Kadınlarımız, boşanma kararını kendisi verdiği için bunu yaşamıyla ödemek zorunda kalıyor. Sanki kadın, “karar verme” konumuna geçince toplumsal yapının örgütlediği erkek, buna hazırlıklı değil. Öyle ya erkek karar verir, kadın buna boyun eğer. Kadın karar veren konumundaysa, bu evin devamlılığı içindir; dolayısıyla erkeğin yükünü azaltacağından problemli bir durum değildir.Peki, problem nerede başlıyor? İster karar verdiği için ister başka nedenlerle olsun, “öldürülen kadınlarımız” bize neyi söylüyorlar? Bunu bir toplumbilimci olarak nasıl okuyacağız; bunca dramı neye yoracağız?Bu konuyu, iki düşünürün fikri ekseninde tartışabiliriz.İlki, A. Camus’nün düşüncesi: Camus’ye göre, bir toplumda kadınların nasıl öldüğünü incelersek, buradan edindiğimiz neticeler, söz konusu toplumun yapısı ve işleyişi hakkında bize önemli ipuçları verir.Bu fikir ekseninde toplumsal yapımızda kısa bir düşünce turuna çıkacak olursak, fırtınalı bir gecede denizin dev dalgalarının yalçın kayalıklara vurduğu gibi, kadın cinayetleri, zihinlerimize çarpıveriyor.Fiziksel bakımdan güçlü olan erkeğin, nârin yaradılışlı kadının hayatına son vermesinin acı hikâyesi. Bu dramı, sadece klişeleşmiş ata-erkilliğe veya feodaliteye indirgemek haksızlık olur sanki. Çünkü bu olaylar, toprakla bağımızı iyiden iyiye kestiğimiz ve zayıflattığımız şimdilerde çokça cereyan etmektedir…İstanbul sosyetesinden liseli bir genç de, bu olayların faili olunca, başka türlü düşünmek zorunlu görünmektedir. Bu konuda çok çeşitli yorumlamalar yapılabilir ancak bilanço barbarlaştığımızı ve canileştiğimizi, dahası cinnetin Araf’ında tutuklu olduğumuzu göstermez mi?Her şeyden önce bu olaylar, kadının özne ve kendi olmasına henüz hazırlıklı olmadığımızı, karar verdiğinde bu kararını, hayatıyla ödetmeye, pusu kurmaya yatkın olduğumuzu göstermektedir.Daha garibi ise, sürekli kavga ettiği, kısacası anlaşamadığı karısından ayrılan adamın, bu ayrılığa içerleyip, kadının yaşamına son vermesi durumudur. Çoğu kadın bundan korktuğu için boşanma konusunda kaygılı ve şiddete vs. maruz kalmayı yeğlemektedir.Kıskançlık cinayetleri veya -nasıl bir aşk ise- “aşk cinayetleri” ise izahı yine oldukça zor başka olaylardır.Maddi çıkarların veya evlilikteki kazançların paylaşılması bir cana kıyabiliyorsa, bu, mala insan hayatından daha çok değer verdiğimizi göstermez mi?Şüphesiz bu olguların listesini artırmak mümkün. Elbette kadınların erkekleri şiddete yönelten ruhsal, maddi ve psikolojik tazyiklerinin de konuşulması gerekir. Ancak hiçbir suçun bedeli ölüm olmamalıdır. Bir de gelişmişlikten bahsediyorken, bu tür marazi durumları hiçbir gerekçe aklayamaz.Camus’nün tespitini Antropolog Lévi-Strauss da onaylar. Ona göre de toplumsal örüntüde kadının durumunu veya hareketini anlamak, toplumu çözümlemek için en önemli ayırıcı yapısal sınırları verir.Analiz etmeye çalıştığımız tablolar, ülkemiz hakkında önemli gerçekleri bildirmektedir: İlkin, insan yetiştirme sanatını icra edemediğimiz âşikardır. Çünkü bunca kin, bunca nefret ve ego, dahası cinnetin eşiğindeki kalabalık bize tehlike çanlarının belki yarın belki yarından da yakın olduğunu haber vermektedir.Hayat başarısının anahtarı “insan sevgisidir” dediğimiz vakit, bu tablolar karşısında ciddi anlamda duraksamamız icap etmektedir. Çünkü insanı sevenin kanında sevgi, adeta elektronlar gibi seyr-i süluk eder ve kolay kolay öldüremez. Bu tespit, belki de en dramatik tarafımızı haber vermektedir. Çünkü her geçen gün eğitim seviyemizin yükselmesinden söz ediyor oluşumuz, lafta veya sözde kalmak zorundadır. İşin aslı ve sahici yanı, hayat başarısındaki çıtamızdır. Oysa insanı sevme sanatını ıskaladıkça, hayat sınıfında daimi olarak kalmaya veya tökezleyerek ilerlediğimizi sanmaya tutukluyuz.İnsan yaşamının bu kadar ucuz olması, işin garabet boyutunu özetlemektedir. İnsan denen muazzam varlığa bu şekilde muamele edersek, diğer varlıkların gözümüzdeki yerini konuşmaya gerek yoktur. Hayvanları ve doğayı koruma derneklerini açıyor oluşumuz, sanki göstermelik kalmaya mecburdur; zira “önce insan sevgisi”ni aşılamamız gerekiyor.”Yaradılanı hoşgör, Yaradan’dan ötürü” diyen bir medeniyet hamuru, şimdilerde bize uzak görünmektedir. Bu kadar tahammülsüzlük ve kin, gerçekte akıl bakımından küçüldüğümüzü göstermektedir. Çünkü aklın düşmanı kin ve nefrettir.Elbette özel bağlamı içinde kadınların öldürülmesine bakınca, manzara çok daha hazin görünmektedir. Çünkü biz, hâlâ kadının bir eş veya özgün bir birey ya da kimlik olduğunu hazmedememiş durumdayız. Kadına evdeki bir eşyamız gibi davranmaktayız. Nasıl ki bir vazoyu sevdiğimiz için evin en gösterişli yerine koyar içini de ona layık çiçeklerle bezeriz. Aynı vazo gözden düşünce, onu görünmeyen yerlere mahkûm ederiz. Daha da kızarsak veya başka bir şeye tepemiz atarsa, onu fırlatıp kırar ve paramparça olunca enkazını çöpe atarız.
Kadın cinayetlerinin söylediği gerçekler
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik