“Gazetelerde Ayasofya’nın bir müze olarak tanzim edileceğini okudukça afallamaya devam ettiğimizi itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Kendi kendimize mütemadiyen “Ne müzesi” diye soruyoruz. Ayasofya’nın kendisi zaten en güzel bir müze ve belki ondan daha üstün başlı başına bir tarihi abidedir. Bu abideyi herhangi bir müzeye çevirmeye bizim aklımız ermiyor… Ayasofya bir mabet abide veya abide mabettir. Fazla olarak onun simasına tarihi muazzam bir hadise halinde Türklüğün devirleri taklip eden kudreti de nakşolunmuştur. Ama dikkat edin hep mabet olarak…Yani mabet şeklinde bir abide. Müze haline çevirmeğe çalışmakta bizce onun abideliğine halel veren bir hata vardır. ”
1 Ekim 1934 günü “Kendi kendimiz tenkit: Ayasofya Müze?” başlıklı bu itiraz cumhuriyet devrimlerinin yılmaz savunucusu olan Yunus Nadi’nin Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında çıkmıştı.
İstanbul’un 500 yıllık en eski, en büyük ve en popüler camisinin bir anda müzeye çevrilmesi Cumhuriyet gazetesini bile şaşırtmıştı.
Çünkü o yıllarda Ayasofya’nın müzeye çevireceğiyle ilgili ortada hiçbir emare yoktu.
1931 yılında camideki mozaikleri ortaya çıkarmak üzere, Ankara’daki ABD Büyükelçisi Joseph Grew’in referansıyla, Amerikan Bizans Enstitüsü’nün kurucusu Thomas Whittemore’a izin verilmişti ama o çalışmalar sürerken camii açıktı.
Hatta 1932 yılında bizzat Atatürk’ün girişimiyle Kadir Gecesi, 40 bin insanın doldurduğu Ayasofya’da ilk kez Türkçe Kuran, Türkçe ezan, Türkçe kamet görücüye çıkmıştı.
Müzeye çevrildiği 1934 yılının Ramazan’ında dahi Ayasofya camii olarak hizmet vermeye devam etmiş, Kadir Gecesi’nde yine tıklım tıklım dolmuştu.
Ayasofya’nın müzeye çevrilme kararının nasıl alındığını iki yıl önce kaybettiğimiz Türkiye’nin en önemli Bizantologlarından ve Ayasofya uzmanlarından Prof. Dr. Semavi Eyice, 2016’da yaptığımız röportajda şöyle anlatmıştı:
“Muzaffer Ramazanoğlu’nun Ayasofya Müdürü olduğu zamanda bir tane Ayasofya Hatıra Defteri diye kocaman bir defter yapıldı. Bu defterin birinci sayfasına da ilk hatırayı Atatürk zamanında Milli Eğitim Bakanı olan zat el yazısıyla yazdı. Diyor ki orada: Atatürk bir akşam sofrasında yanındakilere ‘Ayasofya’yı müzeleştirsek ne dersiniz’ diye sordu. Malum yanındaki zevat, şak şak şak alkış, oldu da bitti maşallah. Diyor ki: ‘Ertesi gün Atatürk’ün arzusu bu merkezde diyerek Vakıflar İdaresine Milli Eğitim’den ilk yazıyı yazdık. Ayasofya’yı derhal cami teşkilatından çıkarıp, müzelere derhal teslim edin’ diye. Ben noktası virgülüne kadar bu defterin kopyasını aldım o zaman. Şimdi bu defter kayıp, bulamıyorlar…”
Gerçekten de süreci başlatan 25 Ağustos 1934’de Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen’in aldığı bir emri Başbakanlığa bildiren yazısı olmuştu:
“Aldığım büyük şifahi emir üzerine Ayasofya Camii’nin müze haline konması için icap eden tetkikata başlanması hakkında verilen emrin bir suretini arz eylerim efendim.”
Hemen bir komisyon oluşturulmuş, hazırlıklara başlanmış, nihayet 24 Kasım 1934 günü de altında Reisicumhur Mustafa Kemal Atatürk, Başbakan İsmet İnönü, İktisat Vakili Celal Bayar ve diğer bakanların imzasının olduğu “Eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camisi’nin tarihî vaziyeti itibarıyla müzeye çevrilmesi bütün Şark âlemini sevindireceği, insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi…” diye başlayan bir kararnameyle Ayasofya müzeye çevrilmişti.
10 Aralık 1934 günü dış parmaklıklarına “Müze tamir ve tasnif sonuna kadar kapalıdır” tabelası asılan Ayasofya, 1 Şubat 1935 günü müze olarak ilk ziyaretçilerini kabul etmeye başladı.
Müzenin ilk ziyaretçilerinden biri de Atatürk olmuştu.
Ayasofya’nın hangi motivasyonla müzeye çevrildiği üzerine çok sayıda teori üretildi.
O günlerde ilişkilerin arttığı ABD’ye ve genel olarak Batı’ya Türkiye’nin yeni rejiminin laik ve barışçıl olduğu mesajını vermek için yapıldığını söyleyen de, Ayasofya’nın müze olarak açılmasından sekiz gün sonra Yunanistan, Yugoslavya, Romanya ile imzalanan Balkan Paktı için yapılmış bir jest olduğunu iddia eden de var.
(Ayasofya’nın camiden müzeye çevrilme kararın nasıl alındığıyla ilgili dört yıl önce uzun bir makale yazmıştım.
Sebebi ne olursa olsun 921 yıl kilise olarak hizmet ettikten sonra 482 yıl da cami olarak hizmet etmiş, İstanbul’un dini ve sosyal hayatının merkezinde yer almış bir caminin ani bir kararla, kimseye sorulmadan müzeye çevrilmesi halkı şaşırtmış, dindarlar arasında ise etkileri hala süren bir travmaya neden oldu.
Bu travma yüzünden bugün hala Ayasofya’yı yeniden cami olarak açmak, dindar muhafazakar kitleler için heyecan verici bir hayal.
O yüzden de Ayasofya 85 yıldır müze olarak ve en az 55 yıldır da bu hayali satan sağ politikacıların siyaset malzemesi ve seçim kozu olarak hizmet veriyor.
Ayasofya kozunu siyaseten en ustaca oynayan isim de herkesin tahminlerinin aksine Erbakan değil, Demirel olmuştu.
Ayasofya’nın müzeden yeniden camiye çevrilmesi için ilk önerge 27 Mayıs darbecilerinin hala fiilen yönetimde olduğu 1965 yılında Cumhuriyet Senatosu’nda verildi.
Adalet Partisi İzmir Senatörü Ömer Lütfü Bozcalı (Said Nursi’nin avukatlarından), o günlerdeki Ayasofya’nın tekrar kiliseye çevrilme tekliflerine ve Yunanistan’ın Kıbrıs politikasına tepki göstererek hükümetten Ayasofya’nın camiye çevrilmesini istedi.
Kıbrıs olaylarının zirvede olduğu, Türkiye ile Yunanistan ilişkilerini gerildiği günlerdi.
Herhalde bir gözdağı vermek için teklif senatoda kalmadı, Başbakan yardımcılığını Süleyman Demirel’in yaptığı Süleyman Hayri Ürgüplü’nün başbakanlığındaki koalisyon hükümeti konuyu Diyanet İşleri Başkanlığı’na sordu.
Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tevfik Gerçeker “Ayasofya müzesinin müze halinde olmasına rağmen içinde ibadete mani bir durum olmadığına” dair görüş bildirdi.
Ardından bir adım atılmadı ama bu girişim, bir kaç ay sonra yapılan 1965 seçimlerinde, sandıktan rekor bir oyla tek başına iktidar olarak çıkacak Demirel ve Adalet Partisi’nin seçim kozlarından biri haline getirmişti Ayasofya’yı.
Adalet Partisi iktidara gelirse Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılacağı her yerde konuşulmaya başlanmıştı.
Nitekim seçimlerin ardından halktan, muhafazakar çevrelerden ve gazetelerden yeni hükümete Ayasofya ile ilgili sorular ve talepler gelmeye başladı.
Demirel hükümetinin Devlet Bakanı Refet Sezgin, bu sorulardan birine “Vatandaş olarak Ayasofya’nın cami haline ifrağına ve ibadete açılmasına muvafık mütalaa ediyorum. Hükümet üyesi olarak bu meseleyi hukuki durumu bakımından yetkili kurullara götürüp tektik etmesinin kararındayım. Ben şahsen bunun ibadete açılmasını talebeliğimden beri düşünürüm” diyerek cevap verince büyük bir tartışma çıktı.
Laik medya bu açıklamalara tepki gösterirken, Adalet Partisi kongreleri ve toplantılarında partililer “Ayasofya, Ayasofya” diye tezahürat yapıyordu.
Başbakan olarak düzenlediği ilk basın toplantısında Demirel’e de Ayasofya soruldu.
Demirel ustalığını konuşturup, açık kapı bırakarak cevap verdi:
“Ayasofya’nın ibadete açılması hakkında öteden beri çeşitli yollarla yetkili mercilere intikal etmiş dilekler mevcuttur. Son zamanlardaki dilekler evvelki isteklerin tekrarı mahiyetinde yine yetkili kurumlara intikal etmektedir.”
Daha sonra yine bir gazetecinin sorusu üzerine “Böyle bir şey bize intikal ederse düşünürüz” diye cevap verdi, kapıları kapatmadı.
Kapıyı kapatan ise Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel oldu.
Gürsel Ayasofya tartışmalarını soran bir gazeteciye “Çok fena söylerim, söyletmeyin bana. O devirler geçti. Ayasofya ile cami ile medrese ile uğraşacak vakit geçti. Memleketin bin bir derdi, meselesi var, asıl onlarla uğraşalım” dedi, bu sert cevap Demirel için Ayasofya konusunu bir süreliğine kapattı.
1967’de Türkiye’yi ziyaret eden Papa 6. Paul’ün Ayasofya’da diz çöküp 45 saniye dua etmesiyle tartışmalar yeniden alevlendi, MTTB’li öğrencilerin Ayasofya’da namaz kılam eylemleri başladı.
Adalet Partili siyasetçiler, bu tepkilere karşı gazetelere ve halka bu konunun zamana bırakılması gerektiğini söylemeye devam ettiler. 1973 seçimleri öncesinde de gazetelerde seçimi AP kazanırsa yarım kalmış Ayasofya işinin halledileceği yazılıp çizildi.
1970’lerin ikinci yarısında o beklenen iktidar Demirel-Erbakan ve Türkeş’li Milliyetçi Cephe hükümetleriyle geldi.
Hatta bu hükümet sırasında İstanbul’da yapılan bir İslam Konferansı Örgütü dışişleri bakanları zirvesinde Ayasofya’da namaz kılınmasına izin verilmesi de tartışıldı. MSP’li bakan Hasan Aksay, Başbakan Demirel’e mektuplar yazarak Ayasofya’nın cami olarak açılmasını istedi.
Ama ellerinde yeterli güç olmasına rağmen MC hükümetleri de Ayasofya’yı ibadete açamadılar.
Koalisyon dağılınca 1977 seçimlerinde Ayasofya’yı cami olarak kim açacak meselesi Demirel ile Erbakan arasında polemik konusu olmaya devam etti.
Erbakan meydanlarda Ayasofya’yı açmanın Demirel’e yakışmayacağını, fethin açmak anlamına geldiğini, kapıyı açacak o anahtarın da MSP’nin amblemi olan anahtar olduğunu anlattı.
Ama Ayasofya’nın statüsünde 1934’den sonraki ilk kritik değişikliğe imza atmak 1980 yılında darbeye bir ay kala azınlık hükümetinin Başbakan’ı olarak Demirel’e nasip oldu.
Kadir Gecesi’nin hemen ertesindeki Cuma günü Ayasofya minarelerinden yıllar sonra ilk kez ezan okundu, AP’li Kültür Bakanı, Libya Dışişleri Bakanı ve bazı İslam ülkelerinin büyükelçilerinin katılımıyla Ayasofya’nın dışında hünkar mahfilinde bulunan Abdülmecid Mescidi’ni ibadete açarak, burada ilk Cuma namazını kıldılar.
Demirel’in bulduğu formül zekiceydi. “Gerek Hırka-i Saadeti, gerekse Ayasofya’yı gezdikten sonra anladım ki, Osmanlı devletini ayakta tutan şey, Hırka-i Saadette okunan Kur’ân’la, Ayasofya minaresinde okunan ezanlardır” diyen Demirel, muhafazakarların ne istediğini iyi bilen popülist siyasetin ustasıydı.
Bir ay sonra 12 Eylül darbesi oldu ve darbeden iki gün sonra da restorasyon gerekçesiyle Ayasofya yanındaki mescid yeniden ibadete kapatıldı, minarelerden ezana son verildi.
Ama 80’ler boyunca bir muhalefet lideri olarak halkın karşısına çıkan Demirel artık Ayasofya’yı cami olarak açmaya çalışmış ama buna izin verilmemiş bir liderdi.
“Biz, Ayasofya’nın Hünkâr Mahfilinde namaz kılınmasını ve minarelerinde ezan okunmasını uygun bulduk. Zira minare ezan okumak, cami de namaz kılınmak için vardır. Ve bunu gerçekleştirdik. Ayrıca Hırka-i Saadette 24 saat Kur’ân okunmasını sağladık. Daha sonra her ikisini de kaldırdılar” diyerek her fırsatta bunu hatırlattı.
Bununla da yetinmedi, 1988 yılında iktidardaki ANAP’ı Ayasofya üzerinden sıkıştırmak için bir adım attı.
Demirel’e çok yakın bir isim olan, DYP Isparta milletvekili Ertekin Durutürk, Ayasofya’nın yeniden cami olarak ibadete açılması için Meclis’e bir önerge verdi. Önerge oldukça sert bir dille yazılmıştı:
“Nefis Kilise kıyamete kadar cami olarak vakfedilmiştir. Bunu Allah’a ahirete onun heybetine inanan hiçbir mahluk sultan olsun değiştiremez. Vakıf şartlarının kim değiştirirse, Allah’ın laneti onların üzerine olsun.”
Önerge büyük tartışma yarattı. Demirel hükümetin bu teklif karşısında sessizliğini manidar bulduğunu açıkladı. Ama kendisi de ne önergeye tam sahip çıkıyor ne de olmaz diyordu.
1989 yılında İstanbul’un Fethi’nin 536. yıldönümü kutlamaları için İstanbul’da düzenlenen Fetih Günü şenliğinde salondaki gençler “Ayasofya Açılsın” diye tempo tutmaya başlayınca kürsüden onlara şöyle cevap vermişti:
“Vakti saati gelmedikçe hiçbir şey olmuyor. İstanbul’un fethi için bile 800 sene bekledik.”
Ayasofya’nın camiye çevrilmesi teklifini DYP, 1991 seçimlerine doğru giderken bir kere daha Meclis’e getirdi.
Bu kez DYP’li vekillere bazı ANAP’lı vekiller de destek vermişti. Konu tam da istendiği gibi ANAP’ı karıştırmıştı. Hükümet, ne diyeceğini şaşırdı.
Nihayet, 10 Şubat 1991’de Ayasofya’nın hünkar mahfilindeki darbecilerin kapattığı mescit Cuma namazları için ibadete açıldı, Ayasofya’dan yeniden ezan okunmaya başlandı.
Nihayet Demirel 1991 seçimlerinde SHP ile koalisyon yaparak iktidara geldi.
Isparta milletvekili Ertekin Durutürk, Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması için yeniden Meclis’e bir teklif verdi. Ama bu kez karşısında Başbakan Demirel’i buldu, teklif gündeme dahi alınmadı.
DYP-SHP hükümeti adına, Meclis’te verilen soru önergelerine verilen cevaplarda Ayasofya’nın neden camiye çevrilemeyeceği şöyle açıklanmıştı:
“Ayasofya Camii, 24 Kasım 1934 tarihli ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrilmiş olup, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu hükümlerine göre de korunması gerekli kültür varlığıdır. Eski eser olması itibariyle, özelliklerinin bozulmaması için, halen restorasyonu yapılan Ayasofya Camiinin iç duvarlarında eşsiz değerde freskler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında badana ile kapatılan bu freskler, müze olarak kullanmaya başlanılacağı sırada, uzmanlar tarafından yapılan dikkatli ve titiz çalışmalar sonunda tekrar ortaya çıkarılmıştır. İbadete açılması halinde -İslam Dinine göre- fresklerin yeniden kapatılması, korunması gereken değerlerin bir daha ele geçemeyecek şekilde yok olmasına neden olacaktır. Camilerin bol olduğu İstanbul’da, çok sayıda turistin yurdumuzu ziyaret etmesine ve Hıristiyan âleminin geniş ilgisinin çekilmesine neden olan Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, İstanbul Şehrine ibadet yönünden hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, korunmaya değer özelliklerin de kaybolmasına neden olacaktır.”
1994 yılında yine yerel seçimlere doğru giderken DYP’li Durutürk bir kere daha teklifi Meclis’e getirdi. Demirel Çankaya’da, genel başkan Çiller ABD’deydi.
Teklif, ANAP, DYP ve Refah Partili milletvekillerinin desteğini alarak sürpriz bir şekilde Meclis gündemine alındı.
1934’den sonra Ayasofya’nın camiye dönmesine en yaklaşıldığı an buydu.
Evet diyenler arasında İmren Aykut, Işılay Saygın, Abdülatif Şener, Ayvaz Gökdemir, Koray Aydın, Sedat Bucak gibi isimler vardı.
Ama destek sayısı 150’de kaldı. Eğer 9 milletvekili daha olsaydı, Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi teklifi kabul edilecekti.
O günkü sürpriz oylamada Meclis’te Tansu Çiller, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş, Mesut Yılmaz, Deniz Baykal, Muhsin Yazıcıoğlu gibi liderler de yoktu.
Uzun yıllar Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi tekrar gündeme gelmedi.
2002’den sonra AK Parti’nin de çok uzun yıllar Ayasofya diye bir gündemi olmadı.
Hatta, 2005 yılında yapılan bir başvuru üzerine Danıştay 10’uncu Dairesi, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine ilişkin 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararının yürütmesini durdurma istemini reddetti.
2006 yılında Ayasofya’da açılan mescidin Cuma namazlarında çok kalabalık olması üzerine “Ayasofya yavaş yavaş cami mi oluyor” tartışmaları çıkınca, İstanbul Müftülüğü, mescidi gösteren tabelayı kaldırmış, İstanbul Kültür ve Turizm Müdürü “Ayasofya’da yıllardır okunan ezan ve kılınan namazı manşete taşımayı İstanbul turizmi açısından yanlış buluyorum” demiş, Ayasofya Müzesi Müdürü, iddiaları yalanlayan röportajlar vermişti.
2013 yılında AK Parti’nin Kızılcahamam kampında milletvekillerinin “Ayasofya ne zaman ibadete açılacak” sorusuna Başbakan Erdoğan’ın “Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya’yı da gündeme alabiliriz” cevabı verdiği gazetelerde yazıldı.
Erdoğan, aynı cevabı, 2014’de Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyası sırasında katıldığı Ortaköy Camii’nin açılışında “Ayasofya açılsın” sloganları üzerine verdi: “Yan tarafında Sultanahmet var. Önce orayı bir dolduralım. Ondan sonra gerisi gelir.”
Cumhurbaşkanı, geçen yıl 31 Mart yerel seçim kampanyası sırasında miting yaptığı Tekirdağ’da, meydandan yine Ayasofya açılsın sloganları yükselince bu kez slogan atanlara tepki göstererek şöyle dedi:
“Sultanahmet’i bir doldurun ondan sonra ona bakarız. Bak şimdi Büyük Çamlıca Camii’ni yaptık. 4 tane 5 tane Ayasofya eder. O kadar büyük. 60 bin kişiyi alabilecek kapasitede. Ve Anadolu Yakası’nda tüm İstanbul’da ve Türkiye’de en büyük camii oldu, buyurun. Mesele o değil. Bu işin siyasi boyu var. Yan tarafta Sultanahmet’i doldurmayacaksın, Ayasofya’yı dolduralım diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Bunların hepsi tezgah. Biz ne zaman, neyi, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız. Adımı nasıl atacağımızı biz çok iyi biliriz.”
Fakat bir hafta sonra seçimlere günler kala katıldığı TGRT-Beyaz TV ortak canlı yayınında ‘Ayasofya’nın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ücretsiz olup olmayacağına’ ilişkin soruya verdiği cevap daha farklıydı:
“O, anormal bir teklif değil. Olabilir. Olmayacak bir şey değil, rahatlıkla olabilir. Hatta hatta bunun üzerinde öyle dururuz ki bunun (adını) müze değil, artık Ayasofya Cami olarak koyarız. Nasıl Sultanahmet Camisi’ne turistler geliyorlar, herhangi bir ödeme yapıyorlar mı? Ziyaretini Sultanahmet Camisi’nde, Süleymaniye Camisi’nde, Fatih Camisi’nde yapıyor. Aynı şeyi Ayasofya’da da yapar. Müze statüsünden çıkar. Zaten daha sonradan buraya böyle bir statü verildi. Bu da yine CHP zihniyetinin bir adımıdır. CHP zihniyetinin attığı bu adımı değiştiririz.”
Bu açıklamanın üzerinden bir yıl geçti. Ayasofya’nın adı değiştirilmedi, Türkiye Cumhuriyet vatandaşlarına ücretsiz yapılmadı.
Aksine Ayasofya Müzesi’nin giriş ücretlerine iki kez zam yapıldı. Biletleri 100 TL’ye çıkan Ayasofya, Efes ile birlikte Türkiye’nin en pahalı müzesi.
Buna rağmen 2019 yılında 3 milyon 728 bin ziyaretçiyle Türkiye’nin açık ara en çok ziyaret edilen ve gelir getiren müzesi de oldu.
Ayasofya bugünlerde yine siyasetin gündeminde.
29 mayıs İstanbul’un fethinin yıldönümünde Ayasofya’da Cumhurbaşkanı’nın dev ekranla katıldığı canlı yayında Fetih Suresi’nin okunmasından sonra, önceki gün Hürriyet’te Abdülkadir Selvi’nin yazdığına göre son AK Parti MKYK toplantısında Cumhurbaşkanı “Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması konusunda bir çalışma yapın, getirin” talimatı verdi.
Ayasofya’nın yeniden siyaseten gündeme gelmesini Yunanistan ve Rusya ile yaşanan sorunlara bağlayanlar da, bunu erken seçim sinyali olarak yorumlayanlar da var.
Ama bütün bu yorumlarda ortak bir nokta var. Ayasofya’dan bir cami, müze ya da kilise olarak değil, “Ayasofya kartı” ya da “Ayasofya kozu” diye bahsediliyor
921 yıl kilise, 482 yıl cami, 85 yıl müze olarak hizmet veren Ayasofya, son 50 yıldır da siyasetçilerin seçimlerdeki kozu ya da uluslararası ilişkilerdeki kartı haline gelmiş durumda.
Halbuki bir Bakanlar Kurulu kararıyla müze olan Ayasofya, yine bir bakanlar kurulu kararıyla kolaylıkla camiye çevrilebilir.
Ama o zaman bir kart ya da koz olma vasfını kaybeder.
Kilise, cami müze olarak hizmet vermiş bütün insanlığın hayranlık duyduğu bu görkemli yapı böyle kullanılmayı hak etmiyor.