Rize’de Andon diye bir turizm bölgesi var. Hani, sarı tabela konularak yön gösterilen yerlerden. Şimdilerde meşhur bir yer olsa da çocukluğumda yöre halkı dışında pek bilinmezdi. İki dağın arasında kalmış bu yere gitmek için iki saatten fazla yaya yürümek zorundaydınız.Bir taşın içinden çıkan acı su için gidilirdi buraya. İnce bir şekilde akardı su, ki hâlâ da öyle. Yaz aylarında sudan içmek için saatlerce sıra beklemek zorundaydınız. Ulaşım zor olduğu için Andon’da bulunan ahşap hanlarda kalınırdı. Kısırlıktan kansere kadar, her derde deva bir su olduğuna inanılırdı. Babaannem Nafiye beni peşine takar Andon’a götürürdü. Suyun başında sıra bekleyecek bir velede ihtiyaç vardı çünkü. Açıkçası sevmezdim o acı suyu.İki kapılı ahşap hanlarda bulunan odalarda birkaç aile birarada kalırdı. Bizler derede alabalık avlarken büyükler için tek aktivite hamsikoli, muhlama ve lahaba çorbasından oluşan yemekleri yemek, arada mangalda et yapmak ve her fırsatta acılı Andon suyundan içmek olurdu. Andon’a gitmek ise ayrı bir ritüeldi. Babam Amerikan Ford kamyonunun kasasına köylüyü doldurur yola çıkardık. ‘’Uruspa’’ denen yerde bir cami vardı. Orada mutlaka durulurdu. Mübarek bir cami olduğuna inanılırdı. Namaz faslından sonra çocuklar, caminin hocasına okutulurdu. Derdine deva arayanlar, okunup üflendikten sonra tekrar yola çıkılırdı. Bir süre daha gidildikten sonra Ambarlık’ta yol son bulurdu. Bir iki ay kalınacağı için yolluklar eşyalar sırlanır, yokuş yukarı çileli yaya yolculuktan sonra hanlara varırdık.Aradan çok zaman geçti, acı su hep aktı Andon’da. Yollar asfalt oldu. Rize’den bir saate ulaşmak mümkün artık. Ulaşım bu kadar kolay olunca insanlara günübirlik hizmet eden restoranlar ortaya çıktı. Ahşap hanlar bakımsızlığa yenik düşse de tüm görkemiyle ayakta bugün. Ancak kimseler kalmıyor içinde. Rize’ye her gittiğimde Andon’a uğrar, geçmişin seslerini ararım kestane ağacından yapılmış hanlarda.İki yıl önceydi. Geçmiş yolculuğuna çıkıp muhlama yemeye gittiğim Andon’da genç bir garsonla sohbet sırasında “Andon” adının nerden geldiğini sordum. Her şeyi merak eden benim bunca yıl bunu niye merak etmediğimi bir tarafa bırakırsak gencin anlattıkları ilgimi çekti. “Andon adında bir Osmanlı Paşası vardı. Osmanlı’ya isyan edince peşine düştüler Andon’un. O da ailesiyle buraya yerleşti. Dağların arasında saklandı. O yüzden buraya onun adını vermişler” dedi genç adam. Şaşkınlıkla “Sen nerelisin?” diye sordum. “Doğma büyüme buralıyız. Ailem de buralı’’ diye cevap verdi. Sonra aniden eklemek ihtiyacını duymuş gibi “Ama Ermeni değiliz biz” dedi.Tuhaf gelse de üstelemedim. Herkes bir yerden bir yere geliyordu işte. İçimden “Yüzleşecek ne çok şeyimiz var’’ deyip Andon’un içinden akıp giden dereye baktım.Başbakanın 1915 Ermeni Soykırımı ile ilgili açıklaması, Erdoğan’a nefret duyanların ve kategorik olarak her şeye karşı çıkanların dışında gelecek adına umut verici karşılandı. Hele o yıllarda ölenler için taziyede bulunması ileri bir adımdı. İnsan olmanın gereğini unuttuk acılarla yüzleşmeme adına. İşte bu taziye dileği belki soykırımı kabul etme anlamına gelmeyecek ama acılarla yüzleşme konusunda bir kapı aralayacak. Gizli saklı kalmış hikâyeleri ortaya çıkaracak. En çok da aynı toprakları yüzyıllar boyunca Ermenilerle ortak paylaştığımız gerçeğiyle yüzleşeceğiz. Mallarına mülklerine el konulduğu, yağmalandığı gerçeği acımızı hafifletmeyecek belki. Sorumluğumuzun olmadığı günahlar nedeniyle Ermenilerden nefret etmeyeceğiz. Ermenilerden ve diğer azınlıklardan gasp edilen malları haklı göstermek için bugüne dek hep gelecek kuşaklara nefret aşılandı. Bu gerçekle yüzleştikçe nefretlerimizden arınacağız belki.İşte bu açıklama bunun için önemli. Ve belki bir gün, o bakımsız ama ayakta kalan hanların kapısına Andon Paşa’nın gerçek hikâyesi yazılacak. Acı sudan içenlerin Andon Paşa’ya borcudur yaşanan acılarla yüzleşmek…
- Advertisment -
Sonraki İçerik