Geçen gece, o an için ihtiyaç duyduğum bir kitabı neredeyse yarım saat aramama rağmen bulamayınca, çoktandır kaytardığım bir işi artık daha fazla erteleyemeyeceğimi anladım. Kütüphanede, hiçbir kitap kendi rafında değildi. Mesela Tomris Uyar şiir bölümünde Edip Cansever ile hasbihal ediyor; Kafka dersen, Bin Bir Gece Masalları’nın 5. cildi ile 6. cildi arasına sıkışmış Milena’ya Mektuplar yazıyor, Gabriel Garcia Marquez, büyük savaşları anlatan asık suratlı bir tarih kitabının bir ve ikinci ciltleri arasında, öylece durmuş, Albaya Mektup Yok, diye dertleniyordu.Bu düzensizlik ileride başıma aradığım kitabı bulamamaktan daha büyük işler açabilirdi. Olay ”Raflarını karıştıran kitaplar” boyutunu aşıp ”kitaplarını karıştıran kahramanlar”a dönüşebilir ve bir dahaki sefere, Sherlock Holmes’ü Doktor Watson’la birlikte Halide Edip Adıvar’ın Yolpalas Cinayeti’ni çözerken bulabilirdim.Radyoyu açıp Billie Holiday’in sesi eşliğinde, bi’ gayret, rafları boşaltmaya başlamıştım ki, birden sararmış yapraklarıyla onu gördüm, eski dostum Red Kit’i.80’lerde, gazetelerde bir çizgi roman furyası başlamıştı: Teksas, Tommiks, Zagor, Red Kit, Tentenlerle biraz renk gelmişti hayatımıza. İçlerinden en sevdiğim, vahşi batının yalnız kovboyu Red Kit’di. Pazar sabahları ilk iş bakkala gider bir Milliyet gazetesi alırdım. Her defasında daha eve varmadan, ”Bakalım bu sefer Daltonlar neler yapmış,” diyerek yeni macerayı okumaya başlardım. Çizgi filmini de kaçırmazdım.Şimdi hafızamı yokladığımda okuduğum ya da izlediğim hiçbir maceradan iz bulamadım. Sadece tek bir imgeye rastladım Red Kit’e dair: Gölgesine. Çizgi filminin jeneriğinde, Red Kit, gölgesi ile düello yapar ve daha gölgesi silahına davranmadan, o rakibine galebe çalardı. Gölgesi ile yaptığı düello, kahramanımızın gölgesinden bile daha hızlı silah kullandığını ispatıdır.İşte, Red Kit’ten aklımda geriye kalan bu sahne, gölge mefhumunun peşine takılıp ”gölge”nin metaforik anlamlarının izini sürmeme neden oldu. Gölgeyle haşir neşir olunca bu basit fiziki hadisenin tuhaf ve derinlikli bir gizeme sahip olduğunu gördüm. Hem sembol, hem mit hem de metafor olarak nadir rastlanır bir anlam zenginliğine sahipti ve gelişkininden en ilkeline kadar bütün gelenek ve kültürlerde özel bir yeri vardı.Gölgenin algılanışını modernizm ve modernizm-öncesi olarak ikiye ayırabiliriz kanaatimce. Modernizmden önce gölge sığınılacak bir şey, adeta insan ruhunun görüntüsü olarak algılana gelmişken, modernizm ile birlikte meşum bir imgeye dönüşür.Carl Gustav Jung gölgeyi, insan doğasının karanlık tarafı olarak tanımlar ve ayrılmaz parçamızdan şöyle bahseder: ”Gölgesi tarafından ele geçirilen insan daima kendi ışığını keser ve kendi tuzağına düşer. Eline geçen her fırsatta başkaları üzerinde olumsuz bir izlenim bırakmayı seçer. Çoğunlukla şanssız kişi konumundadır. Çünkü kendi düzeyinin altında yaşar, olsa olsa kendine iyi gelmeyen şeylere ulaşabilir. Tökezleyeceği bir eşik yoksa da yaratır, üstelik de faydalı bir şey yaptığını sanır.” (Dört Arketip, Metis Yayınları, çev. Zehra Aksu Yılmazer)Bir tek tanrı itikadı dışında bütün dual, tripl ve multipl inanç sistemlerinde gölge kavramının güçlü bir sembolizmi vardır ve Jung’da mitlerdeki bu sembolizm bolluğundan yola çıkarak gölge arketipini oluşturmuştur.Gölge, en kısa tabirle,modernizm de anti-insandır. İnsan doğasının olumsuz yönlerinin tümünü kendinde toplamıştır. Ve kanaatimce, gölgeye atfedilen bu meşum rolün temelinde, Hıristiyanlık’ta şeytana biçilen rolün büyük etkisi vardır. Hıristiyanlıkta Şeytan, Tanrı’nın rakibi olarak tanımlanır. Onun da kendine ait, “Karanlıklar Dünyası” olarak anılan bir alemi vardır. İblis, karanlıklar dünyasının prensi “Lucifer”dir. İslam’daki Şeytan’ın ise insan üzerinde hiçbir gücü, vehim ve vesvese vermesi dışında hiçbir etkileşimi yok iken, Lucifer’in insanlar ve nesneler üzerinde büyük bir gücü vardır. Batı’ya ait bu güçlü şeytan kültü, karanlığın, bilinmezliğin, kötülüğün mücessem hali demek olan bir “anti-tanrı” fikrinin doğmasına neden olmuştur. Bu ikililik hali insan ve gölgesinde de aynı formül üzerinden gider.Gölge metaforu, özellikle geleceğe dair belirsizliğin ayyuka çıktığı, müphemliğin kol gezdiği dönemlerde, bu algılayışın uzantısı olarak, edebi eserlerde ve diğer sanat dallarında da sıklıkla karşımıza çıkar. Tabiri caizse zamanın o saatlerinde gölgeler iyice uzar.Adel Bert Chossimo’nun, Fransız İhtilaline denk gelen ve aydınlanma döneminin vaatlerinin kimilerince coşkuyla kimilerince kuşkuyla karşılandığı bir dönemde, yazdığı Peter Schimel’in Olağanüstü Öyküsü’nü ele alalım. Peter gölgesini altın karşılığı şeytana satar. Bir süre sonra da yaptığına pişman olup gölgesini şeytandan tekrar satın almak ister. Ama şeytan yapılan anlaşmanın fesih edilemeyeceğini söyler. Yine de o kadar çok istiyorsa gölgesine kavuşmasının bir yolu vardır tabii. Eğer ruhunu ona satarsa…Bu pazarlık yeni yeni doğmakta olan modernizmin yeterince güçlendiğinde insanla girişeceği alışverişin metaforudur aslında. Ve aydınlanmanın, bize bir şey verirken kat be katını bizden götüreceği gerçeğini anlatır bize. Bu eserde gölge, karanlığa ve şeytani olana atfedilmemiştir henüz. Ama büyük bir değişimin de ipuçlarını barındırır. Şeytanın insanın gölgesini satın alarak kendi mülkiyetine geçirişi, ”gölge”nin modernizmdeki yeni imajının habercisidir.İlk büyük dünya savaşının harabeye çevirdiği insan ruhunun, sinema perdesine yansımış hali olan Dışavurumcu Alman Sinemasında gölge çok önemli bir yer tutar. Oyuncular kadar onların gölgelerinin de film de rol aldıklarını görürüz.
Red Kit’in gölgesi
- Advertisment -


