1968 yılıydı, Türkiye kaynıyordu. Toplum hareket halindeydi. Türkiye değişiyordu. Başbakan Süleyman Demirel, gösterilerin ülke çapında yaygınlaştığı o günlerde akıllara yer eden şu sözü söylemişti: "Yollar yürümekle aşınmaz."
Biz gençler, sosyalist bir partinin Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) Meclis'teki varlığını umutla izliyorduk. En sevdiğimiz yazarların başında gelen Çetin Altan, milletvekili olmuştu. Onun o günlerin ruhunu yansıtan heyecanlı yazıları, dillerimizden düşmüyordu.
İstanbul'daydım, Tarsuslu bir sosyalist arkadaşım "Çetin Altan'ı Meclis'te dövdüler. Bir şeyler yapmalıyız" diye geldi. Altüst olduğumu hatırlıyorum. "Ne durumda" diye sormuştum. O arkadaşımla Çetin Altan'ı savunmak amacıyla çılgın projeler üretmiştik.
Çetin Altan, o günlerde bizim tek yol gösterenimiz sayılacak kadar etkiliydi. Dünyayı değiştireceğimize inanıyorduk. Hiç bir şeyden korkmuyorduk ve geleceğe büyük umutlarla bakıyorduk. Çetin Altan, bu dönemin simgesiydi. Dayak yemesi bizi sarsmıştı.
Nazım Hikmet
Saldırının ayrınıtlarını sonradan, öğrendik. Dönemin İçişleri Bakanı Faruk Sükan kürsüde konuşurken, Çetin Altan'a "Sen Nazım'a büyük şair demedin mi…" diye haykırdığında, Çetin Altan, "Evet şimdi de söylüyorum, Nazım Hikmet büyük şairdir" cevabını vermişti. İktidardaki Adalet Partisi'nin bir kısım milletvekili üzerine saldırmış ve onu linç etmeye kalkışmışlardı. Altan, ağır yaralanmıştı.(19 Şubat 1968)
Çetin abi, yıllar sonra, dayağın devamını şöyle anlatmıştı: "Bir santimetre beyaz etim yoktu, ama başımı saklamıştım bir banyo yaptım, yazımı da yazdım, ertesi gün çıktım geldim. Üç aya kalkamaz, kemikleri kırıldı diye konuşuyorlarmış, beni görünce hortlak görmüş gibi oldular."
Yaşam ustası
Tutkulu bir takipçisiyken yıllar sonra meslektaşı olmuş, yakından tanımak olanağını bulmuştum. Çetin abi, bir yazı ustası olmanın ötesinde, bir yaşam ustasıydı. Demokrasiyi, özgürlükleri, bunların hepsini daha güzel, daha dolu dolu yaşamak amacıyla savunurdu.
Dönemin ruhuhu yansıtan anıları, tarihe gönderme yapan araştırmaları, oyunları, romanları, köşe yazılarıyla bir kuşağın, belki de birkaç kuşağın gözdesi olmuş parlak bir yazardı. Onun tiryakileri vardı. Okurlar, o gazetesini değiştirince, onunla birlikte gazetelerini değiştirirlerdi. Mücadeleciydi, bazılarına göre kavgacı bir dili vardı. Ben onu, her savunduğu fikri militanca savunan birisi olarak tanımlamayı tercih ederim.
Militandı. Söylediklerinin arkasında dururdu. Geri adım atmayı sevmezdi.
Demokrasiyi görememek
88. yaş gününde, kendi geçmişini, Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu şöyle özetlemişti: "Artık anlaşılıyor ki ülkeme demokrasinin geldiğini göremeden ayrılacağım bu dünyadan.
Torunlarımıza bırakmayı hayal ettiğimiz ülke bu değildi. Gene de bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Menzil-i maksuda ulaşılamasa da çok yol katettik.
Bir ömür, sadece amaca ulaşmak için harcanmaz. O amaca doğru atılacak bir iki adıma yardımcı olmak için de harcanır."
Bu sözler onun umudunu koruduğunu, kazanımları küçümsemediğini gösteriyordu: "Yaralı bir devi ayaklarının üstüne koyabilmek için kuşak kuşak o devi sırtımızda taşıdık. Yaralarının iyileşeceğine, o devin ayaklarının üstünde duracağına olan inancımı hiç kaybetmedim. Bir gün bu ülke ayaklarının üstünde duracak. O zaman da, masaldaki gibi “sihirli kedinin çizmelerini” giyerek amacına doğru uçarak gidecek."
Son sözlerinden birisi şu olmuştu: "Hayallerinizden, ümitlerinizden, mücadelenizden vazgeçmeyin."
Çetin Altan, dünyaya anlam katan bir filozoftu. Eksikliğini her zaman hissedeceğiz.