İlmi Etüdler Derneği’nde geçtiğimiz günlerde mimarlık hocası Halil İbrahim Düzenli’nin verdiği konferansın konusu gerçekten cezbediciydi: Ev ve Bahçe, Bahçeli Eve Dair Mülahazalar.
Bahçe kelimesi insanı heyecanlandırıyor, doğayı, doğayla kültür arasındaki geçişkenliği, insanların ortak bir mekanda buluşmasını, kaybolan insanın fıtratıyla karşılaşmasını, hayvanlarla karşılaşma umudunu, saf ve masum olan daha nice şeyi çağrıştırıyor. Dedelerimizin doğduğu 19. Yüzyılda ev denince bir de bahçe demeye gerek yoktu çünkü bütün evlerin küçük ya da büyük bahçesi mutlaka olurdu zaten. Düzenli’ye göre evle bahçenin birbirinden ayrılması, kopması modernitenin göstergesi.
Türkiye’de, Anadolu şehirlerimiz de bahçesini hızla kaybediyor. Öyle ya betonlaşmada, rezidans sevdasında hayalleri süsleyen şehirden, İstanbul’dan geride kalacak değiller ya. Orta Anadolu’nun yüzölçümü en büyük şehrinde yol genişletilmesi, tarihi yapıların uzaklardan daha iyi görünmesi, insanların apartman sitelerde yaşama hevesi gibi gerekçelerle yıllarca görmeye alışkın olduğumuz ağaçların yok edildiğini görünce içim yanmıştı. Yerel yönetimin bültenlerinde şehir dışında yapılan devasa parklardan alışveriş ve eğlence mekanlarından söz ediliyordu yeşilin korunduğunu anlatmak üzere.
Doğru, hektarlarca alan ağaçlandırılıyor, bu çok değerli ama işleyen mantık yanlış. Total yeşil alan önemliyse de bu yeşil alanın hayatımıza nasıl katıldığı meselesi çok daha hayati. Yeni yapılanmada beton düzenleme salgını her şeyin önüne geçmiş durumda.
Yaratılışta bizi kuşatan doğadan insan eliyle geliştirilen bahçeye geçmek bile varoluştan epeyce uzak düşmek iken, bahçemizden de kopunca içimizin latif duyguları kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Sabah uyanan bir çocuğun pencereden bir yaprağa dokunma, hiç değilse bir ağacı görme, kuşun uçuşuna tanıklık etme hakkı elinden alındı. Bahçeleriyle maruf şehirlerimizin modernleşmede başı göğe ermiş mevkilerinde artık dalından bir meyve koparıp yemek, bahçeden bir dal maydanoz olsun sofraya koymak, bir ağaca tırmanmak, ona sarılmak hayal bile olamayacak, çünkü bildiklerinizden yola çıkarak hayal kurabilirsiniz ancak.
Halil İbrahim Düzenli özellikle de TRT’nin yayınladığı çizgi filmleri izleyerek devletin ideal olarak ortaya koyduğu gündelik hayat deneyiminin aile ortamında ve bahçede geçtiğini tespit etmiş. Gerçekten de çiçekler, böcekler, yeşillikler içinde, ağaçların altında geçmeli çocukların hayatı, Keloğlan’dan Pepe’ye kadar birçok çizgi filme bakarsak.
Geçtiğimiz günlerde vizyonda olan Küçük Prens’in animasyon filminde de olaylar NY’da makineleşmiş insanlar arasında betonlaşmış bir şehirde geçmektedir. Fakat filmin masal evi, değer verilen kıymetlisi Düzenli’nin dikkat çektiği gibi iki katlı bahçeli bir ev.
Konuşmanın masal bitti diye devam etmesi etkileyiciydi. Bu idealleri hayalleri bize sunan devletin başka kurumları ağaçsız sevimsiz Toki Evleri gerçeğini sunuyor insanlara. Bir ıhlamur ağacının çiçeklerinin kokusunu duymak, dalında incir ya da nar görmek yaşamın bir parçası olmalı duygusundan gittikçe uzaklaşıyoruz. Korkunç betondan sokaklara gelişme diyoruz, ne yazık ki bu şehir çok gelişti derken “bütün bahçelerini kaybetti” cümlesi de bir gölge gibi zihnimizde beliriyor.
Güneydoğu’daki hemen bütün şehirlerin Avrupa standartlarında otoyollara kavuşması, şehirlerin imarı, birbirinden güzel okullar, mekanlar, spor tesisleri açılması mesela, elbette takdire şayan, fakat şehir içi yapılaşmalar için aynı şeyi söylemek zor. Mesela Malatya’ya her gidişimde kayısı bahçelerinin yerinde apartmanların beton sitelerin yükselişini görmek acı veriyor. Bu durum bütün şehirler için geçerli.
Turgut Cansever’in takipçisi filozof bir mimar olan Halil İbrahim Düzenli bu konuya siyasileri suçlayarak değil toplumsal bir mesele olarak bakmamızı öneriyor. TRT’nin çocuk filmlerinde onlara layık görülen evi, bahçeyi ve yeşil çevreyi mimariden, çevreden sorumlu insanlar neden hiçe sayıyor? Biz neden bahçe talep etmiyoruz ya da bahçeden kolayca vazgeçiyoruz? Masallar, hayaller, insana yakışan haller böyleyken nasıl oluyor da insanları beton kutulara yerleştiren yapılaşma fikri yıllardır hem dayatılıyor hem de pekâlâ kabul görüyor. Özel sektörün anlayışı da elindeki tüm alanı betonla doldurmak, pervasızca bahçeleri alıp bize depresyon cehennemleri vermek. Depremde kaçacak yer kalmayacak kadar yapılaşmanın izahı nedir?
Şiddetin ve nefretin yaygınlaşmasında doğadan kopuşun etkisi çok büyük. Gözlerin, baktığı bütün ufuklarda betonla çarpışması, nobranlığı, kabalığı, bencilliği tetikler, kalpleri katılaştırır. Ağaçların gölge yaptığı, hakem olduğu bizi gözlediği ortamlarda başkasını incitmek daha zor. Fıtrat kelimesini en çok kullanan insanların fıtrata en aykırı yerleşim alanlarını üretmesini yaman bir çelişki olarak görüyor Düzenli.
Farklı ülkelerin deneyimleri elbette kıymetli, fakat başka kültürlerin yaşam biçimine uygun gelebilecek gökdelenleri, ürkütücü yapılaşmayı ülkemize uyarlamadan önce kendi engin birikimimizi gözden geçirmemiz lazım. Ev mahalle ve şehir varlığımızı şekillendiriyor, kaderimizi tayin ediyor çünkü.
Hocanın verdiği rakamlara göre İngiltere’de 23.4 milyon ev var, %79’u bahçeli ve müstakil. Sadece %21’i apartman ve buna üç katlı evler, paravanlar ve hareketli yapılar da dahil. Londra’ da mevcut bütün alanın %38’i açık alan, % 24’ü ise ev bahçesi.
ABD’nin gökdelenleri örnek alınıyor fakat 2013 rakamlarına göre halkın %88’i yani 270 milyon insan müstakil bahçeli evde oturuyor. Ve bu evlerin %90’ı ahşap malzemeden yapılmış. Apartmanda yaşayan 37 milyonun nüfusa oranı ise %12. ABD deneyimini Manhattan olarak kodlamanın ülkeye özellikle de İstanbul’a faturası çok ağır oldu Düzenli’nin dediği gibi.
İnsanların rant uğruna bahçesini gözden çıkarmayacağı politikalar gerekli. Mütevazı bahçesini müteahhite verdiği için sabah şehrin zenginleri arasında uyanan bir adamın yan komşusuna bahçenin faziletinden söz edilemez.
Malatya’da eski, dünya güzeli bir evin üst katında ailesiyle yaşayan alt kattaki dükkanında ise bisiklet tamirciliği yapan bir ustayla karşılaşmıştık. Çiçeklerle bezeliydi küçük bahçe. Yanımda belgesel yönetmeni bir arkadaşım vardı. Sokaktaki evler apartmana dönüşmüş ama siz bu evi böyle muhafaza edin diyordu bütün iyi niyetiyle. Usta üzgündü ama çoktan vermişti müteahhite. Çocuklara birer daire verilecekti böylelikle. Gülümsüyordu bize ister istemez.