Geçtiğimiz hafta sonu İstanbul Üniversitesi’nde Hukukçular Derneği’nin ev sahipliğinde “Dünyada ve Türkiye’de darbe yargılamaları” uluslararası sempozyumu düzenlendi. Pazartesi günü kısıtlı katılımlı bir çalıştayla devam eden sempozyuma İspanya, Yunanistan, Arjantin ve Şili’den de konuşmacılar katıldı.
Sempozyumda İspanya, Eski Meclis Başkanı (2008-11) ve eski Savunma Bakanı (2004-06) José Bono Martínez başkanlığında bir heyetle en üst düzeyde temsil edilen ülke oldu. Ama gerek 23 Şubat 81 darbe girişiminin başarıya ulaşmaması, gerek darbecilerin yargılanmasının parodiye dönüşmesi nedeniyle, İspanya darbelerle mücadele konusunda daha çok ordunun sivil denetimini sağlayan reformlarıyla örnek oluşturuyor. Türkçeye çevrilmiş olan Narcis Serra’nın “Demokratikleşme sürecinde Ordu” başlıklı kitabı nedeniyle Türkiye’de artık az çok bilinen bu konu üzerinde durmayacağım.
Aslında Yunanistan Albaylar Cuntası’nın da gerilerde kaldığı (1967-74) ve özellikle komşu ülkenin 1981 yılından bu yana İspanya gibi AB üyesi olduğu göz önüne alınırsa, bu konuda Türkiye ile asıl benzerlikler gösteren ülkelerin Arjantin ile Şili olduğu sempozyum vesilesiyle gün yüzüne çıkmış oldu. Bu iki Latin Amerika ülkesinden Şili, General Pinochet darbesinin ertesinde yürürlüğe giren 1980 tarihli Anayasası’nda 1989’dan bu yana defalarca değişikliğe gittiği halde, yeni bir anayasa yapamadığı için Türkiye’ye çok benziyor.
Başkanlık sistemiyle yönetilen Şili’de geçen yıl ikinci kez Başkan seçilen Michelle Bachelet, 12 Ekim 2015 tarihinde yaptığı konuşmada, Şili’nin “ halk iradesini yansıtan demokratik bir yeni anayasaya ihtiyaç duyduğunu” vurguladı. Başkan Bachelet bu konuşmasında Kongre’ye (Meclis + Senato) 2017’de yenilenecek olan yasama organının yeni bir anayasa yapmakla görevlendirilmesi için dört seçenek sunulacağını dile getirdi. Sempozyumda değinilmekle yetinildiği için bu konuda da ayrıntılara girmiyorum.
Arjantin Anayasası’nda yapılan 1994 değişiklikleri
1976’dan 1983 sonuna kadar askeri cuntalarla yönetilen Arjantin, yazımın başlığında yer alan iki konuda da Türkiye için örnek oluşturuyor. Arjantin’in Las Malvinas (Falkland) bozgunu ve beraberinde gelen derin ekonomik krizle ancak içinden çıkabildiği bu karanlık dönem, faili meçhulleri, bebek hırsızlıkları, ciddi insan hakları ihlalleri ve korkunç işkenceleriyle biliniyor. Arjantin bu dönemde öylesine ağır bir insani fatura ödedi ki demokrasinin yeniden tesisiyle birlikte mağduriyetlerin giderilmesine önem ve öncelik vermek zorunda kaldı. Bu konuyu bir sonraki alt başlık altında biraz açacağım.
Arjantin’de Askeri Cunta yönetime el koyduğunda, o zamana kadar altı defa değişiklik yapılmış olan 1853 tarihli anayasa tümüyle yürürlükten kaldırılmadı. Cunta, daha önceki askeri müdahalelerde olduğu gibi, anayasanın da üzerinde yer alan dört normatif metinle ülkeyi yönetti. Bu metinler, 1983’te demokrasiye geçilmesi ve Raúl Alfonsín’in Başkan seçilmesi ile düşmüş oldu.
Alfonsín döneminde Arjantin’de darbe yargılamaları da başladı. Konuşmacılar zaman darlığı ve Türkiye’de hiç bilinmediği için bu konuyu tüm ayrıntılarıyla anlatamadı ama çalıştayda altı çizilen konulardan biri, 1994’te yapılan son anayasa reformu oldu. 1853 anayasasını önemli ölçüde modernleştiren 44 maddeden oluşan bu anayasa reformuyla darbelere karşı bir koruma mekanizması geliştirildi. Bu bağlamda anayasanın başta 36. maddesi olmak üzere 29 ve 43. maddelerini Türkiye’de Yeni Anayasa çalışmalarında değerlendirmek üzere zikretmekte yarar var.
36. maddenin ilk fıkrası özet olarak, Arjantin askeri darbeler geleneğini göz önüne alarak, “anayasanın demokratik sisteme ve kurumsal düzene karşı kuvvet eylemleriyle askıya alınması halinde de geçerliliğini sürdüreceğini” ve “bu eylemlerin kayıtsız şartsız batıl sayılacağını” vurguluyor. 2. fıkra, bu eylemlerin sorumlularının ömür boyu kamu haklarından yoksun kalacaklarını ve af ve ceza indirimlerinden muaf tutulacaklarını hükme bağlıyor. Bir sonraki fıkra, bunun sonucu olarak anayasada kayıtlı görevleri zorla ele geçirmiş olanların da aynı yaptırımlara tâbi tutulacaklarını vurguluyor.
Aynı madde ayrıca “yurttaşların bu maddede zikredilen güç eylemlerine karşı direnme haklarının bulunduğunu” hükme bağlıyor. 43. madde, her bireyin, başka yargı yolları kalmadığı takdirde, anayasa, uluslararası sözleşme veya yasada tanınan hak ve güvencelerin kamu yetkililerinin ihmali ya da keyfi tutumlarıyla kısıtlanmasına karşı başvuru hakkı olduğunu zikrediyor. Arjantin’de Anayasa Mahkemesi olmadığı için bu başvuru anayasaya aykırılıkta da yetkili olan doğal yargıca yapılıyor. Bu nedenle 43. madde, yargıcın uygun görmesi halinde hak mahrumiyetine yol açan normların anayasaya aykırılığına karar verebileceğini zikrediyor.
29. madde ise özetle yasamanın merkezi ya da yerel yürütmeye bireylerin onuru ya da servetine yönelik olağanüstü yetkiler devredemeyeceğini, bu tür yetkilerin batıl olduğunu ve buna imkân veren kararları imzalayanların cezai sorumlulukları bulunduğunu hükme bağlıyor.
Mağduriyetlerin giderilmesini öngören yasalar
Arjantin’de son askeri cunta döneminde siyasi nedenle tutuklu kalanlara, işkence görenlere ve kaybolanların yakınlarına itibarlarının iadesinin yanı sıra aylık bağlanmasını ve tazminat ödenmesini öngören yasalar var. Çeşitli yasalarla tazminat talebinde bulunmak için belirlenen süreler sonradan kaldırılmış bulunuyor. Başka bir deyişle mağduriyetlerin giderilmesinde artık, insanlığa karşı suçların yargılanmasında olduğu gibi, zaman aşımı yok.
Sempozyuma katılan UNESCO’ya bağlı İnsan Haklarının Geliştirilmesi Uluslararası Merkezi CIPDH (Centro Internacional para la Promoción de los Derechos Humanos) direktörü Bayan Adriana Arce, söz konusu yasalarla neler elde edilebileceğini ortaya koymak için kendi hayatından somut örnekler verdi. Askeri Cunta döneminde beş yılı aşkın bir süre cezaevinde kaldığını belirten Adriana Arce, sonunda itibarının iadesinin yanı sıra, yaklaşık 700 dolar aylığa hak kazandığını, ayrıca tutukluluk dönemi için toplam 150 bin dolara tekabül eden miktarda tazminat aldığını açıkladı. Arce tutuklandığı dönemde hamile olduğunu ve kendisine zorla ve anestezisiz kürtaj yapıldığını, bu muamelenin işkence olarak kabul gördüğünü ve mağduriyetinin giderilmesi kapsamında kendisine ayrıca yaklaşık 150 bin dolar daha tazminat ödendiğini belirtti.
Adriana Arce’nin verdiği örneklerden anlaşılacağı gibi, darbelerden Arjantin gibi çok çeken Türkiye’nin, darbe yargılamalarında olduğu gibi, mağduriyetlerin etkin biçimde giderilmesi konusunda da önünde kat etmesi gereken uzunca bir yol bulunuyor. Bu yolda Arjantin’in deneyimlerini, hem Yeni Anayasa, hem de mağduriyetlerin giderilmesi konusunda yasal düzenlemeler yaparken örnek almasında yarar var kuşkusuz.