Türkiye’de demokratik standartlar sürekli geriliyor, hukuk iktidarın muhalefeti terbiye ettiği bir alet gibi iş görüyor ve iktisadi tablolar gün geçtikçe kötüleşiyor. Siyasi hayat derin bir krizden geçiyor. İktidarın bu gidişattan etkilenmemesi mümkün değil; yapılan birçok araştırma iktidarın altındaki zeminin zayıfladığına işaret ediyor. Ancak iktidar zayıflarken, muhalefet -en azından beklendiği ölçüde- bir güç kazanmıyor. Bir başka ifadeyle, iktidarın kaybı, otomatik olarak muhalefetin kazancına dönüşmüyor. Hâsılı, krizin çapı geniş ve hem iktidarı hem de muhalefeti sarmış durumda; kimsenin bu tartışmadan kaçınma şansı yok.
Dört yıla yakın bir süredir cezaevinde tutulan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da son zamanlarda bu tartışmaya yoğun bir katkıda bulunuyor. Önce T24’te, muhalefetin üzerinde uzlaştığı güçlendirilmiş parlamenter sisteme ilişkin görüşlerini kaleme aldı. Ardından da Ruşen Çakır’ın gündeme dair sorularını cevaplandırdı. Akabinde sözlerine verilen tepkileri değerlendirdi.
Demirtaş’ın HDP adına krizden çıkışa dair yol haritasının ana hatlarını içeren bu müdahaleleri kamuoyunda ses getirdi. Türkiye siyasetinin önemli noktalarına parmak basma, bunları farklı grupların konuşmasını sağlama ve gündem oluşturma hususunda, kayda değer bir becerisi var Demirtaş’ın. Sade bir anlatımı var; en girift meseleleri dahi geniş toplumsal kesimlerin anlayabileceği bir forma sokabiliyor ve sıkı bir şekilde tartıştırabiliyor. İster lehinde ister aleyhinde olunsun, çok ayrı yerlerden, Demirtaş’ın sözleri yankısını buluyor. Hukuki ayak oyunlarıyla bu kadar uzun süre hapishanede tutulmasının en başta gelen sebeplerinde biri de Demirtaş’ın bu etkisi olsa gerek.
Güçlü muhalefet zemini
Genel olarak bakıldığında Demirtaş’ın bütün ifadelerindeki temel gayenin, muhalefeti güçlendirecek bir zemin yaratmak ve HDP’yi de merkeze çekmek olduğu söylenebilir. Demirtaş’a göre, mevcut yapı kurallardan giderek uzaklaşıyor. Şahsa bağlı ve keyfilik üreten bir niteliğe bürünüyor. Devlet öngörülebilir olmaktan çıkıyor, güvenilirlik daimi bir aşınma yaşıyor. Bu da bir yönetememe sorunu yaratıyor, iktidar bir yönetim krizinin içinde debeleniyor.
Muhalefetin bu durumda karşı adımlar atması, kurumlara ve kanunlara yaslanan alternatif bir yapı önermesi gerekiyor. İki şekilde hareket edebilir muhalefet: Ya salt seçime bağlı bir birlik kurmak ya da geniş tabanlı bir demokrasi ittifakı inşa etmek. Demirtaş, seçimlerle sınırlı bir birlikteliği yeterli görmüyor, “seçim kazanmanın tek başına demokrasiyi getirmeyeceğine” inanıyor. Bu itibarla seçimleri aşan ve devleti yeniden kurmaya aday bir demokrasi ittifakının kurulması gerektiğini belirtiyor.
Muhalefetin bütün renkleri kapsayan bir tarzda örgütlenmesi çağrısını yapan Demirtaş, buna uygun, uzlaşmacı bir dil kullanıyor. Çağrısı bütün muhalefet partilerini içeriyor, kimseyi dışarıda bırakmıyor. Öyle ki geçmişte, belki Erdoğan’dan bile daha çok eleştirdiği ve sert bir tavır gösterdiği Davutoğlu’na zeytin dalı uzatıyor. Hatta iktidara karşı duruşunda da bir esneklik hissediliyor, geçmişe nazaran Erdoğan’a karşı sözlerinde tonun yumuşadığı görülüyor.
Havuç ve sopa
Ezcümle Demirtaş, radikal söylemle arasına mesafe koyarak muhalefetin tamamına bir diyalog davetiyesi çıkarıyor. Kutuplaştırma ve çatışma atmosferinden çıkmak için bütün liderlere uzlaşma çağrısı yapıyor. Yarına bırakılmaz derecede hayati önem arz eden konularda yan yana gelmenin ve hemfikir olunan konular üzerinden işbirliği kanallarını açmanın gereğini vurguluyor. Dışarıda olsaydı eşi ile birlikte Akşener’e çat kapı kahvaltıya gideceğine belirtmesi, bu müzakereci siyaset anlayışını sembolize ediyor.
Muhalefet liderlerinden özellikle Akşener’in zikredilmesinin ayrı bir anlamı var. Zira Cumhur İttifakı’nın Millet İttifakı’nı İYİ Parti ve HDP üzerinden zorladığını herkes görüyor. İktidar bir taraftan İYİ Parti’ye el atıyor, diğer taraftan da HDP’ye yükleniyor. İYİ Parti’ye havuç, HDP’ye sopa göstererek muhalefetin birlikteliğine çomak sokmaya çalışıyor. Demirtaş’ın sözleri, iktidarın bu çomak sokma girişimine karşı bir hamle olarak okunabilir.
Akşener’in “kan davası” temalı bir yanıt vermesi nedeniyle kimileri Demirtaş’ın atağının boşa çıktığını ileri sürdü. Aynı kanıda değilim. Evet, Akşener’in müracaat ettiği misal kötü ve yanlıştı fakat anlatmak istediği, en kötü koşullarda dahi siyasetçilerin oturup konuşmak mecburiyetinde olduklarıydı. Çetin bir mücadele siyasetin doğasında vardı, lakin sorunların üstesinden gelmek için de siyasetçilerin birbirlerine kulak vermeleri lazımdı. Yani Akşener kapıyı ardına kadar açmadı ama sıkı sıkıya kapatmadı da.
Merkeze hareketin güçlükleri
Yine de bu kapıdan ilerlemek kolay bir iş sayılmaz. HDP’nin merkeze yürümesini güçleştiren başlıca dört önemli handikap var:
1. İktidar ve medyası, bilhassa son yıllarda yaşanan bütün şiddet eylemlerinin müsebbibi ve sorumlusu olarak Demirtaş’ı gösteriyor. Demirtaş’ın demokrasi, uzlaşma, hak ve özgürlük vurgularının karşısına eli kanlı bir Demirtaş portresi koymaya çalışıyor. Demirtaş’ın muhalefete geniş tabanlı bir dayanışma ve işbirliği önerisini getirdiği bir vasatta, iktidarın altı yıl önceki Kobani dosyasını birden işleme koyması, bu dosya aracılığıyla Demirtaş’ın ve HDP’nin şeytanlaştırılması tesadüf olmasa gerektir. “Mutlak kötü Demirtaş” imgesiyle iktidar, bir yandan Demirtaş’ın merkez siyaset inşa etme çabasına diğer yandan da muhalefetin birlikteliğine çelme takmanın hesabını yapıyor.
2. HDP’nin yüzde 10’un üzerinde bir oyu var. Tek bir oyun bile dengeleri sarsabileceği bir iktidar oyununda, bu oy oranı çok değerli bir hale geliyor. HDP seçmeni tercihini hangi taraftan yana kullanırsa, o tarafın diğerine karşı terazide ağır basma ihtimali güçlenir. Ne var ki HDP sahip olduğu bu denli kritik önemi, siyasal alanı etkilemek için yeterince kullanamıyor. Elbette, devletin beş yıldır HDP’ye uyguladığı kuşatma siyasetinin bu etkisizlikte payı var, ama bunu tümüyle devlete bağlamak da yanlış olur.
Demirtaş da bunu kabul ediyor; kendisini de işin içine katarak, HDP’nin mevcut potansiyelini tam olarak harekete geçirmediğini belirtiyor. “Barış konusunda daha ikna edici, daha somut, daha kucaklayıcı bir politikayı hayata geçirmek ve bunun dilini, pratiğini kurmak” ile yükümlü HDP’nin gücünün farkında olmadığını, gücünü çözüm siyaseti için yeterince kullanamadığını söylüyor.
Demirtaş’ın tespiti doğru, ancak mesele sorunun teşhisinde değil. HDP’nin diğer yöneticilerine sorulsa onlar da muhtemelen benzer değerlendirmelerde bulunacaklardır. Mesele, sorunun nasıl aşılacağındadır. Demirtaş’ın yazılarında ve söyleşilerinde buna dair net bir çerçeve yok; HDP’nin tesirini büyütecek olan araçlar ve söylemlerin neler olduğu hakkında ne Demirtaş’ın ne de HDP’nin tatmin edici bir cevabı bulunuyor.
Güven kırılmasını tamir etmek
3. 7 Haziran 2015 seçimlerinden sona HDP büyük bir siyasi dalganın üzerine oturdu. Fakat sonradan açılan hendekler bu dalgayı kırdı. HDP, bu dönemle alakalı olarak bir muhasebe yapmadı, tabanıyla samimi ve doğrudan bir yüzleşme yaşamadı. Devletin HDP’yi baskılaması ve Kürt karşıtı bir siyaseti benimsemesi, seçmenin HDP’nin çevresinde kalmasını sağladı ama HDP’ye dönük kırılan umutları yeşertmeye yetmedi. Cuma Çiçek’in ifadesiyle “Kolektif aktöre olan inanç yıkıldı, taban güven krizi içine girdi.” Dolayısıyla yeni ve iddialı bir hedef için HDP’nin öncelikle bu güven krizini aşması ve yıkılan umutları tamir etmesi gerekir.
4. Belediyeleri ilk kez kazandığı 1999’dan bu yana HDP geleneği kayda değer bir değişim sürecinden geçti. Yerelde iktidar oldu. Ankara’da parti olarak temsil edilme gücüne erişti. Sivil toplum ağını genişletti. Tabanını büyüttü. Ancak hukuki alandaki bu kadar kıymetli kazanımlarına rağmen HDP geleneği, PKK’ye tesir eden aktif bir kimlik edinemedi. Siyasetin merkezinde yer alması gerekirken hep çeperde kaldı ve belirleyici bir aktör olamadı.
Oysa tabanı HDP’den bunu bekliyor, sahaya ağırlığını koymasını, siyasi olarak alan açmasını, sınırları zorlamasını ve oyun kurmasını istiyor. Aslında bu HDP için bir zorunluluk; zira Türkiye siyasetinde merkezi bir konum talep eden bir hareket evvela PKK ile ilişkisinde merkezi bir rol üstlenmeli.
Demirtaş’ın HDP’yi merkezde konumlandırması için inisiyatif alması ve sorumluluk üstlenmesi doğru ve yerinde bir adım. Ancak merkeze giden yolda aşılması gereken çok çetin engeller var. Demirtaş’ın HDP’yi merkeze çekmeyi amaçlayan siyasal hamlelerin başarı şansı, kimi iç kimi de dış kaynaklı olan bu engellerle baş edebilmesine bağlı.
(*) Perspektif, 03.10.2020