Suriye’de Türkiye’nin istediği yönde bir çözümden uzaklaşıldıkça, bazı kalemlerin öfkesi artıyor. Batı’ya sert ifadelerin yanısıra, “bu bir din savaşıdır” diyenler de çoğalıyor. Batı’nın Hıristiyan olması ve özellikle ABD’nin bölgedeki değişken siyaseti, bazı çevrelerde, Batı karşıtı analizlere neden oluyor.
ABD yönetimindeki dindar damar, rahip Brunson krizinde net bir şekilde kendini göstermişti. Ancak, ABD’deki tepkinin diğer bir nedeni de, Brunson’un çok da inandırıcı olmayan gerekçelerle tutuklandığını düşünmeleriydi. Her şeyi komplolarla açıklamaya yatkın bir kültürümüz var.
Örneğin DEAŞ meselesi. “Bu bir ABD tezgahıdır” diyerek durumu kolay yoldan izah etmeyi tercih edenlerin sayısının çokluğu dikkat çekici. Evet, ABD’nin bölgedeki bazı grupları yönledirdiği bir gerçek. DEAŞ içinde de adamları bulunuyordur.
Peki din adına savaştığına inanan ve kör bir fanatizmin esiri olmuş “bölge insanlarını” nereye koyacağız? Bölgedeki kargaşayı sadece “bölgedeki insanların Müslümanlığı” na bağlamak ne kadar yanlışsa, her şeyi “Batı’nın İslam düşmanlığı”yla veya “Batı’nın sömürgeci kültürüyle” açıklamak da o kadar yanlış.
Despotik yönetimler
Ortadoğu ülkeleri, çok uzun yıllardır, diktatörlerce yönetiliyor. Bunda Batı’lı ülkelerin de sorumluluğu var. Batının bu bağlamda çifte standartlı bir politika izlediği de ortada. Ancak bu ülke halklarının, siyasetçilerinin otoriterliğe yatkın bir kültüre sahip olduklarını da inkar edemeyiz.
İslam dünyasının büyük kısmı hem ekonomik hem kültürel yoksulluk içinde ve büyük ölçüde otoriter rejimler tarafından yönetiliyor. Bazı Batılı ve seküler yorumcular bunun nedenini dinle açıklamayı tercih ediyor. Oysa, “Müslüman dünya”ya baktığımız zaman, Afganistan da var, Malezya da var, Dubai de var, Bosna ve Türkiye de var. Farklı ülkelerin Müslümanlarının yaşamı ve dini algılayışları, uygulamaları birbirinden çok farklı.
Hatta Türkiye’nin farklı bölgelerindeki Müslümanlık anlayışları arasında bile ciddi farklar var. Bütün bu farklılıkları gözardı edip, her şeyin sorumlusu olarak dini gösterenlerin konuyu basite indirgediğini söylemek mümkün. İslam dünyasının ciddi bir kriz yaşadığını, artık hemen herkes söylüyor.
Bu krizin siyasetle ilişkisi de değerlendiriliyor. İslam dünyasındaki krizin toplumsal, ekonomik, coğrafi vb. birçok nedeni bulunuyor. Bunların aşılması adına yapılabilecek birçok farklı şey var… “Sorunun nedeni dindir” ve “sorunun çözümü dindir” gibi yaklaşımların ise sığ ve tek boyutlu kaldığını görüyoruz.