Sanırım 1990’lı yılların başıydı… Şimdi hangisi olduğunu hatırlayamayacağım bir mizah dergisinin kapağında, boyunlarına bağlı birer ağırlıkla denize atlayıp intihar etmek üzere olan iki evsizin kavgaları karikatürize ediliyordu. Evet, boyunlarındaki ağırlıklardan başka kaybedecekleri hiçbir şeyleri olmayan bu iki yoksul, intihardan hemen önce kavga edecek bir neden bulmuşlardı ve belki de bu sayede intihardan vazgeçip biribirlerine gireceklerdi.
Kavganın konusuna gelince…
Müstakbel müntehirlerden biri öbürüne soruyordu: “Laik misin Müslüman mısın?”
Elcevap: “Sen onu boşver de söyle: Alevi misin Sünni misin?”
Gürbüz Özaltınlı’nın “Sol”un hoşgörü sınırları ve benim hikâyem” başlıklı yazısını okuyunca (Serbestiyet, 5 Ocak) aklıma hemen bu karikatür geldi. Çünkü ben, Özaltınlı’nın yazısının temel meselesi olan arkadaşlıkların, dostlukların ideolojik ayrı düşmeler nedeniyle son bulmasındaki asıl nedenin, hayatlarımızın ideoloji ve siyasetle lüzumundan fazla dolu olmasından kaynaklandığı kanaatindeyim. İdeolojik ve siyasi yaklaşım her şeyi azamî ölçüde domine ettiğinde, arkadaşlıklardan ve dostluklardan da önemli hale geliyor ve ortaya Gürbüz Özaltınlı’nın iç sızısıyla aktardığı durumlar ortaya çıkıyor.
Yukarıda aktardığım karikatür, ideoloji ve siyasetle haddinden fazla dolmuş, dolayısıyla kendisininkine benzemeyen ideolojik-siyasi yaklaşımlar karşısında her şeyi yakacak bir ruh kıvamına gelmiş insanları pek güzel tanımladığı için o zamanlar beni çok çarpmıştı. Karikatürün 25 yıllık bir geçmişi olduğunu aklımıza getirdiğimizde anlıyoruz ki, bu halimiz yeni de değil.
Parantez: Muhafazakârlar daha mı hoşgörülü?
Peki, bu açıdan muhafazakârların solculardan daha hoşgörülü olduğu söylenebilir mi? Gürbüz Özaltınlı, bu noktada Ceren Kenar’ın ABD’de yürütülen bir araştırmanın sonuçlarını aktardığı yazısını (“Gayrı-liberal liberaller”, Serbestiyet, 5 Ocak) hatırlatıyor… Araştırma, soruyu “evet” diye cevaplıyormuş:
“Liberaller mi daha hoşgörülüdür, yoksa muhafazakârlar mı? Veya farklı görüşlere ‘ilericiler’ mi daha tahammül sahibidir yoksa ‘gericiler’ mi?
“Saygın araştırma şirketi Pew'un son araştırması siyaset teorisinin uygulamada epey farklı sonuçları olabileceğini gösteriyor.
“Araştırma sonuçlarına göre ABD'de liberallerin siyasi farklılık yüzünden hem sosyal medyada, hem de gerçek hayatta arkadaşlıklarını sona erdirme oranı muhafazakârlardan daha yüksek.
“Yani ABD'de kendisini ‘ilerici’ olarak tanımlayanların siyasi görüşlerine katılmadıkları arkadaşları ile gerçek hayatta selamı sabahı kesme oranı da, sosyal medyada arkadaşlıktan çıkarma oranı da muhafazakârlara göre ciddi oranda fazla.”
Ceren Kenar’a göre, herhangi bir araştırma yapılmamış olsa da, “Bu eğilim aslında Türkiye'de de anektodal anlamda desteklenebilen bir olgu”dur. Yani: “Türkiye'de de kendini sol ve ilerici olarak tanımlayan insanların hem bireysel anlamda, hem de siyaseten kendinden farklı hayat biçimlerine veya siyasi görüşlere karşı tahammülsüz olduğunu gözlemlemek mümkün.”
Ölçü: Kutuplaşmanın merkezine olan uzaklık
Ben, genel bir “ilerici, solcu” ve yine genel bir “muhafazakâr” kategorisi belirleyip, bunlardan ikincinin daha “hoşgörülü” olduğu tespitinin Türkiye için geçerli olduğundan o kadar emin değilim. Bence, yukarıda da değindiğim gibi, burada asıl belirleyici olan şey, araştırmada örneklem olarak alınan muhafazakârların ya da sol-liberallerin ne ölçüde politikleşmiş oldukları, başka deyişle Türkiye’deki politik kutuplaşmanın merkezine olan uzaklıkları ya da yakınlıklarıdır. Mesela nispeten daha az politikleşmiş (Türkiye’den konuşuyorsak “kutuplaşmamış”) muhafazakârlarla, aşırı ölçüde politikleşmiş (“kutuplaşmış”) “ilerici-solcu”ları karşılaştıran bir araştırma yapılsa, eminim ki muhafazakârlar öbeği daha “hoşgörülü” çıkacaktır. Fakat hemen ilave edeyim, bunun tersi de doğrudur: Yani nispeten daha az politikleşmiş liberal-solcularla, aşırı ölçüde politikleşmiş (“kutuplaşmış”) muhafazakârları karşılaştıran bir araştırma yapılsa, eminim ki sol-liberaller öbeği daha “hoşgörülü” çıkacaktır.
Karşıtını, ontolojik varlığına tehdit olarak gördüğünde…
Nedeni açık: Kutuplaşmış duyguların en yoğun olduğu merkeze yaklaşıldıkça, her kutup, yekdiğerini kendi ontolojik varlığını berhava edecek bir iblis gibi görür. Böyle bir tarihsel momentte en can sıkıcı şey, “kendinden” bildiklerinin “karşı taraf”la ilgili olarak “düşman” tanımı dışında tanımlar yapmaya başlamasıdır. Metafor olarak anlaşılmasın: “Düşman” derken tastamam düşmandan söz ediyorum. Düşünün ki gerçek bir savaş içindesiniz (en azından sizin algınız öyle) ve bir bakıyorsunuz, birlikte olduğunuzu düşündüğünüz birileri “düşman”a karşı sadece soğukkanlı, nesnel eleştiriler yöneltiyor ve “düşman”ın olumlu bir şeyler de yapabileceğinden, öyle durumlarda onun desteklenebileceğinden söz ediyor…
Bunu yapanın siz olduğunuzu düşünün; böyle bir durumda, bir zamanlar ortak “cephe”de yer aldığınız arkadaşlarınızdan, dostlarınızdan insanî ilişkilerin devamını beklemeniz gerçekçi olur mu?
Olumsuz duyguların yoğunlaşıp sertleşmesiyle hoşgörü arasında ters bir ilişki vardır. Siz eğer farklılaşmakta olan siyasi-ideolojik görüşlerinizi nispeten ılımlı karşıtlıklarla belirlenen bir ortamda serdetseydiniz, arkadaşlarınızdan, dostlarınızdan, “ilişki kesme”yi içermeyen daha makul tepkilerle karşılaşacaktınız. Ne var ki sizin siyasi mücadele olarak gördüğünüz şey, onlara “düşmana karşı verilmekte olan bir savaş” olarak görünüyor; dolayısıyla sizin içiniz sızlasa da, onlar herhangi bir vicdan yükü taşımadan sizi terk edebiliyorlar.
Kendisini savaş içinde gören Türkiye’nin sol-liberallerinin bu savaşta kullandıkları yöntemler ile Gürbüz Özaltınlı’nın payına düşenlere geçmeden önce bir daha belirteyim: Gürbüz Özaltınlı’nın muhafazakâr cephedeki muadilleri de onun uğradığı muameleyle karşılaşıyorlar; arkadaşları, dostları tarafından dışlanıyorlar, terk ediliyorlar.
‘Yöntemler’ bahsi…
Boğazına kadar siyasetle dolu olanların ve siyaseti “düşman”a karşı yürütülen bir savaş gibi algılayanların, artık kendileri gibi düşünmeyen arkadaşlarıyla yollarını ayırmalarını onaylamasam bile anlayabiliyorum. Fakat anlayamadığım nokta, bunu, aslında inanmadıkları suçlamalar eşliğinde yapmaları…
Belki bazı örneklerde bu türden suçlamalar yerinde de olabilir. Fakat mesela ideolojik nedenlerle Gürbüz Özaltınlı gibi biriyle arkadaşlık bağlarınızı koparmaya karar verip de bunu bel altı vuruşlar eşliğinde gerçekleştirdiğinizde, eyleminize kaçınılmaz olarak ahlakî bir ihlâl de eşlik edecektir.