Bu dünya insan için kafi idi. Bu dünyada insan en güzel, en büyük, en bahtiyar olacak mahluktu. O halde niçin sokakta çıplak çocuklar, aç gezenler, işsiz delikanlılar, titreşen köylüler, yalnız namazlarını ve torunlarını seven ihtiyarlar vardı? Sait Faik Abasıyanık/ Sarnıç öyküsü
Özgecan’ın katilinin cansız bedeninin bilinmeyen bir mezarlığa isimsiz bir şekilde gömülmesini sağlayarak ne kadar vicdanlı bir toplum olduğumuzu en azından kendimize gösterdik. Bu olaydan sonra evlerimize çekilerek kendi küçük dünyamızda mutlu ve huzurlu yaşayabiliriz.
Peki gerçekten öyle mi? Kaldı ki işlediği suç ne olursa olsun bir ölüye eziyet etmek onun için toplumsal baskı uygulamak hiçbir vicdanı rahatlatmaz, aksine kendi kötülüklerimizi başkalarının üzerinden aklamış oluruz… Ülkemizde 2.5 milyonun üzerinde savaştan kaçmış yaşamaya tutunan mülteciler yaşıyor. Türkiye devlet olarak bütün dünyaya bu anlamda ne kadar insancıl devlet olduğunu gösterdi. Üzerine düşeni yapıyor, yapmaya da devam ediyor. Cebberrut olduğunu düşündüğümüz devlet, bu insancıllığı yapmaya çalışırken biz neler yapıyoruz ona bakmalı.
Mültecilere vebalı insanlarmış gibi davranıyor birçoğumuz. Mültecilere yönelik ırkçı yaklaşımları, görüyor, duyuyoruz. Modern Avrupa insanlıktan sınıfta kaldı, bunu açıkça görsek de Danimarkalı bir polisin mülteci bir çocukla oyun oynamasını sosyal medya hesaplarımızdan paylaşıyoruz “ Medeni insanlar ne de olsa” diyerek öykünüp duyarlılık satıyoruz karşılıklı. Aynı Danimarka’nın kanun çıkararak mültecilerin bütün parasına el koymasına sesimiz çıkmıyor nedense… Modern Avrupa’nın baştan aşağı ırkçılıkla kaplanması bizi şaşırtmıyor, aksine ‘huzur kaçıran’ insanlar olduğunu gördüğümüz mültecilerin de ülkemizden gitmesini yüksek sesle dile getirenler oluyor. Bunların kendilerini öykündükleri Avrupalı kadar modern sayması şaşırtıcı gelmiyor bana…
Geçen yaz Ege Denizi mülteci mezarlığı oldu tabiri caizse. Yunan adaları üzerinden Avrupa’ya kaçmak isteyen mültecilerin birçoğu denizde boğuldu. ‘Aylan’ çocuğun bedenleri kıyıya vurduğunda gördük onları. Birkaç gün duyarlı ‘insan’ gibi yapıp hayatımıza devam ettik. Gündüz insanların denize girdiği yerlerden geceleri mülteciler botlara bindi, ölüm denizine dönen denizde yüzmek kimseyi rahatsız etmedi. Gözümüze sokakta kıyıda bir parkın köşesinde ilişen mülteciler olmasa her şey çok güzel olacaktı. Rahatsız edici görüntülerini görmezden geldi kimimiz, kimimiz kafasını çevirdi. Bir an önce botlarına binip gitsinler der gibi… Denizde hayatlarını kaybedenlerin birçoğunun üzerinden kimlik belge çıkmadı. İzmir Bayraklı’da ‘isimsizler mezarlığına’ gömüldüler. Sanki hiç doğmamış gibi…
Bütün bunlar olurken rahatsız olmayan, denizine güle oynaya giren insanlar birden ayaklandı. Avrupa ile imzalanan mülteci anlaşmasından sonra Dikili’ye mülteci kampının yapılması ayaklandırdı bu insanları. Küçük, huzurlu mutlu hayatlarına dokunacaktı, onları rahatsız edecekti bu kamp… Dikili’ye destek ülkenin ‘aydınlık yüzlerinden’ geldi hemen. Sosyal medyada açılan #DikiliAyağaKalk KampaHayırDe tagına “Bu gece ülkemizin aydınlık yüzü İzmir'e Türkiye'nin her yerinden destek veriyoruz” diye destek istedi CHP’li Oya Ağırman. CHP’li vekil bu ırkçılığını şöyle savunuyor: “Şehirlerde mülteci kampı istememek insanilik dışı bir davranış değil, Avrupa'da istemiyor ki AKP ye yıktı” Günümüzün ‘modern, aydın’ yüzü böyle bir şey sanırım. Hem ırkçı olacaksın hem mülteci karşıtı. Hem de bu topraklara başka yerlerden göç ederek yerleşik medeniyetlerin üzerinde kurulduğunu unutacaksın… Oya hanım haklı aslında zaten vekili olduğu partisinin Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da seçim vaadi olarak mültecileri geri gönderme sözü vermişti seçmenlerine. Allahtan kazanamadı da bir insanlık dramına daha tanık olmadı bu topraklar…
Güzel bir veda, güzel bir adam
İnsanı mutlu eden yarınlara dair umutla bakmasını sağlayan olaylarda olmuyor değil. Mültecilere karşı yayılan ırkçılık dalgasına karşı sessiz yardım edenler, onlara kucak açan insanlarımız da var. Ve bunlar da azımsanmayacak kadar çoklar. Geçen gün Berat Özipek, Serbestiyet’te yazdı Gaziantep’te panoya asılan yazıyı. Son zamanlarda hiçbir yazı bu kadar içime işlememiş ruhumu titretmemişti. Bir mülteci ailenin panoya bıraktığı veda mektubunun bir cümlesini alıntılayarak, yazıyı okumanızı tavsiye ederim. “Sizleri çok sevdik. Bizden veya çocuklarımızdan herhangi bir kusur çıktıysa çok özür dileriz.” İşte bu sözlerle veda etmişti mülteci aile iki yıl birlikte yaşadığı Gaziantep’deki komşularına…
Şarkılarını çok sevsem de hiçbir zaman kalbimi bu kadar kazanmamıştı. Bundan sonra ne yaparsa yapsın bende kredisi sonsuz o kadar kazandı yani. Teoman, dünyadaki mülteci sorununa dikkat çekmek için bir şarkı sözü yazıp besteledi. Bununla da kalmayıp bir mülteci çifti oynattı klibinde. ‘Limanında’ şarkısının sözleri de çok anlamlı. Ne ateşler yanıyor/Ne ateşler sönüyor/Ne savaşlar oluyor/Ne gidenler dönüyor/Limanında gemiler var mı? Sinirlerim laçka dolunaydan mı?Ter içinde heyecandan mı? Kalbinde bana yer var mı? Hücremdeyim cezam müebbet/Prangam yüreğimde/Tanrı verir bu kez belki de/ Yarattığına merhamet.
Teoman’ın şarkısının sözleri bana çocukken duyduğum bir Karadeniz atasözü hatırlattı: “Hepimiz, dünyalıyız çamaşırlarımızı aynı güneşte kurutuyoruz.” Bu ülke bizim olduğu kadar, savaştan ölümlerden kaçarak bize sığınan merhamet bekleyen insanlarındır. Hepimize yeter…