bu bağlamda sadece zamanlama bakımından uygunsuz değil, ayrıca art niyetli olarak nitelemek de mümkün. O bakımdan Ermenistan’ın Türkiye’yi bu tür kararlarla sıkıştırma stratejisinin günümüzün uluslararası koşullarında siyasi olarak artık iflas ettiği söylenebilir.

 

Stratejinin hukuki yönden iflası

 

Erivan’ın ikili ilişkilerimizi olumsuz yönde etkileme dışında herhangi bir yaptırımı olmayan parlamentoların soykırımı tanıması stratejisinin hukuki bir ayağı da var veya 7-8 ay öncesine kadar vardı. Bu da Yahudi soykırımından hareketle soykırımların inkârının cezalandırılmasına ilişkin yasalardı. Örneğin Fransa’da 2001 yılında “1915 Ermeni soykırımını tanıma” yasası çıkarılmış ve Yahudi soykırımının inkârını yasaklayan Gayssot Yasası (1990) örnek alınarak,  “Ermeni soykırımını inkâr edenlerin cezalandırılmasına ilişkin” bir yasa tasarısı üzerinde çalışılmıştı. Bu yönde hazırlanan yasa tasarısı sonunda Anayasa Konseyi’ne taşınmış, Konsey de 28 Şubat 2012 tarih ve 647 sayılı kararıyla tasarıyı anayasaya aykırı bulmuştu.

 

Bu konuda Fransa özeli dışında asıl önemli olan, soykırımın inkârını Ceza Kanunu’na (md 261/4) taşımış olan İsviçre’nin AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) tarafından AİHS’in (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddesini ihlalden mahkûm edilmesidir. Nitekim AİHM Büyük Dairesi, 15 Ekim 2015 tarihli Perinçek kararında, Doğu Perinçek’in “Ermeni Tehcirinin soykırım olarak tanımlanamayacağı” ifadesinin, İsviçre Ceza Kanunundaki soykırımın inkârı suçuna tekabül ettiği gerekçesiyle cezalandırılmasını AİHS’in 10. maddesine aykırı bulmuştur.

 

Avukat Dr. Deniz Akçay’ın AVİM (Avrasya İncelemeleri Merkezi) yayınlarından Ermeni Araştırmalar Dergisi'nin Mayıs nüshasında çıkan “AİHM’in Perinçek kararı: “Soykırım inkârı”/İfade özgürlüğü ikileminin aşılabilirliği” başlıklı makalesinde altını çizdiği gibi, Büyük Daire’nin bu kararı tüm üyeleri bağlayıcı bir yorum değeri (res interpretata) taşıyor. Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, AİHM’in Ermeni Tehcirinin soykırım kabul edilmemesi ile Yahudi soykırımının inkârını farklı değerlendirmiş olması.  Buna göre, “Ermeni Tehciri soykırım değildir” demek, nefret söylemi ve/veya şiddete teşvik içerikli olmadığı takdirde, 10. maddedeki ifade özgürlüğü kapsamına giriyor ama aynı şey Yahudi soykırımı için geçerli değil.  Çünkü AİHM, tarihsel gerçekliğinin saptanmış olmasından çok, “Yahudi soykırımını inkârın temelinde antidemokratik, ırkçı bir ideolojinin gizlendiğini kalıcı bir veri olarak vurgulayarak,  bu kategorideki söylemi sürekli bir risk olarak değerlendirmiş, bu konuda âdeta bir “postulat” yaratmış” bulunuyor.

 

AİHM’in Ermeni Tehciri ile Yahudi soykırımı arasında yaptığı bu ayırım, Erivan’ın söz konusu stratejisinin hukuki ayağının iflası anlamına geliyor. Çünkü soykırımın inkârının yasaklanmasına ilişkin yasal düzenlemelerde bugüne kadar Yahudi soykırımıyla ilgili yasalar örnek alınıyordu. AİHM’in Perinçek kararında da altı çizildiği gibi, soykırımın inkârı aslında uluslararası sözleşmelerde öngörülen bir suç değil. 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi Sözleşmesi’nin 3. maddesine göre cezalandırılması gereken fiiller arasında ifade özgürlüğü alanıyla irtibatlandırılabilecek tek fiil (c) bendindeki “soykırım işlemeye doğrudan ve aleni surette kışkırtmak” ki bunu, Akçay’ın vurguladığı gibi, ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmek mümkün görünmüyor. Burada Ceza hukuku bakımından “suça azmettirme”,  hatta “suça iştirak” olarak nitelendirilmesi gereken bir durum söz konusu.

Sonuç olarak, Ermenistan’ın hukuki ayağı Perinçek kararıyla çökmüş Türkiye’yi köşeye sıkıştırma stratejisinin siyasi düzlemde yürütülmesinin bölgenin barış ve istikrarı açısından da anlamı kalmamış durumda. Yüzyıl öncesinin çatışma ortamı yaratılarak intikamının alınması söz konusu olmadığına göre, Erivan’ın bir an önce Türkiye’nin 1915’le yüzleşmesini sine die (süresiz) öteleyen bu stratejiden kendi çıkarları bakımından artık biran önce vazgeçmesinde yarar var.  

 

Bundestag’ın aldığı karara gelince, şu sorunun yanıtına göre değerlendirmek gerekir: iflas ettiğini ortaya koyduğum Türkiye’yi sıkıştırma stratejisini Almanya dâhil Batı ülkelerine Erivan mı dayatıyor, yoksa onlar mı bu politikayı Erivan’a dayatıyorlar? Ermeni meselesi bir şantaj aracı, bir sopa olarak kullanılıyor diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre, ikinci şık geçerli. Öyleyse eğer, 1915’le yüzleşmenin sine die ötelenmesi doğal değil mi?   

 

 

 

 

 

 

     

 

 

 

- Advertisment -