“Bölgesel bir aktör olmaya soyunan Türkiye’nin bu hedefinde başarılı olabilmesi, kuşku yok ki, (…) Erivan’la ilişkilerinin normalleştirilmesine olduğu kadar, demokratik ülkelerdeki Ermeni diasporasını kucaklayabilecek bir politika üretilmesine bağlı bulunuyor. Böyle bir politikanın, aşırı milliyetçi ve şoven yaklaşımların egemen olduğu diasporadan çok, onun bir parçasını oluşturduğu ülke kamuoyunu muhatap alması, başka bir deyişle Türklerden başka kimsenin hoşuna gitmeyen milliyetçi söylemlerden kaçınması gerekiyor.” Bu paragrafı, 2010 Mart’ında Newsweek Türkiye’de yayımlanan “Ermeni diasporasına yönelik politikamız var mı? “ başlıklı bir yazımdan alıntıladım.Yazıyı şu paragrafla noktalamıştım: “Ne var ki kamuoyu diplomasisine dayalı bu politikayı, Türkiye’yi demokratik bir hukuk devletine dönüştürecek siyasi reformlardan bağımsız şekilde yürütmek mümkün değil. Çünkü günümüz dünyasında bir ülkenin imajı, lobi şirketlerine ödediği parayla değil, demokratik kurumları, çağdaş değerlere inanan siyasetçileri ve kanaat önderleriyle ölçülüyor.“Konuyla ilgili olarak, Taraf’ta bundan yaklaşık 20 ay sonra, Aralık 2011’de, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun büyükelçiler toplantısının açılış konuşmasında dile getirdiği “bizim diaspora” kavramına atıfla aynı başlığı taşıyan başka bir yazım yayımlanmıştı. Davutoğlu o konuşmasında, ABD’ye gittiğinde büyükelçilere ve başkonsoloslara “diaspora kavramını değiştireceğiz” talimatını verdiğini belirterek, “Anadolu topraklarından göçmüş her birey bizim diasporamızdır, dini ve mezhebi ne olursa olsun” demişti. Sonra, Türkiye’den gitmiş her Ermeni ile görüşmek ve “ortak geçmişimizin parıltılı yüzyıllarını konuşmaktan” söz etmiş ve “Ermeni dostlarımızın teker teker kalbini kazanacağız” diye sürdürmüştü konuşmasını.“Bizim diaspora” kavramı doğru yolda atılmış bir adımdı kuşkusuz ama altının doldurulması şarttı. Bunun için de başta İttihat ve Terakki’nin tehcir politikasını savunmak veya dönemin savaş koşullarında mazur göstermekten vazgeçmek gerekiyordu elbette.Söz konusu yazımı şu paragrafla bitirmiştim: “Türkiye, Davutoğlu’nun deyişiyle dünyadaki bizim diasporaya sahip çıkmak durumunda. Bu yaklaşımın doğal sonucu, daha önce çeşitli vesilelerle dile getirdiğim gibi, dedelerinden kalan kimlikleri ibraz eden herkese olağanüstü telsik yoluyla vatandaşlık vermek; vatandaş olanlara Osmanlı’dan kalan tapuları varsa mülklerini ve çağdaş devletin vatandaşlarına tanıdığı hakları iade etmek. Özetle sorunu, Osmanlı’nın ardılı Türkiye’nin vatandaşları ile arasındaki bir konuya indirgemek ve insan hak ve özgürlükleri temelinde çözümlemek gerekiyor.”Erdoğan’ın Ermeni toplumuna taziye mesajıKabul etmek gerekir ki Başbakan Erdoğan’ın 24 Nisan vesilesiyle Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için yayımladığı mesaj, diaspora için kuşkusuz cılız ama Türkiye açısından önemli bir açılımın işaretini veriyor. Yıllardır bir işe yaramadığı halde ısrarla İttihat ve Terakki’nin tehcir politikasını mazur gösterme temeline dayanan politikamız nedeniyle her ferdiyle artık tehcirin soykırım olduğunu özümsemiş bulunan Ermeni diasporasının Türkiye için bir ilk olan bu taziye mesajıyla tatmin olmaması doğal. Her ne kadar mesajda “Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir” gibi altı çizilmesi gereken bir cümle yer alsa ve tehcir politikası dolaylı yoldan eleştiriliyor olsa da…Bununla birlikte, bu konuda yayımlanan eski bildirilerle karşılaştırıldığında, söylenen olumlu sözlerden çok söylenmeyen olumsuz ifadelerin daha önemli olduğunun altını çizmek gerekir. Ayrıca tehcirin yol açtığı gayri insani sonuçlardan duyulan derin üzüntünün yanı sıra bu konuda farklı söylemlerin empati ve hoş görüyle karşılanması gerektiği gibi ifade özgürlüğü açısından bir açılımdan söz edilebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin “hukukun evrensel değerleriyle uyumlu her düşünceye olgunlukla yaklaşmaya devam edeceği” cümlesinin altını çizmekte yarar var.Ana muhalefet partisinin Erdoğan’ın mesajına ilk tepkisi özünde olumlu oldu. CHP Genel Başkan Yardımcısı Faruk Loğoğlu, Erdoğan’ın açıklamasında en dikkati çekici kavramın taziye kelimesi olduğunu, bunun bütün dinlerde var olan kutsal, saygı değer bir kavram olduğunu belirtti ve şöyle devam etti: “CHP olarak biz de 20. yüzyılın başlarındaki olaylarda hayatlarını kaybeden bütün insanların huzur içinde yatmasını dileriz. (…) O olaylarda, o günün koşullarında hayatlarını kaybetmiş insanların şimdi yaşayan nesilleri, torunları varsa onların da hepsinin üzüntüsünü, acılarını paylaşırız. Ermenilerin de paylaşırız, diğerlerinin de paylaşırız ama hiçbir ayrım yapmaksızın.” Loğoğlu bu konuda hükümetin geç kaldığını söyledi ama bunun inandırıcı olabilmesi için CHP’nin parti olarak böyle bir taziye mesajını daha önceki yıllar boyunca yayımlamış olması gerekiyordu.Aslında CHP’nin Ermeni konusunda büyük bir politika değişikliğini savunduğunu söylemek o kadar kolay değil. Loğoğlu, bir süre önce “CHP olarak 2015 yılının bir kırılma ve çatışma noktası değil, taraflar arasında bir barış ve uzlaşı yılına dönüştürülmesi için çaba gösterilmesi gerektiğine inanıyoruz. Zaman birbiriyle barışan halkların zamanıdır” demiş olsa da, bunun özde değil, stratejide bir değişikliğe işaret ettiğini kabul etmek gerekir. Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç’un, beklenen kapsamlı açıklamasıyla bu gerçeği ortaya koyacağını ve bu vesileyle Erdoğan’ı devlet politikasından saptığı gerekçesiyle eleştireceğini tahmin ediyorum, umarım yanılırım.MHP’nin tepkisine gelince, Genel Başkan Bahçeli’nin yazılı açıklaması Başbakan’ın yaptığı açılımın göründüğünden daha önemli olduğu izlenimi yaratıyor. Bahçeli “Tehcir Kararı’nın, 99 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı görevini yürüten bir zat tarafından gayr-i insani bulunması kesinlikle gayri milliliktir” diyor ve Başbakan Erdoğan’ı “milli değerlere sırt çevirircesine Erivan ağzıyla mesaj yayınlamakla” suçluyor. Kendisi ise tehcir kararının altına adeta imzasını atıyor: “Birinci Dünya Savaşı esnasında Ermeni çetelerinin yoğun ve acımasız saldırılarını kırmak, militan kaynaklarını kurutmak, Türk vatanının geleceğini kurtarmak maksadıyla Tehcir Kararı’nın alındığı tarihi bir vakadır.“ Bahçeli tehcir kararına sahip çıkınca geriye “bu kapsamda çeşitli sebeplerden dolayı; istenmeyen, hiç beklenmeyen, hiç hesapta olmayan kayıpların yaşandığı ve meydana geldiği de doğrudur” gibi bugüne kadar hep söyleye gelinen çözümden uzak sözler kalıyor.Hesapta olmayan kayıpların telafisiTehcir kararına sahip ya da karşı çıkmanın hukuki sonucu aslında farklı değil. Hesapta olsun, olmasın kayıplar yaşanmışsa, hayatların iadesi de elde olmadığına göre, bu kayıpların başka bir şekilde telafi edilmesi gerekiyor. Bu, Osmanlı İmparatorluğu ile vatandaşları arasında bir konu olduğuna göre, İmparatorluğun devamı olan Türkiye’yi aynı temelde, devlet- vatandaş ilişkisi çerçevesinde ilgilendiriyor olması gerekirdi; bugün de ilgilendiriyor. O bakımdan ben ve benim gibi düşünenler, tehcire uğrayarak sınırlarımız dışında kalmış insanların ardıllarına vatandaşlık hakkı tanınmasının sorunun kaynağında, üçüncü bir tarafın dahli olmaksızın çözümü için gerekli olduğu kanaatindeyiz.Anımsanacağı gibi, Ermeni konusunun çözümü bugüne kadar hep Ermenistan’la ikili ilişkiler çerçevesinde gündeme getiriliyordu. Bu bağlamda, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak ve tazminat taleplerinden söz ediliyor ve sorun bir yerde çözümsüzlüğe mahkûm ediliyordu. Oysa tehcire uğrayan Ermeni vatandaşlarımızın mallarına el konulmuşsa, bu kişilerin ya da ardıllarının tazminat hakkı doğuyor ama bu haklar hiçbir şekilde başka bir devletin toprak ya da tazminat taleplerine temel oluşturmuyor.Davutoğlu, dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermeni diasporasına “bizim diaspora” diyorsa, bu sözcüğün havada kalmaması için, tehcirin 100. yıldönümünden önce, Osmanlı uyruğunda olan kişilerin ardıllarının vatandaşlık edinimini mümkün kılan, hatta kolaylaştıran bir yasa çıkarılmasına sıcak bakıyor olması gerekir. Kimse, üzerinden o kadar uzun bir süre geçtikten sonra böyle bir şeyin olmayacağını düşünmemeli; İspanya’nın 1492’de ülkeden kovulmuş Sefaradlar için çıkardığı yasal düzenleme bu konuda önemli bir esin kaynağı; hatta Rajoy hükümetinin vatandaşlığı neredeyse otomatik hale getiren yeni bir yasa tasarısı var. Mevcut yasadan farklı olarak artık İspanyol vatandaşlığını kazanacak Sefaradların bulundukları ülke vatandaşlığından çıkmaları gerekmeyecek. Çifte vatandaşlığı ikili anlaşmalara bağlamış olan bir ülke için bu devrim niteliğinde bir düzenleme kuşkusuz.Konunun dışına çıkmamak için İspanya’nın Sefaradlara Vatandaşlık Yasası hakkında daha fazla ayrıntıya girmiyorum. Türkiye’nin çifte vatandaşlık mevzuatı çok daha liberal olduğuna göre, benzer bir yasal düzenlemenin kolaylıkla yapılabileceğini ve tehcirle ilgili düşünceleri ne olursa olsun herkesçe kabul göreceğini düşünmek istiyorum.Sonuç olarak özetlemek gerekirse, Başbakan Erdoğan’ın yayımladığı 24 Nisan mesajını bizim diasporaya yönelik önemli bir açılım olarak değerlendirmekte yarar var. Bu, Ermenistan’la ikili ilişkileri kapsayan bir açılım değil. Nitekim Erdoğan da bu doğrultuda ayrı bir açıklama yapmış bulunuyor. Bugün 99 yaşına giren bizim diaspora için Erdoğan’ın mesajı anlamlı bir doğum günü hediyesi oldu. Dört yıldır savuna geldiğim vatandaşlık yasası çıkarsa bir sonraki yıldönümünde sorunun çözümü yolunda önemli bir eşik geçilmiş olur kuşkusuz.
Bizim diasporaya 99. yaş günü hediyesi
- Advertisment -
Önceki İçerik