37. Kurultay sonrası parti içi muhalefetin bazı kesimleri kızgınlık ve hayal kırıklığı içinde “CHP’den bir şey olmaz” görüşünü dile getirdi. Hatta kimileri (örneğin Melda Onur) yeni parti kurmaya girişmek için şartların oluştuğunu ileri sürüp, çağrıda bulundu.
HDP ile yaptığı ittifak sonucu TBMM’de iki milletvekilliği kazanan TİP’in Genel Başkanı Erkan Baş, çağrıyı karşılıksız bırakmayıp, “Konuşmaya hazırız“ dedi.
CHP’den ciddi bir kopuş olur mu, daha solda bunca parti varken bir yenisi daha kurulur mu, kestirmek kolay değil.
Bu yazıda üzerinde durmak istediğim konu genel başkanlığa yeniden seçilen Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve CHP’nin son yıllarda yaşadığı dikkat çekici dönüşüm değil. Resmen genel başkan adayı olacak yeterli delege desteğini bulamasa bile, yaptığı sert konuşmayla muhalifler arasında adı sivrilen İstanbul Milletvekili İlhan Cihaner ve grubunun görüşlerini değerlendirmek istiyorum.
İlhan Cihaner’in tezleri
Elimizde, muhalefet kanadı olarak kurultay öncesinde yayınladıkları “Gelecek İçin Biz” başlıklı bildirge, Habertürk’ten Kübra Par’a İlhan Cihaner’in verdiği röportaj (24 Temmuz 2020) ve kurultay konuşması var.
Cihaner ve arkadaşları en çok CHP’de parti içi demokrasinin işletilmediğinden şikayetçi oldular. Kritik kararların partide tartışılmadan, genel merkez kararıyla yürürlüğe sokulmasından ve katılımcılığın uygulanmamasından rahatsızlar.
CHP’nin yeterli birikiminin olduğunu, seçmen kitlesine yönelip sorunların çözümü konusunda onları ikna ederek örgütleyebilirse, pekala tek başına iktidar olabileceğini iddia ediyorlar.
İktidar uğruna muhafazakâr ve milliyetçi partilerle ittifak yapılmasını doğru bulmuyorlar. Erdoğan rejiminin bir dayatması ve çizdiği çerçeve olarak görüyorlar. Bunun CHP’yi sağa kaydırdığı tezini savunuyorlar.
“Sol ve sosyalizan bir politik hat”
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 2015’te cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesini (yüzde 38.44 oy almıştı), sonraki başkanlık seçiminde Abdullah Gül’ün adının geçmesini de eleştiriyorlar.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasında “evet” oyu verilmesini, HDP’li belediyelere kayyım atanmasına yeterince karşı çıkılmamasını ve nihayet Atatürk’ün müze yaptığı Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine “sessiz” kalınmasını kabul etmiyorlar ve bunu bir tür rejimle uzlaşma olarak görüyorlar.
Sonuç olarak partinin, liberalizmden ve merkezden uzak, sınıfları esas alan bir zeminde inşa edilmesini, “sol ve sosyalizan politik bir hatta” yürümesini teklif ediyorlar.
Mücadele tarzı itibariyle de Gezi Direnişi, Adalet Yürüyüşü, Kaz Dağları Protestosu gibi eylemlerin bu şartlarda yeterince yol gösterici olduğunu ifade ediyorlar.
CHP’nin geleneksel olarak bir lider ve genel merkez partisi olması nedeniyle, parti içi demokrasi eleştirilerinde önemli haklılık payı bulunduğunu sanıyorum. Dokunulmazlıklar, kayyım atamaları gibi hususlarda söylenecek fazla söz yok. Ama iktidara gelmede bunların yeteceği ileri sürülemez. Başka şeyler de gerekir.
İlhan Cihaner ve arkadaşlarının eleştiri ve önerileri, CHP dışındaki geleneksel sol ve sosyalist çevrelerin düşünsel çerçeveleriyle büyük benzerlik gösteriyor. Mahiyeti muğlak sınıfsallık vurgusu, aydınlanmacı ve pozitivist zihniyetin yoğun etkisi altında dindar sosyolojiye mesafeli duruş, abartılı liberalizm eleştirisi, ülkenin ve toplumun somut ihtiyacını göremeyen bir subjektivizm, maymuncuk rolü oynayan anti-emperyalizm, parti içi demokrasi ve örgütsel eforun her şeye yeteceği iddiası, vb.
CHP’nin oy tabanı yıllar boyu neden genişlemedi?
Bunlar arasında CHP’nin oy tabanının genişlemesinin önündeki engeller üzerinde durmaya çalışacağım.
CHP, çok partili serbest seçimlere geçildiğinden beri hiç tek başına iktidar olamadı. Genellikle askeri darbe ve müdahalelerden sonra oluşan iklimde kimi zaman merkez sağ, kimi zaman muhafazakâr sağla koalisyon yaptı. Bazen de ulusal mutabakat hükümetlerinde yer aldı.
Demokrasisiz cumhuriyette seküler elitlerin partisi olarak davranmaktan uzun süre sakınmadı. Yukarıdan modernleşme anlayışının ve Fransız jakoben laisizminin sözcüsü ve uygulayıcısı oldu. Vesayet odaklarıyla arasına çizgi çekme ihtiyacı hissetmedi, çoğu zaman iç içe olmayı tercih etti.
En yüksek oyları ise Ecevit’in genel başkan olarak girdiği 14 Ekim 1973 (yüzde 33) ve 5 Haziran 1977 (yüzde 41.44) seçimlerinde aldı. Bunda Ecevit’in CHP’yi sosyal demokrat çizgiye çekmeye çalışmasının, 12 Mart 1971 askeri darbesine karşı oluşunun, af çıkarmasının, Kıbrıs harekâtının, sağ ve sol arasında çatışmaların arttığı dönemde solun ve Alevilerin yanında durmasının rolü vardı.
Bu istisnai dönemlerin dışında CHP’nin oy tabanı dindar muhafazakâr seçmene doğru pek genişlemediğinden yüzde 20-25 arasında kaldı. Demokrat Parti’ye darbe ve Mendereslerin idamı CHP’ye olan tepkinin daha da derinleşmesine neden oldu. CHP’nin bu durumu son birkaç yıla kadar aşağı yukarı devam etti. Dindar sosyolojiyle karşıt bir konumda olduğundan, oradaki seçmen kitlesini etkileme imkânı bulamadı.
1980’lerin ortalarından itibaren Kürt kimliği konusunda yaşanan gelişmeler ve bu kimliğin mücadelesini doğrudan veren yasal partilerin ortaya çıkmasıyla birlikte Doğu ve Güneydoğu’da oy alabilme imkânı da ortadan kalktı.
Değişim alanlarının farkına varmak
İnanç ve kimliklere yönelik doğru dürüst bir değişim yaşamadan, bu değişimin samimi ve kalıcı olduğuna inandırmadan, kritik eşiklerde bunu kararlılıkla göstermeden destek almak mümkün olamazdı. Bu bakımdan CHP’deki değişim, henüz oldukça yeni ve derinleşmiş değil. Kadroların ve üyelerin kavrayıp sindirdikleri oldukça tartışmalı. İlhan Cihaner ve arkadaşlarının değerlendirmeleri de yeterince kavradıklarını göstermiyor.
Örneğin, 2015 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 38.44 oy alan Ekmeleddin İhsanoğlu’nun tercih edilmesini ağır bir şekilde eleştiriyorlar ama, bunun, Selahattin Demirtaş’ın aldığı yüzde 9.76 oy da dikkate alındığında, AK Parti’nin gelecek hakkında endişe duymaya başladığı ilk seçim olduğunu atlıyorlar.
Nitekim, son yerel seçimlerde CHP’nin önderlik ettiği Millet İttifakı seküler milliyetçileri, demokrasiye duyarlı dindarları, solu ve HDP’yi destekleyen Kürt seçmeni demokrasi ve adalet hattında buluşturabildi. İktidarın arpalığı haline dönmüş olan çok sayıda büyükşehir belediyesinin muhalefete geçmesinin sağlanması o çizginin devamıydı.
Cumhuriyeti demokratikleştirme hedefi
Bir diğer konu Kürt Sorunu. Bu, seçilmiş belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atanması sorunundan ibaret değil. Bu, yok sayılan kimliğin tanınması, kimliğin demokratik haklarının kabulü ve evrensel ölçülerde teslimi meselesi. İlhan Cihaner ve arkadaşlarının bu konuda farklı olan ve göz dolduran önerilerini belgelerinde görmedim.
Halbuki, bu kurultayda Kılıçdaroğlu’nun adıyla sanıyla bu sorunu ifade etmesi ve TBMM’nin uhdesinde çözüm aranması için çalışacaklarını söylemesi yeni ve önemli bir durum. Ayrıca,“Dostlarımızla birlikte iktidar olacağız” sözünü de dikkate alırsak, Kılıçdaroğlu bu yeni politikayı dillendirirken, İyi Parti, HDP, Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’yle muhtemel birliktelikten söz ediyor olmalı.
Cihaner ve arkadaşlarının, CHP’deki dönüşümü ve Cumhur İttifakı’na karşı gerçekleştirilmeye çalışılan geniş yelpazeli ittifak çabasını “siyaset mühendisliği” olarak tanımlamasına gelince, bunun hem haksızlık olduğunu, hem de muhalif seçmen topluluğunun beklentilerine tamamen aykırı bir değerlendirme olduğunu düşünüyorum.
CHP, ülke için son derece önemli bulduğum bir değişim geçiriyor ve bunun olumlu sonuçlarını henüz görmeye başladık. Bu doğrultuda yürünecek yolun, cumhuriyetin demokratikleşmesine, Kürt sorununun çözümüne, çoğulculuğun yeşermesine, adalet ve özgürlük taleplerinin karşılık bulmasına hizmet edeceği aşikâr.
Herkese pandemisiz günler ve iyi bayramlar…