Siyaseti, bir amaç belirleyip o düz çizgide -başka kimin ne deyip ne yaptığına bakmaksızın- yürümek biçiminde bir mutlaklık olarak anlayanlar…
Ya da aynı anlama gelmek üzere, siyasetin çok sayıdaki nispîlikler arasından tercih yapma faaliyeti olduğunu anlayamayanlar…
Mesela Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) başlangıç yıllarının “yanlış”ların yanı sıra “doğru”ları da içerdiğini savunanlara dünyayı dar edenler…
Bu kesimlerin bugünlerde şimdiki ve başlangıçtaki AK Parti arasındaki “fark”ı vurgulamalara, partiyi terk edip yeni parti kurmaya girişenleri övmelere doyamıyor oluşları incelenmeye değer… Öyle şeyler yazıp çiziyorlar ki, şaşmamak elde değil. Fakat bari bu çelişkilerinin farkına varsalar; hayır, o da yok.
Bu tutarsızlık özellikle Ali Babacan ve arkadaşlarının AK Parti’den ayrılıp yeni bir siyasi parti kurma iradelerini netleştirmelerinden sonra iyice kristalize oldu.
AK Parti’nin özsel olarak “yanlış” olduğunu (“kökten yanlış”?); o nedenle oradan herhangi bir olumlu şeyin sâdır olamayacağını; yine aynı nedenle AK Partililer arasında da bir “kötülük hiyerarşisi” kurulamayacağını, hepsinin eşit derecede “kötü” oluğunu savunanlar bugünlerde “iyi” AK Partililerle “kötü” AK Partililer listeleri yayımlamakla meşgul. Bunların en kapsamlısı Sözcü gazetesi yazarı Yılmaz Özdil’den geldi.
Özdil’in, AK Parti’yi eleştirerek terk edenleri tarih sırasına göre listelediği yazısından öğreniyoruz ki bir yanda Abdüllatif Şener, Dengir Mir Mehmet Fırat, Ertuğrul Günay, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan gibiler, öbür tarafta da Süleyman Soylu, Numan Kurtulmuş, Tuğrul Türkeş, Bülent Arınç, Savcı Sayan gibileri varmış… Birinci listedekiler “Asrın liderimizin her gece kan ter içinde sıçrayarak uyanmasına sebep olan (bir) tablo” oluşturuyormuş.
Necati Doğru’nun “Dürüst” AK Partilileri
Bir başka Sözcü yazarı, Necati Doğru, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan’ın dürüst davrandıklarını, “Brütüs olmadıklarını” vurguluyor. Ali Babacan da istifa ederek “Ben artık AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın izlediği yolu onaylamıyorum. Bu partide üye olarak kalamam. İşlenen suça, hataya, defoya ortak olamam” demiş oluyormuş.
Böyle mış, muş diye yazmama bakmayın, Necati Doğru’ya itirazım söylediklerine değil, şuna mesela: AK Parti’nin ilk yıllarında birileri, “Bakın, AK Partili diye hepsini asla değişmeyecek bir kötülüğün parçası sayıyorsunuz ama, yıllar sonra aralarından birileri bu partiye güçlü itirazlar yöneltebilir, o zaman bu yaklaşımınızı nasıl tevil edeceksiniz” diye sorsaydı, Necati Doğru ve onun gibi düşünenler bu soruya nasıl bir cevap verirlerdi?
Soruyu bugünün politik pragmatizminin içinden cavaplamayın ama; cevabınızı o günlerin “özsel olarak kötü” AK Parti değerlendirmelerini göz önünde bulundurarak verin… O günleri hatırlayabilmeniz için size iki örnek vereyim:
Oktay Akbal: “Roma tarihinde bir senatörden sık sık söz edilir. Bu senatör, toplantılarda hangi konu açılırsa, hangi sorun söze gelirse bir tek cümle söylermiş: Kartaca yıkılmalıdır. (…) Biz de 'AKP iktidarı yıkılmadan Türkiye'nin hiçbir sorunu çözülemez' diyenlerdeniz.” (Cumhuriyet, 10 Ağustos 2003).
Bekir Coşkun (2009’daki “Kürt açılımı” için Başbakan'a telefon edip destek veren Sezen Aksu'ya haddini bildirirken): “Sanatçılar zeki insanlardır; toplumuna ortaçağ yaşamını öneren, modern hayata karşı çıkan, laikliği bir kenara itip dinciliği referans alanların 'iyi bir şey' yapamayacaklarını bilir…”, (Hürriyet, 29 Ağustos 2009).
Soruyu şimdi cevaplayın: Oktay Akbal ve Bekir Coşkun’un özcü yaklaşımlarının laik-seküler kesimde genel kabul gördüğü koşullarda birileri kalkıp da bu topyekûncu yaklaşıma itiraz etse… bu yaklaşımı o kesimde çok sevilen deyişle “bilim dışı” bulsa… “ileride pekâlâ onlar da ayrışabilir” dese, acaba nasıl karşılanırlardı?
Bu çerçevedeki en “güzel” yazılardan biri de Sözcü gazetesinin başyazarı Rahmi Turan’dan geldi. Turan’a göre, Erdoğan yeni kurulacak partiden büyük bir endişe duyuyormuş ve bunda da çok haklıymış.
Acaba diyorum, yıllar önce Rahmi Turan’a günün birinde bu partinin içinden çıkacak birilerinin, hem de Erdoğan’a en yakın birilerinin onun canını yakacak (demek ki onun bakışından ve tutumundan çok farklı) yeni bir parti kurabilecekleri ihtimalinden söz etseydi, Rahmi Turan ne derdi acaba?
Cevabı, “Olmaz öyle şey, hiçbir şeriatçı değişmez” gibi bir şey olmaz mıydı?
“Hiçbir fark yok” demeye devam edenlere laf yok, onlar “tutarlı”
Örneklerimi, yüksek sembolik değeri nedeniyle Sözcü gazetesi yazarlarından seçtim, fakat sizin de şahitlik edeceğiniz gibi, televizyonlardaki tartışma programlarında bu örneklere hem de mebzul miktarda rastlayabiliyoruz.
Tabii bir de yer yarılsa bulunduğu noktadan kımıldamayan, 2002-2003’te ne dediyse bugün de aynısını tekrar eden AK Parti analizcileri var.
Bütün bu olup bitenlerden sonra bu “tutarlılığı” sürdürmek epey zor ama yine de bunu başarabilenler var.
Onlar bu yazıdaki eleştiriden tabii ki muaflar.