Türkiye hâlâ sosyolojisi büyük kırılganlıklar içeren ve büyük dönüşümlere gebe bir ülke. AKP de bu dinamik sosyolojinin gerçekleri en iyi okuyan ve adapte olabilen partisi. O nedenle, seçimin ardından AKP’nin izleyeceği siyaset, tüm Türkiye’yi dönüştürme misyonu biçiminde devam etmek zorunda.
Seçimlere sayılı günler kala seçim sonrası ile ilgili öngörü ve spekülasyonlar arttı. Bunların bir kısmı anlamaya dönük analizlerken, bir kısmı ise aslında analizcinin isteklerini içeren birer “dilek kutusu” çalışması şeklinde .
Anlamaya dönük yapılan analiz ve tahminler, AKP nin tek başına iktidar olması ya da olmaması durumunda takınacağı tavrın ne olması ve ne olmaması gerektiği hususunda birbirlerine yakın şeyler söylemek durumundalar. Çünkü seçimden alınacak sonuç ne olursa olsun, AKP’nin de ülkeyi 7 Haziran öncesi gibi yönetemeyeceği açık. Bu devleti sahiplenen güçlerin bu güne kadar uyguladıkları tehditkâr yönteme benzeyen “size bu ülkeyi yönettirmeyiz” tarzında bir yönetememe değil; AKP nin 13 yıllık iktidar sürecinden edindiği tecrübeler temelinde meşruiyetini aradığı kesimlerle kurduğu bağla ve bu bağın AKP üzerinde yarattığı etki sonucu paralel bir özeleştiri sürecinin çalışmasıyla ilintili bir durum. AKP ya neden bu oy seviyelerine düştüğünün analizini objektif bir şekilde yaparak siyaset yapma yöntemine bir yenilik getirecek, ya da 7 Haziran öncesinde olduğu gibi gerçeklik payı yüksek de olsa kolaycı ve bahaneci bir “üst akıl” teorisiyle siyasete devam ederek kendisini aşağı çekecek. AKP liderliğinin ve partiyi toplumla bağlarından koparmayan yapısının, atlatılan badireler düşünüldüğünde, sağduyulu bir şekilde yapılan hatâları tekrarlamama ya da azaltma yönünde ilerleyebileceği, yüksek ihtimalli bir seçenek. Yani AKP’nin 7 Haziran – 1 Kasım seçim sürecinden güçlenerek çıkma ihtimali var. Buna karşılık rakipleri siyaseti sadece AKP’yi ilerletmeme üzerine kurdukları için, daha kapsayıcı bir siyaset yürütmeleri biraz daha düşük ihtimalli bir durum. Seçimlerde vaat edilen ve toplumla bağ kurmaya değil onları sadece etkilemeye dönük manevralar, partilere seçmen kitlesinin dönüşmesinde AKP’nin bu güne kadar yapabildiği türden bir bağı en azından bu kitlesellikte kuramayacaklarını gösteriyor.
Dilek kutusuna atılan notlara benzeyen, “AKP’de bölünme yaşanacak, iç savaş çıkacak, NATO müdahale edecek” gibi seçenekleri dillendirenler için ise, durum gerçeklik algısını kaybettirecek bir okumanın nerelere kadar gidebileceğini göstermesi açısından ilginç. Toplumun geniş kesimleri daha sağlıklı analizler yaparken — ki bunun içerisinde her partinin seçmeni bulunmakta — medyaya, özellikle de sosyal medyaya hakim “aydın, ilerici, çağdaş ve şimdi onlarla aynı safta bulunan Hizmet camiası” kesimin gerçeklikten bu kadar kopması, hattâ dileklerin iç savaş çıkmasını bile AKP’nin iktidarda kalmasına yeğleyecek bir duruma gelmesi, AKP’nin hatâ yapmasına yol açabilecek bir “üst akıl” teorisine büyük oranda doğruluk payı vermekte. Medyaya büyük oranda yön veren bu kesimler, bağlarını toplumla değil büyük oranda uluslararası kuruluşlarla ve onların yerli ayaklarıyla kurdukları için, toplumu anlama ihtiyacı dahi hissetmeden spekülatif tespitler yaparak siyaseti zorlama görevini yerine getiriyorlar. Bir kısmı ise eski elitist sol geleneği devam ettiriyor. Hükümet kendi “doğruluğu teorik düzeyde kanıtlanmış” görüşlerine önem verdiği ölçüde, doğruyu yaptığını söyleyip destekliyorlar. Ama bunun dışında davrandığında, AKP’nin sosyolojik zeminini ve yaptığı dönüşümleri anlamak dahi istemeyen; anlamaya çalışanları da AKP’ye ve Erdoğan’a deterministik bir ilerlemecilikvasfı yüklemekle suçlayan bir konuma giriyorlar.
İster anlamaya dönük çabalarla, ister kendi dileklerini iletmek bağlamında yapılan analizlerle bakılsın, Türkiye hâlâ sosyolojisi büyük kırılganlıklar içeren ve büyük dönüşümlere gebe bir ülke. AKP de bu dinamik sosyolojinin gerçekleri en iyi okuyan ve adapte olabilen partisi. O nedenle, seçimin ardından AKP’nin izleyeceği siyaset bugüne kadar olduğu gibi kendi tabanını dönüştürmenin dışında, bundan sonra daha da önemli bir misyon olarak bugüne kadar da belli oranlarda gerçekleştirdiği tüm Türkiye’yi dönüştürme misyonu biçiminde devam etmek zorunda. Bu sayede farklı toplumsal kesimler birbirlerine bakışlarını daha medeni hale getirip aşırı siyasallaşmadan ve bunun getirdiği kutuplaşmadan kurtulabilirler. Bunun için seçimler çok kritik, ama seçim sonrası daha da kritik.