Ana SayfaYazarlarBelge’nin kaderi

Belge’nin kaderi

Sağ olsun Murat Belge benimle ilgili bir yazı yazmış. Birikim dergisinde çıkan “Mahçupyan’ın determinizmi” başlıklı yazı ‘SSCB ve Stalin’ konusu ile başlayıp ‘doğal’ bir geçişle ‘Türkiye ve Erdoğan’a bağlanıyor. Yazının ana fikri şu: Etyen Mahçupyan Erdoğan’ın ve AKP’nin yanlışlarını söylüyor ama sonunda “Bu ülkeye demokrasi getirme misyonunun, birtakım tarihî koşullar, güçler, eğilimler tarafından bu ülkenin siyasî İslâm’ına verildiğini düşünüyor… Böyle tarihî (ya da belki ‘ilâhi’) bir misyon var. ‘Kader’ mi dersiniz, ‘determinizm’ mi dersiniz ama bir güç var, demokrasiden hiç hoşlanmadığını her fırsatta belli eden önderi ve partisini demokrasiye götürecek.”

 

Belge bu ‘determinizmin’ açıkça yanlış olduğunu düşünüyor, çünkü ona göre “ben İslâmcıyım’ diyen birinin ‘demokrat’ olması da, ‘liberal’ olması da son derece zor.” Nitekim Belge’ye göre “Tayyip Erdoğan’ın tartışılmaz önderliğinde AKP ve orada temsil olunan İslâmcı siyasetten demokrasiye doğru yol alınamayacağı belli oldu.”

 

Tabii eğer İslamcıdan demokrat çıkmıyorsa, sosyalistten niye çıksın diye sorulabilir. Hatta eğer böyle bir genelleme doğru ise liberalden nasıl olup de demokrat çıkabildiği düşünülebiliyor diye de sorulabilir. İdeoloji ile zihniyet arasındaki ilişkiye ait sorunsala burada girme gereği yok. Ama en azından şunu anlıyoruz: Belge’ye göre İslamcılık sosyalizm, liberalizm, hatta belki Kemalizm’den de farklı nitelikte bir ideoloji. Diğerlerinden iyi bir şeyler çıkabilir olsa da bu İslamcılık denen şeyden çıkmıyor. İsteyen buna ‘kader’ veya ‘determinizm’ de diyebilir…

 

Belge samimi bir beyanda bulunmuş. Bende tarihsel determinizm ararken, kendi ideolojik ve belki de psikolojik genellemesini açıkça ortaya koymuş. Ancak meselenin esası başka yerde… Belge’nin gerçeklikle ilişkisinde… Bugün AKP’ye oy verenler arasında bu partinin ‘İslamcı’ olduğunu düşünenlerin oranı yüzde yirmiden fazla değil. Dahası herhangi bir partiye ideolojik nedenlerle oy verenlere baktığınızda en düşük oran AKP seçmeninde. Erdoğan geleneksel Müslüman kitleyi siyasi bağlamda İslamcılıktan uzaklaştırıp onları İslami bir kültürel kuşatma içerisine alma sayesinde, dindarlıkta bireyselleşmeyi mümkün kılan kişi. Aynı zamanda siyasi muhafazakâr olan bu kitleyi spontane Türkçülükten de uzaklaştırarak çok kimlikli bir ‘millet’ tanımına getiren kişi… Dolayısıyla Türkiye’nin tarihi ve ideolojisini veri aldığımızda, temelden bir demokratikleşme değişimini mümkün kılan kişi…

 

Belge şu noktada haklı: AKP’de de demokratik kültür eksikliği var ve ne Erdoğan ne de parti son dönemde bunu gidermek için bir şey yapmıyor. Hatta birçok zaman aksi yöndeki gidişatı besleyecek bir söylem ve tutum sergilenebiliyor. Ama ortada laik/sol kesimin anlamak istemediği bir gerçeklik de var: AKP çeperden gelerek merkezi yeniden tanımlayan, bu tanımlama işlemi sırasında kendi içinde dönüşen, bireyselleşen ve çoğullaşan bir ‘dindar’ kimliği üretti. Aksi halde yüzde kırka varan ve büyük ölçüde AKP referansı üzerinden siyasete eklemlenen bir orta sınıfın doğması da mümkün olmazdı, bu partinin yüzde ellilere varan bir oy alma potansiyeli yaratabilmesi de.

 

Türkiye’ye demokrasi muhafazakâr yeni nesiller üzerinden gelecek. Bu tarihi veya ilahi değil, sosyolojik bir gerçek. AKP de bunu taşıyabildiği ölçüde denklemde yer alacak. Dönüşüm o denli belirgin ki, memlekette kendisine ‘İslamcı’ diyenlerin oranı tek rakamlı hanelerdeyken, karşımızda en yanlış yaptığı zaman bile yüzde kırk alabilen bir ‘İslami’ parti var.

 

Yazıyı determinizme değinerek bitirelim… Murat Belge şöyle diyor: “AKP, başında gene Tayyip Erdoğan’la, bir başka performans da koymuştu ortaya. Tayyip Erdoğan ondan vazgeçti. Bundan sonra, bu yoldan bir daha dönüş yok.” Niye acaba? Erdoğan’ın değişememek gibi bir kaderi mi var? Yoksa Belge hayaliyle yaşadığı ve bir türlü gelmeyen bir başka ‘kadere’ hala inançla bağlı olduğu için mi?

- Advertisment -