Osmanlı’nın çöküşüne çare arayan aydınların 200 yıldır bir türlü anlaşamadıkları konu, bu memleketin nasıl yönetileceği konusu. “İki çizgi” veya “iki yol” diye adlandırılabilecek bir çekişme bu: Birinci çizgi: Fransız İhtilali’nden esinlenen, Jakobenizm de denilen, Sovyet Devrimi’nden de güç alan “modernist” çizgi. Bu çizgiyi kısaca özetlersek, “ilerleme amacıyla, toplumu bir öncü güçle (yukarıdan aşağıya) yönetmek” şeklinde bir tanım yapabiliriz.
Gerekirse “toplumun menfaati için” zor yoluna da başvurulabilir. Bu nedenle “ihtilalci” bir karakterden de söz edilebilir. Bu çizgi genelde cumhuriyeti vurgular. İkinci çizgi: Muhafazakar çizgi. Modernist müdahalelerin toplumu ezdiğini, yozlaştırdığını, ahlaki değerleri bozduğunu söyler. Cumhuriyet’in tepeden inme bir şekilde topluma zorla dayatıldığını, toplumun geleneklerine aykırı bir yönetim biçimi haline geldiğini savunur.
Bu çizgi bazı dönemlerde gelenek ve dini bazı dönemlerde de demokrasiyi (milli iradeyi) vurgular. Tabii bu kampların kendi içinde de farklılıklar var. Örneğin “modernist akım” içinde proletarya diktatörlüğü adı altında bir küçük azınlığın despotizmini bir yönetim biçim olarak savunan da var, Avrupa Birliği kriterleri içinde liberal demokrasiyi savunan da. Diğer taraftaysa IŞİD gibi korkunç şekilde şiddete başvurmaya onay verebilecek sesler de var, farklı inançlara saygılı ve tüm farklılıklarla uyum içinde birlikte yaşamaya razı ve hatta istekli olan sesler de.
Jöntürkler’den bu yana
Jöntürkler hareketi, 2. Meşrutiyet ve Cumhuriyet’in kuruluşu süreci birbirini izledi. Bu döneme modernistler damga vurduğu için gelenekçiler (ya da muhafazakarlar) zaman zaman baskı ve yasaklara uğradı. Gelenekçilerin çok değer verdikleri 2. Abdülhamit eğitim alanı dahil birçok alanda modernleşmeci bir yol izlemiş, ulusal devletin temellerini atmaya yönelik müdahalelerde bulunmuştur.
Gelenekçiler